Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

ŞAH KALENDER ÇELEBİ’NİN OSMANLI ZULMÜNE BAŞKALDIRI MÜCADELESİ

İsmail Kaygusuz

Giriş

“Yükselme Devri” adını taktıkları dönemin, tam 46 yıl tahtta oturan en büyük padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) sekizinci padişahlık yılında Anadolu’da büyük bir toplumsal başkaldırı, bir halk hareketi yükselmişti. Bu hareketin başında Hünkâr Hacı Bektaş Veli evlâtlarından dergâh postnişini Kalender Çelebi(1476-1527)  bulunuyordu. Kırşehir-Aksaray-Niğde ekseninden yükselen isyan, birkaç ay içerisinde Doğu’ya doğru tüm Anadolu’yu sarmış, üzerlerine gönderilen Osmanlı ordularını peşpeşe yenmiş ve Muhteşem Süleyman’a tahtında korkulu rüyalar yaşatmıştır. Solakzade, Peçevi, Müneccimbaşı vb. Osmanlı tarihyazıcıları lânetliyerek, küfrederek geniş biçimde bu isyanı anlatmaktadırlar. Kalender Çelebi isyanı, “Oğlan Şeyh Maşuki” romanımın yaklaşık 30 sayfasını kapsamaktadır. Burada sizlere Kalender Şahı’ın, diğer adlarıyla Civan kalender, Kalender Abdal, Kalender Çelebi’nin büyük mücadelesini olabildiğince kısa tıtarak atlatmaya çalşacağım 

Kalender Öncesi Başkaldırılardan Kısa Bir Özet

1511 Şah Kulu Ayaklanması Teke Yarımadası’nda, 1512 yılı Nur Ali Ayaklanması Doğu Anadolu’da, Erzincan’dan başlamasına karşın, Kalender öncesi isyan hareketlerinin başlangıç alanı tamamıyla Orta Anadolu’dur. 1517 yılında Amasya ve Tokat’ta başlayan başlayan Bozoklu Celal ayaklanması iki yıl sürmüş, Amasya, Tokat, Zile, Artukabâd ve Sivas yörelerinde etkili olmuş. Osmanlı beylerbeyi oduları ve Dulkadir beyi Şehsuvar Ali Bey güçleriyle çatışmalar sonucu Şeyh Celâl öldü. Bu olay sonrası Anadolu’da ortaya çıkan bütün halk hareketleri “Celâli” olarak anılmaya başlandı.

1519’da Şah Ve­li ayak­lan­ma­sı, 1525-1526 Süğ­lün veya Süklün Ko­ca ve Baba Zünnun ayak­lanması peşpeşe devam etti. Süğlün Koca-Baba Zünnun eyleminin bastırılmasından kısa bir süre sonra ardı arkası kesilmeyen baskı ve kıyımlar nedeniyle Bozok bölgesinde olaylar yeniden patlak verdi. Eylemin öncülüğü Zünnunoğlu diye anılan biri tarafından yürütülüyordu. Öncekiler gibi, çıkan çatışmalarda güçlü Osmanlı ordusu karşısında isyancılar ağır bir yenilgiye uğradı.

Kalender Çelebi İsyanı’nın Başlaması

Aynı yılın Mart ayında Kalender Çelebi ayaklanıp Kırşehir yöresinden Kazova’ya doğru harekete geçmişti. Baba Zünnuncuların eylemiyle aynı yıl ya da birbirini izleyen yıllarda ortaya çıkan bu iki ayaklanma, Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inançlı halk kitlelerinin ilk ciddi toparlanışıdır. Bizce bu, Alevi-Bektaşilerin Hacı Bektaş Dergâhı’na manevi bağlılığın siyasasal birliğe dönüşmesi “İstanbul şehrindeki tac-ı devleti” elegeçirmek için bilinçli bir andlaşma ve güçbirliğidir. İran Şahları’ndan bir yarar gelmeyeceği kesinlikle anlaşılmış. Bu birliğin lideri olarak Hünkar Hacı Bektaş Veli’nin torunlarından Dergâh’ın postnişini Kalender Çelebi’yi kendilerine Şah seçmişlerdir. Olasıdır ki Dergâh’ta yapılan birlik toplantılarında hâlâ, İran’ın yeni Şahı Şah İsmail oğlu Tahmasp’tan yardım bekleyenler ve Şah’a gidip onunla konuşmasını, hatta Kalender’i etkileyecek kadar arzu edenler mevcuttu. Böyle olduğunu, dönemin önemli bir tanığı olan Koyun Abdal gibi bir aşığın hüzün dolu, ağlamaklı bir şekilde, adeta yalvaran şiirinden anlıyoruz:

