Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

16. Ve 17. Yüzyıllarda Avrupa Halklarına Türkçe Öğretme ve Türkleri Tanıtma Girişimleri

COLLOQUIA FAMILIARIA TURCICO LATINA

(TÜRKÇE LATİNCE DOSTANE KONUŞMALAR)

  1. Ve 17. Yüzyıllarda Avrupa Halklarına Türkçe Öğretme ve Türkleri Tanıtma Girişimlerinde JACOB NAGY HARSANY’nin Başarısı

İsmail Kaygusuz

Giriş

Önemli bir kitaptan sözedeceğim. Osmanlı Tarihçileri ve Türk Dili ve Edebiyatı yazar ve arştırmacıları Macar asıllı Jacob Nagy Harsany’nin, Colloquia Familiaria Turcico Latina Seu Status Turcicus Loquens isimli kitabını kuşkusuz ismen de olsa bilirler. Değerli dostum ve yoldaşımİsmail Büyükakan’ın Berlin Kütüphanesinin Digital Servisi’nden indirip, email adresime göndermesinden sonra benim haberim oldu kitaptan. 1672’de Kölln’de basılmış bu kitap, o dönemde Avrupa krallık ve prensliklerinde konuşma ve yazma ortak dil Latince aracılığıyla Latin harfleri kullanarak(transcription) Latince konuşan ve yazan Avrupalı halka Türkçe öğretmek amacıyla yazılmış. Bir kral temsilcisi olarak İstanbulda 1650’li yılların sonuna dek yaşamış ve Türkçe öğrenmiş bu kişi; Türkçe – latince 510 sayfalık, karşılıklı konuşma, cümle kurma yöntemiyle Türk dilini Avrupalılara öğreterek, Osmanlı İmparatorluğunu, İstanbul’u ve halklarını her yönüyle tanıtmayı amaçlamış. Adam keskin bir gözlemci, çok dilli, bilgili bir eğitimci, diplomat ve politikacı. Kısacası 17.yy. Osmanlı tarihi ve özellikle IV. Mehmet(1648-1687)’in ilk 10 yılı, yani Köprülüler dönemine olabildiğince bir araştırmacı davranışıyla ışık tutmuş ve döneme ilişkin nesnel bilgiler sunmaktadır. Bu kitabın genelde Türk tarihi ve bilim dünyasına, kuşkusuz Türk okuyucusuna kazandırılması; özelde Latin ve edebiyatı bölümünde  Ortaçağ Latincesi’nin temelini atma bağlamında gramer ve syntaksını, filolojik incelemesinin yapılması gerekir diye düşünüyorum. Türkçe’de, bu kitaba ilişkin bir kaç cümle ya da paragraf alıntıları içeren bazı makaleler dışında, başka önemli bir çalışma olmaması doğrusu üzücüdür. Oysa ta 1730’dan başlayarak kitabınTürkçe-Latince-Almanca birkaç yazar tarafından yayınlanmış baskıları bulunmakta. Yine tanınmış bazı yayınevleri tarafından hem tıpkıbasım olarak hem de Türkçe-Latince-İngilizce versiyonları var. Kuşkusuz Macarca’ya da kitap çevrilmiş ve hakkında yazılmış çeşitli makale ve kitaplar mevcut. Bu bağlamda Macar Türkolog Gregory Harzai’nin çalışmaları dışında, son yıllarda Gabar Karman, yazar üzerinde yazdığı doktora tezini,[1] Ungarn-Jahrbuch 32 (2014-2015)’da Almanca da yayınlamış bulunmaktadır. 

Konu Üzerinde Mevcut Bazı Çalışmalar

Batı Türkçesini öğretmeğe yönelik Latin harfleriyle yazılmış bilinen ilk transkripsiyon metni 1533 tarihlidir. Bu tarihten sonra yazılan transkripsiyon metinleri Arap alfabesine dayalı Osmanlı imlasının gizlediği fonetik ve morfolojik gelişme ve değişmeleri göstermesi bakımından dikkate değer. Aynı zamanda transkripsiyon metinlerindeki Türkçe diyaloglar konuşulan Osmanlı (Halk) Türkçesinin ortaya çıkarılması bakımından önemlidir.

Batı Türkçesi hakkında genel bilgiler Anadolu, Balkanlar, adalar, Irak, Suriye, Güney ve Kuzey Azerbaycan’da XIII. yüzyılın başından itibaren yazılmaya başladı. Oğuz Türkçesi temeline dayalı Türkçeye, Türk şivelerinin sınıflandırılmasında batı grubunda yer almasından dolayı “Batı Türkçesi” adıverilmektedir.  Batı Türkçesini ise ana hatlarıyla şu üç devreye ayırmak mümkündür: a. Eski Anadolu Türkçesi (XIII-XV. yüzyıllar), b. Osmanlı Türkçesi (XV-XX. yüzyıllar), c.Birinci Klasik Osmanlı Türkçesi (XV-XIX. yüzyıllar), d. İkinci Yeni Osmanlı Türkçesi (XIX-XX. yüzyıllar), e. Bugünkü Türkiye Türkçesi (XX. yüzyıl ve sonrası). Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesine nazaran metinlerin daha sade yazıldığı bir devredir. İstanbul’un fethi ile bir imparatorluk dili hâline gelen Türkçe, Arapça ve Farsça yapılarla örülü başka bir dilmiş gibi düşünülmeye başlanmıştır. Bunda İstanbul’un bir kültür merkezi haline gelerek medreselerde Arapça ve Farsça eğitiminin önem kazanması, Osmanlı aydınlarının bir edebiyat dili olarak kabul ettikleri Farsçaya ve Farsça mazmunlara edebi eserlerinde önem vermelerinin payı büyüktür. Aydın zümrenin yazı dili haline gelen bu suni dil giderek halkın anlayabileceği düzeyden uzaklaşmıştır.[2]

Avrupalı yazarların Türkçe transkripsiyonlu metinleri konusunu Doç.Dr. Ömer Yağmur ve diğer birkaç yazarın konuya ilişkin yazdıklarıyla toparladıktan sonra özelde kitabın içeriğini ayrıntılamaya geçmek yerinde olacak.

«Türkiye Cumhuriyeti’nde Latin alfabesinin kabulü 1 Kasım 1928 tarihidir. Bu tarihten önce kullanılan imla (yazım) Arapçanın ünsüz sistemine dayalı, İranlılardan alınan /p/, /ç/ ve /j/ harfleri ile Türklerin /ñ/ (damaksı n) harfinin Arap alfabesine eklenmesiyle oluşan Osmanlı alfabesidir. Lakin, Latin harfleri ile yazılan Türkçe metinleri XVI. yüzyılın ilk yarısına kadar götürmek mümkündür.[3] Sayıları çok fazla olmayan transkripsiyon metinleri (transcribed texts) dediğimiz bu metinler, Osmanlı Türkçesi döneminde Arap alfabesine dayalı Osmanlı alfabesinin sınırlayıcılığına bağlı kalınmadan Batılı yazarlar tarafından kendi alfabe sistemleri ile kaleme alınmıştır. Bu metinlerin büyük bir çoğunluğunu Batılı yazarların Türkçeyi öğrenmek ve kendi insanlarına öğretmek amacıyla yazdığı konuşma kılavuzları, sözlükler ve gramerler oluşturmaktadır. Bu eserlerin yanında, Osmanlı coğrafyasında elçilik heyetiyle veya tutsak olarak bulunmuş ya da bu bölgeye ilgi duyan Batılı yazarlar, bazı seyahatname veya hatırat tarzı eserlerinde de çeviri yazılı olarak kısa Türkçe metinlere, bazen de küçük sözlüklere yer vermişlerdir. Bu metinlerde geçen Türkçe kelimeler, yazarlar tarafından kendi dilinin imkanları nispetinde Latin, Grek, Kiril gibi alfabe sistemleri ile yazılmış, böylelikle kalıplaşmış Osmanlı imlasından tespit edilemeyen bazı kelimelerin telaffuzları duyulduğu şekilde metne aktarılmaya gayret edilmiştir. Bunun içindir ki bu metinler transkripsiyon metinleri ya da bir diğer adıyla çeviri yazılı olarak adlandırılmıştır. Latin harfleri ile yazan Batılıların yanı sıra Osmanlı hizmetine girmiş yabancılar da bu alfabeyi kullanmışlardır. Mesela, III. Selim döneminde Padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’ın sarayını yaptırmak için görevlendirilen Danimarkalı mimar Merling Osmanlı yazısını öğrenmeden padişahla Latin harfleri ile yazdığı Türkçe mektuplar ile haberleşmiştir.»[4]