Seni şaha gider derler
Gel gitme güzel Kalender
Anan atan yüzü suyun
Terketme güzel Kalender

Bölük bölük oldu beyler
Yedilmez oldu yedekler

Terketme bizi Kalender

Gel gitme güzel Kalender

Sen Hacı Bektaş oğlusun

Şu aleme dopdolusun

Sen de bir erin oğlusun

Gel gitme güzel Kalender

Koyun Abdal durmuş ağlar
Kurulmaz oldu otağlar

Dikildi sayvanlar tuğlar

Gel gitme güzel Kalender 

Elbette ki Kalender Çelebi Şah Tahmasp’a gidip yardım dilememiştir. Bunu öğrenir öğrenmez artık Koyun Abdal’ın üzüntüsü geçmiş; beylere, ağalara, hatta dağlara ve kayalara sevincini şöyle haykırıyordu:

İşidin beyler ağalar

Pirim Kalender geliyor

Yüce dağlar sarp kayalar

Pirim Kalender geliyor…

Artık Kalender Şah isyanın başındadır. Ancak Kalender Şah’ın daha önceden, yeni Şah’ın babası Şah İsmail Hatayi ile iki kez görüşmüş olduğunu belirleyen bazı açık belgeli ve bazı dolaylı kanıt ve söylemler vardır. Bu görüşmelerden birincisi 1508’de, Kemalpaşazade’nin ifadesiyle “Serhat-i Rum’da (Sivas)”, yani Osmanlı’ın doğu sınırında; Yıldız Dağı eteklerinde gerçekleşmiş. Diğeri ise, 1519 ile 1524 arasında bir heyetle Tebriz’e giderek Şah’la görüşmesidir. Şah Hatayi’nin bu görüşmeyi anlatan aruz vezniyle yazdığı bir şiiri vardır.   

Kalender Şah Ayaklanmasının Geçirdiği Süreçler

Genel olarak büyük isyanın çıkış nedenleri şunlardı: 1. Anadoluyu kasıp kavuran yoksulluklar. 2. Toplumun üzerindeki kesintisiz süren baskı ve kıyımlar. 3. Halkın üretiminin çeşitli adlar altındaki kaldırılamayacak ölçüde ağır olan vergiler yoluyla yağma ve talan edilmesi ve bunun sonucunun doğurduğu aşırı yoksulluk. 4. Sultanın kulları sayılan toplumun sürekli sonu gelmez seferlere götürülmesi ve gidenlerden bir çoğunun geri gelmemesi 5. Türkmen kökenli büyük çoğunluğu Sünni timarlı sipahilerin timarlarının, yani işledikleri toprakların ellerinden alınması. 6. Adalet dağıtmakla yükümlü kadıların adaletsizliği ve başını alıp yürüyen rüşvet ve yolsuzluk. 7. Bitmek bilmeyen sıkıntı ve baskılardan bunalan toplumun devlet idaresinden hoşnutsuzluğu. 8. Kızılbaşlık inancının dinsizlik ve cürüm/suç nedeni sayıldığından mensuplarının katlinin vacip görülmesi.  9. Bu nedenle özellikle bölge kadılarının ihbar ve suçlamaları sonucu, Dersaadet’ten gelen Padişah fermanlarıyla güvenlik güçlerinin aralıksız Kızılbaş avına çıkmaları. 10. Halkın geçim kaynağı tükenmiş kaybedecek bir şeyi kalmadığından başkaldırı zorunlu hale gelmiştir.

Ankara, Kırşehir, Bozok (Yozgat) Tokat, Sivas, Erzincan, Maraş, Adana ve Tarsus Kalender öncesi ayaklanmaların alanı olmuştu. Kazova’ya sancak dikildiği takdirde Kalender Şah bütün güçlerin birleşmesini sağlayabilirdi. Pir Sultan Abdal bir nefesinde bunu dile getirmiştir. Zamanın velisi Kalender donunda Ali’nin zuhur ettiğine inanan Pir Sultan ona sesleniyordu:

Gözleyi gözleyi gözüm dört oldu

Alim ne yatarsın günlerin geldi

Korular kalmadı kara yurt oldu

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

       (…….)