Yunus İnce ve Bayram Akça, ortaklaşa yazdıkları, 1460’dan 1860 yılına kadar bu konuda 33 çalışmadan sözettikleri ayrıntılı olduğu kadar da önemli makalede, Avrupalıların Türkçe’yi öğrenme merak ve isteklerini biraz duygusal, biraz da milliyetçi gözle şöyle özetlemektedir:

“Erken modern dönemde (1450-1750) Osmanlı Devleti ile ekonomik, siyasi ve askerî ilişkileri olan Avrupa toplumlarında Osmanlılara yönelik bir korkunun varlığı bilinmektedir. Türklerle askerî alanda baş edememekten kaynaklanan bu korku, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı merakına dönüşmüştür. Bu da giyimde, müzikte ve sanatta Osmanlıyı taklit şeklinde tezahür etmiştir. Türkçe öğrenme arzusu da bunun doğal yansımalarından birisidir. Türkçenin bu dönemde bir lingua franca, yani ortak dil olarak benimsenmesi dikkat çekicidir. Türk

korkusunun ve bunun doğurduğu Turquerie akımının Avrupa’da Türkçe öğrenme merakına etkileri ve bunun sonuçları tartışılacaktır... Ayrıca matbaanın Latince dışındaki dillerin -bu arada Türkçenin öğrenilmesindeki etkisine de değinilmiştir. Çalışmanın erken modern dönemdeki Türkçe algısını temel sebepleriyle ortaya koyması beklenmektedir.”[5]

Bireyler dahil olmak üzere halklar ya da devletler, düşmanının dilini korkudan ya da sadece merakından değil, onun gücünü ve zayıf yönlerini öğrenip kendilerini daha iyi savunmaları için öğrenir. Bilinçli ve akılcı bir davranıştır, merak duygusunun burada yeri yoktur. Hayranlık duyulan şey merak edilir. Avrupalıların Türkçe’yi öğrenmek istemeleri kuşkusuz Türkleri ve Osmanlı yönetimini daha iyi tanıma iradesine bağlanabilir. Ama unutmayalım ki, bu yüzyıllarda Avrupa Rönesans ve Reform hareketlerinin içinde, matbaanın icadıyla birlikte aydınlanma çağına doğru hızla ilerlemektedir din savaşlarına rağmen, Bazı büyük kentlerdeki Üniversitelerde Farslar, Araplar ve Türkler üzerinde araştırmalar yapılıyor, tarih kitapları yazılıyor; tez ve çeviri çalışmaları yapılıyordu. Matbaa baskılarının hızla yayılmasıyla kitaplar çoğalmış okuma-yazma oranı yükselmiş Latincenin yanı sıra yerel ve ulusal dillerde de kitap yayınları artma göstermiştir. Osmanlı başkentinde hâlâ kitapları müstensihler (kopyacı yazıcılar) elle yazarak, bireysel yetenek ve alışkanlığına göre düzenleyip çoğaltırken, onlar kitapların baskı ve yayın düzenini (mizanpaj vs.) bile neredeyse bugünkü standartlara ulaştırmışlardı. Söz konusu Harsany’nin bu kitabını Kölnn’de basıldığı (1672) tarihten 10 yıl önce, yani 1662 yılında Wittenberg Üniversitesi’nde Türkler üzerinde yapılan bir tez ve yine Türkleri ve Persleri anlatan bir kitap yayınlanmıştır aynı yayınevi tarafından. Altı kent birliğinden Zittau vatandaşı (Hexapolitanus) Heinricus Pladecius Hexpolitanus’un ‘Ali Şiiler’i Ve Sünniler Hakkında Ya Da Perslerin VeTürklerin Önemli Farklılıkları Hakkında Filolojik Tartışma’adını taşıyan 15 (A4) sayfalık Latince metin içinde İbranice, Grekçe, Arapça, Farsça ve Türkçe/Osmanlıca’dan sözcükler ve cümleler de yeralmaktadır.[6]

Avrupa Halklarına Türkçe Öğreten Kitap ve Yazarı

Jakop Nagy Harsany (1615-1676/79/84) bir öğretmen, diplomat ve 1672 yılında, Türk dilini öğreten bir el kitabı yayınlamış olmasıyla tanınan bir Macar oryantalistidir. Kitabın adı : Colloquiorum familiarium Turcico latinorum Seu Status Turcicus Loquens (Türkçe Latince Dostane/Güncel Konuşmalar veya Türkçe Konuşma Durumu(Statüsü). Kitap özellikle Türkler ile Macarlar arasında kalıcı olan ilişkilerin güncel gereksinmelerine yanıt vermekle birlikte, Latince konuşup yazabilen tüm Avrupa halklarına Türkçe’yi ve Türkleri tanıtmaya yöneliktir.

Jacob Harsany’nin Türkçesi, dönemin yazı dili ve sarayın, Ulema’nın ve Umera’nın konuştuğu ve divan edebiyatının Arapça-Farsça ve Türkçe karışımı olan Osmanlıca değil, İstanbul ve Rumeli’de konuşulan Halk Türkçesidir. Alpay İğci bu konuda Gyorgy Hazai’den bir alıntıyla şu tesbiti yapmaktadır:

« György Hazai eser hakkında hazırladığı çalışmasında yazar için ‘Osmanlı İmparatorluğuna geçen Avrupalıların çok daha az bağlantı kurduğu Anadolu’ya yönelmekten ziyade Rumeli’de dolaşmış olduğuna muhakkak gözüyle bakabiliriz’ şeklinde yazmış ve onun bu görüşü, bizim yaklaşımımızı destekler niteliktedir. Ancak ünlü bilim adamının ‘Öğrendiği dilin görüntüsü de, Anadolu’dan çok İstanbul ve Doğu Rumeli doğrultusunu göstermektedir.’[7] cümlesine biz, yukarıda örneklendirdiğimiz sebeplerden dolayı Batı Rumeli’nin de katılması gerektiğini düşünüyoruz. Jacobus Nagy de Harsany, bir Macar olarak, kendi memleketinin hemen güneyinde yer alan Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş Rumeli topraklarında yol almış, muhtemelen Rumeli üzerinden (Batı Rumeli ve sonra Doğu Rumeli sahasından geçerek) başkent İstanbul’a ulaşmıştır. Güzergâh sırasında ve konakladığı yerlere de Türkçe bilgisini geliştirmiştir. » [8]  

Kitabın kapağında şu kısa açıklama vardır :

«İmparatorluk Sarayının dışındaki ya da içindeki görevlilerin hepsinin (durumu); yönetecek kişiler için olan haysiyet, nitelik, lütuflar (görevler); yönetim biçimi (rejimi), devletin kara ve deniz gücü; keza huyları, adetler ve  merasimler, çeşitli alışkanlıklar; din ve mezhepler ve de dindarlar vs., konuşmalar aracılığıyla sanki bir aynada yansıyormuş gibi, canlı bir biçimde gösterilmekte, ayrıca gerekli notlarla açıklanmaktadır.»

Kitap 8 ana başlık ya da bölüm (Caput) olarak düzenlenmiş; hancı (Ignotus), yolcu (Viator), yol kılavuzu (Dux Viae), çerçiler-dükkancılar (Institores), tüccarlar (Mercatores), çevirmen (Interpres), elçi (Legatus) vb.kişiler arasındaki konuşmalar, kurulan cümlelerin, kısa ya da uzun paragraflardaki  Türkçe açıklamaların latince karşılıkları ayrıntılı biçimde verilmiş. Ayrıca her bölümün başında birkaç satırlık içerik özeti var. Kitabın genellikle birbiriyle ilişkili konular üzerinde verilen karşılıklı konuşmaları içerecek biçimde 8 ayrı bölüm oluşturulmuş.