Mümin olan bir nihana çekilsin 

Münafık başına taşlar üşürsün

Sancağımız Kazova'ya dikilsin

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

     (...)                                    

Pir Sultan Abdal'ım bu sözüm haktır

Vallahi sözümün hatası yoktur

Şimdiki sofunun yezidi çoktur

Ali'm ne yatarsın günlerin geldi

Ayaklanmayı bastırmak için Sadrazam İbrahim Paşa görevlendirilmiştir. İbrahim Paşa karargâhını Aksaray’la Karaman arasında bir yere kurdu.  Anadolu beylerbeyi Behram Paşa ile Karaman beylerbeyi Mahmud Paşa eyalet askerleriyle ona katılmış. Her iki Paşa'nın askeri birlikleri, Kazova'ya yönelen Kalender Şah'ın ardına düşmüşlerdi. Kazova'da yapılan korkunç savaşta Kalender'in yoksul köylü Kızılbaş savaşçıları Osmanlı ordusunu bozguna uğrattı.

Birleşik Osmanlı ordusuna karşı Kalender güçlerinin verdiği ikinci amansız mücadeleyi, yani Cincifle savaşını, Maşuki romanının yazarının Osmanlı tarihyazıcılarının anlattıklarına dayanarak kurguladığı Kalender Şah’ın, Pir Ali Aksarayi’ye yazdığı mektuptan okuyalım. Onun ağzından duymuş gibi olacaksınız:

Kalender Abdal Şahnamesi

Çok muhterem müsahib biraderim,

Evvela selam ve muhabbetlerimi sunar gözlerinden ellerinden öperim kardaşım. Belki haberini almışsındır; namem eline ulaştığında herhalde beşinci gün olacak ki, Cincifle denilen mahalde Osmanlının inkâr kuvvetlerinin belini kırdık Şah-i Merdan Ali’nin himmetiyle. Beli Sultan’ım, Kazova’da ellerini ayaklarını budamıştık Osmanlı’nın, bu kez gerçekten belini tam orta yerinden kırdığımıza inanıyorum. Dulkadiroğulları’ndan üç oymak, savaşın sonlarına doğru yetişip bize katıldılar. Belki de, onların yardımıyla bu zaferi kazandığımızı içinden geçirmişsindir, ama öyle değil. Gazilerim bendini yıkan sel gibi düşmanın üstüne saldırmış aman vermiyordu. Düşünsene bir; Karaman beylerbeyi Mahmut paşa, Alaiye beyi Sinan, Amasya beyi Koçi haini ve yoksul halkın iliklerini emen Anadolu Timar defterdarı Ruhi ve Karaman defterdarı kethudası Şeyh Mehmet beyin birliklerinden oluşan kocaman Osmanlı ordusunu darmadağın ettiler. Paşalar, beyler ve defterdarlar baskınlarda ya da kaçarlarken öldürüldüler. İyi ki esir düşmediler; yoksa benim yufka yüreğim dayanamaz ve salıverirdim. Benim kardaşım diyeceğim o ki, bu Dülkadirli oymaklarına güven duymuyorum ben. …Dulkadirli Şehsuvaroğlu Ali beyi hatırla; …Osmanlıyla işbirliği yapıp, kıymetli ve rahmetli taliplerim Şah Veli, Süklün Koca Dede, Zünnun Baba ayaklanmalarını bastırmada yardımcı oldu. Yol kardaşlarını katletmekten geri durmadı, Padişah’ın bağışladığı yeni arazilerle timarını genişletmesi uğruna. Bunun içindir ki, baştan beri yanıbaşımda bulunan Veli Dündar can dışında, Dülkadirli beylerin hiçbirine güvenemiyorum.