Birinci bölümdeki, handa ve İstanbul yolunda, hancı (ignotus), yolcu (viator), yol kılavuzu(dux viae) arasında geçen konuşmaların, sayfaları da belirtilerek tümü verildi. Zaman zaman konuşan kişilerin karıştırılması düzeltilmiş ve sözlerin hangi kişiye ait olduğu belirtilmiştir. Diğer bölümlerden de ilginç bulduğumuz ve bilgilendirici bazı anlatıları örneklemeyi uygun bulduk. Latince tarnskripsiyonlu 17.yüzyıl Türkçesi italik, ayraç içinde günümüz Türkçesi normal, Latince karşılıkları ise bond’lu (koyu) yazıldı. Örnek olarak verilen uzun anlatıların Latince karşılığının tamamını yazmak gerekli görülmeyip, genelde baştan ve sondan birkaç satırla yetinildi.

Kitabın 12 sayfası ithaf ve önsöz, 510 sayfası Türkçe-Latince konuşmalar ve açıklayıcı bilgiler, 25 sayfası indeks, 10 sayfası Muhammed’in Vasiyeti’ne ayrılmıştır.* 16.ve 17. Yüzyıllarda Avrupa halklarına Türk dilini öğretme, Osmanlı yönetimini ve Türkleri tanıtma girişimlerinde Jacob Nagy Harsany’nin övgüye değer başarısı asla yadsınamaz. Bu yüzyıllarda yapılan çalışmaların hiçbiri bununla kıyaslanacak denli geniş kapsamlı ve öğretici olmamıştır.  

Kitapta Osmanlı Halk Türkçe’sinde kullanılan harflerin Latince trans

!kripsiyonu ve bazı örnek sözcükler:

Ş: s, symdiden (şimdiden),

S : sz, szabanuz (sabahınız),

C: gc, tz, tj, tz, tc, gsevaba (cevaba),

 Ç: ts, cs, hits (hiç),  

G: gy, gyün (gün),  

Y: j, ejgce (eyice),

Y, i, iahod (yahut),

SS: Almanca’da kullanılan kuyruklu B, ssagh (sağ),

Ğ gh,

İ: e,

Ö: ü,

H: ch, kh.

N: m

* Kitaba ek olarak sunulan, dindar bir hristiyanın Muhammed Peygamber ve İslam dini hakkında görüş ve düşüncelerini içeren, yani, yazarın kendi görüş açısından İslamı tanıtan bu on sayfalık bölüm de dikkat çekici bir çalışma gibi görünüyor. Onun da Türkçe’ye çevrilse yararlı olur düşüncesindeyim.

 

[1]  A 17th Century Odyssey in East Central Europe, A Biography of Jakab Harsanyi Nagy, Central European University, Hungary-Budabest, 2010

[2] Agâh Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Ankara, TDK, 1972, s. 11.

3Ayrıca Türkler arasında on üç yıl esaret hayatı yaşamış bir Macar olan Bartholomaeus Georgiević’in 1544’te yazdığı De Turcarum ritu et ceramoniis (Türklerin adet ve gelenekleri) adlı kitabını görmekteyiz. Georgiević’in Türkler hakkındaki gözlemlerini anlattığı bu eserdeki altı sayfalık Latince-Türkçe sözlük ve bir Hristiyan ile Müslüman arasında geçen diyalog Türkçenin o güne kadar matbaada basılmış belki ikinci Latin harfli transkripsiyon metni olmalıdır. İ.K.

[4] Ömer Yağmur 2014 s.206 : (Doç.Dr. Ömer Yağmur, ‘Erken Dönem Türkçe Transkripsiyon Metinleri ve Bunların Dil Araştırmaları Açısından Önemi’, FMS İlmi Araştırmalar, İnsan ve Toplum Bilimleri Dergisi Sayı 4, İst. 2014, s.202-217.

[5] Yunus İnce ve Bayram Akça, ‘Osmanlı Döneminde Latin harfleriyle Türkçe Yazılan Eserler ve Yazarları’, https://doi.org/10.32704/erdem.471084.

[6]İsmail Kaygusuz’un özel digital arşivinde incelenmesi henüz tamamlanmamış dosyadan. 

[7] György Hazai, Jakab Harsany ‘Nagy’ın Latin Harfleriyle Yazılmış Türlçe Metinleri’, Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 308, Ankara,1971, s.47-59.

[8] Doc.Dr. Alpay İğci, ‘1672 Tarihli Colloquia Familiaria Turcico-Latina’da Tarihî Ağız ve batı Rumeli Tarzı Fiil Çatısı’, Diyalektolog (2015), sayı 10, s.71-76) »

 

 

Devamını buradan; okuyun...