 Savaş sonunda üç gün boyunca derlenip toparlanmaya çalıştık. Şehitlerimizin cesetlerini toplayıp gömdük. Kaybımız fazla olmadı; düşmana verdirdiğimiz kayıbın onda biri bile değildi. Tanrının rahmeti hepsinin üzerine olsun. Muhammed’in şefaatından, Şah-i Merdan’ınhimmetinden mahrum kalmasınlar. Üçüncü gün Cuma akşamı şehitlerimiz için dârdan indirme ve birlik cemleri yaptık; bu dünyadaki tüm kusur ve kabahatlarından arınıp, yaşayan canlardan razılık alıp ak-pak Hakka yürüdüler; onun muhabbetinde buluştu, bütünleştiler. Gazilerimle yaptığımız bu büyük Cem’de sabaha kadar dağ-taş gülbenk, saz ve deyişlerle inledi………..40 bini aştı silahlı asker gücümüz. Düşman birliklerinin bir çoğu da tüm ağırlıklarını savaş meydanında koyup kaçtılar. Bu savaş ganimeti, silahlar dahil her türlü ihtiyaç malzemesinin tükenmeye yüztuttuğu anda imdadımıza yetişti. Bütün askerlerimizi tam anlamıyla donattık, maneviyatları çok yüksek. Yüzbin Osmanlı askeri de gelse önünde duramaz artık; Osmanlı’nın bu baskı düzeni yıkılmalıdır! güneydoğuya Safevi sınır boyuna, Maraş ve Malatya topraklarına doğru yürüyüşümüzü sürdürüp gücümüzü daha da artırdık. Osmanlı ordusunu peşimizden içerilere doğru çekerken, bir yandan da gece baskınlarıyla iyice yıpratıp, Adana çevresindeki ve İçel-Tarsus hattındaki isyancılardan Tonuzoğlu ve Atmaca’nın kuvvetleriyle de birleşince Maraş, Malatya arasında Nurhak çevresinde tümüyle yoketmeyi düşünüyoruz.  Sonra yönümüzü batıya döndürüp, Pir Sultan zakirimin dediği gibi ‘Padişah’ın tacı ile tahtını’ almaya ve halkı ‘mülkün iyesi’ yapmaya gideriz........

İmza: Kalender Abdal, bende-i Şah-ı Velâyet ve evlâd-ı kutbu’l arifin Hünkâr Hacı Bektaş Veli”  

Kalender Çelebi Başkadırısının Sonu

Kalender Çelebi Cincifle zaferinin arkasından, hemen harekete geçerek, morali çok yüksek olan isyancıların güneye doğru yürürken, başıbozukluk ve disiplinsizliğe düşmeden ilerlemiş, hatta Osmanlı güçlerine karşı başarılar da kazanmışlardı. Dağıtılmış Baba Zünnun isyancıları toparlanmaya başlamış, Adana/Kilikya bölgesinde birlikler oluşturarak kuzeye yönelmiş, Maraş’a doğru çıkıyorlardı.

Akıllı olduğu kadar da kurnaz olan Sadrazam İbrahim Paşa, Cincifle yenilgisini asla onurununa yediremedi. Çok kısa zamanda caşıtları aracılığıyla da Dulkadirli beylerin gerçek niyetlerini anlamış oldu; gönülsüzdüler, timar arazileri ellerinden alındığı için yönetime çok kızgındılar. Öyle ki, Dulkadirli Çavlı oymağı beyi yakınlarına; “Padişah topraklarımızı geri verse, toprağımızı işler Osmanlı’ya asker yetiştiririz. Böyle bir ferman çıksa hemen geri dönerim. Gitmem bu Kızılbaş’ın peşinden” dediğini öğrendi.

Bu beylere elkonulan yurtlarının, dirliklerinin, tımar arazilerinin genişletilerek geri verileceği sözü verildi. Bu çıkarlar karşılığı Osmanlı yöneticileriyle anlaşma sağlayan çevreler Kalender Çelebi saflarını özellikle geceleri hızla terketmeye başladılar. Öyle ki, Banaz ve Karaçayır kuşatmalarını yarıp çıktıktan sonra güneye, Maraş-Nurhak Dağları yöresine yöneldiklerinde, bu ayrılmalar önlenemiyecek biçimde hızlanmıştı. Kalender Şah’a katılan Dulkadir Beylerinden sadece Veli Dündar, verdiği ikrardan dönmeyerek ona ihanet etmemiş ve Pir’ini yalnız bırakmamıştı.

Gelişmeleri yakından izleyerek durumu öğrenen Sadrazam İbrahim Paşa, isyancıların üstüne saray çaşnigirlerinden Belalı Mehmet ve Deli Pervane adındaki adamlarının komutasında, İstanbul’dan birlikte getirdiği yeniçeri ve atlı sipahileri gönderdi.

Bu güçler 8 Ramazan (22 Haziran) 1527 günü Maraş - Nurhak Dağlarında bulunan Başsaz Yaylası’nda* ayaklanmacılar üzerine ansızın baskın düzenlediler. Bu ansız saldırı az sayıda bulunan Kalender Çelebi saflarının toparlanmasını ve şaşkınlığı üzerlerinden atmasını önlemişti. Aralarında kıyasıya bir çatışma çıktı. Savaşın sonunda, 40 binden 3 bine inmiş Kalender Çelebi güçleri ağır bir yenilgiye uğradı. İsyana katılanların büyük çoğunluğu kılıçtan geçirildi. Önderler öldürüldü. Ayaklanmacıların başında bulunan Kalender Çelebi ve Kalender Çelebi’yi sonuna dek yalnız bırakmayan Veli Dündar’ın başları kesilerek atların terkilerine bağlanıp, daha sonra bal torbalarına konularak Süleyman Padişah’a gönderildi.

İmam Hüseyin Kerbela çölünde tek başına kaldığında, aldığı onca kılıç ve ok yarasına rağmen dimdik ayakta yalın kılıç, nasıl gücü kesilinceye kadar mücadele verdiyse; Kalender Abdal da boyun eğmedi, bir başına göğüs göğüse savaşarak, direnerek ölüme gitti.

      * Nurhaklıların evsahipliğinde Tokat, Amasya, Gaziantep, Urfa’dan çeşitli adlar taşıyan Alevi-Bektaşi Dernek üyeleri ve yakın ilçe ve köylerinin katılımıyla, 19 Temmuz 2019 günü çok kalabalık bir topluluk tarafından Şah Kalender Çelebi anıldı. Anma töreni, başta Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişini sayın Veliyettin Ulusoy olmak üzere, dernek başkanları ve bir-iki yetkin kişinin Kalender Çelebi hakkında yaptıkları konuşmalar, coşkulu Semah gösterileri, zakirlerin çalıp çığırdıkları Kalender Çelebi ve diğer ozanların nefes ve deyişleriyle gece yarısına kadar sürdü. Gönüllerin birlendiği bu coşkulu gecenin ardından 20 Temmuz günü öğleye doğru, Nurhak Dağları’nda artık Başsaz adının unutulduğu yaylayı ziyaret ettik.

      

        Yüksek kayalıkların sıralandığı iki derin vadinin birleştiği yeşil bir alan burası. Kim olduğu ve hakkında hiç birşey bilinmeyen Kara Dede’nin türbesinini bulunduğu mezarlığın karşısında; piknik için veya türbe ziyaretine gelenlerin sığınması, oturup dinlenmesi veya sofra açıp yemeklerini yemeleri için direkler üzerine kurulmuş dört yanı açık ve üstü kapalı birbirine bitişik iki salon bulunmakta. Tahminen 150-200 metrekarelik bu çok eski mezarlığın içinde 1-1,5metre yüksekliğinde kumtaşından kesilmiş üç mezar taşı, dallarına çaputlar bağlanmış birkaç çam ağacı ve çoğu devrik düzgün olmayan küçük mezar taşları göze çarpmaktadır. İki derin vadinin birleştiği yaylaya geniş ağızlı bir borudan fışkıran bacak kalınlığı buz gibi kaynak su hayat vermektedir. 

 

      Yayla stratejik bağlamda, bir askeri birliğin düşmandan korunması için saklanmaya çok uygun bir alan olduğu kadar; herhangi bir biçimde yer tesbiti yapıldığında, kaçış yolunun olmayışı nedeniyle bir baskınla toptan yokedilmesi de kaçınılmazdır. Buradaki Kara Dede mezarlığının, Başsaz kırımında şehit edilen Şah Kalender Çelebi erlerine ait olması çok büyük olasılıktır. Kuşkusuz bu olasılık, ancak yapılacak bir sondaj kazısında çıkarılan kemiklerin C14 testi sonucu gerçeğe dönüşebilir.

     Bu semte Kalender Çelebi Yaylası veya Kalender Çelebi Vadisi adı çok yakışır. Halk arasında bu adla çağrılmasını herhangi bir sakıncası olmasa gerektir. 22 Haziran 1527 yılında, Hünkâr Hacı Bektaş Veli Dergâhı Postnişin’i Mürşid-i Kâmil Kalender Çelebi ve onu terketmeyen erlerinin toptan şehit edildiği o zamanki adıyla Başsaz yaylasına bu adın verilmesi, onların acılı hatırasına saygı gereği bir eylem olacaktır.