İsmail Kaygusuz
Tayyip Erdoğan Hükümetinin toplumsal sorunları, somut olarak Kürtlere rağmen(!) Kürt sorununu, Alevilere rağmen(!) Alevi sorununu çözmek için başlarda kullandığı açılım, çalıştay benzeri kavramlar çerçevesinde aldığı kararların, göstermelik çabaların birer kandırmaca olduğu tam anlamıyla ortaya çıktı:
Başbakan veya yardımcıları konuşmalarında 'ileri demokrasi'den sözettikleri oranda, düşünen beyinlere zincir ve konuşan ağızlara kilit vurulmak istercesine baskılar arttı. Yeni Anayasa çalışmaları, başbakanın 'tek adam' ya da 'sultan' olma yolundaki tutkusunu gerçekleştirmek için başkanlık sistemi formülleri aramaya dönüşerek kilitlenmeye/tıkanmaya uğradı.
Suriye, Filistin ve Irak olaylarında, yanlış dış politikalar yüzünden hükümetin uğradığı başarısızlıklar da eklenince gündemin hızla değişmesi gerekiyordu. Daha önce sözedilerek geçiştirilen El Tayyip Camisi'ni gündemin göbeğine oturttu sayın Başbakan! Evet, bu kez de genelde İstanbul, özelde çevre halkına rağmen, Çamlıca tepesine El Tayyip Cami'sinin kondurulması kararlılığında olduğunu görüyoruz. Toplumsal barışı sağlayacak ve ülkeye demokrasiyi getirecek bu iki ağır sorunun (Kürt ve Alevi sorununun) çözümünde; sadece devletin kendi tanım ve isteklerini dayatmadan, gerçek taraflarla görüşüp tartışarak gidilmediği için, alınan kararlar ve girişimler kararmış, sonuçsuz kalmıştı. Buna karşılık Başbakan'ın El Tayyip Camisi kararı, genelde İstanbul, özelde çevre halkına sorulmadan ve tartışılmadan uygulanacak ve Çamlıca Tepesi'ne bu cami kondurularak kente yeni bir profil verilmesi gerçekleştirilecek gibi görülmektedir. Sessiz sedasız açılan bir cami projesi yarışmasıyla, üç aylık bir süre içinde bir bayan mimarın hazırladığı Sultanahmet Camisinin kötü bir betonarme kopyası olan proje, ikinciliği alarak El Tayyip Camisi olmaya hak kazanmış olduğu duyuruldu!
Şimdi çevre halkının sokaklara dökülüp; "Çamlıca Tepesi'ne cami değil, etekleriyle birlikte tepeyi saracak yemyeşil geniş bir kültür ve gezi parkı kondurulmasını istiyoruz" diye haykırma cesareti gösterebileceklerini düşünebilir misiniz? Ne gezer? Çevre halkı, "zehirli gaz" ve "basınçlı su" püskürüğünden çekinerek, ama daha çok Başbakan'ın "savcılara ve polis şeflerine talimatıyla" hapse girme piyangosu kendilerine çıkar korkusuyla, Çamlıca Tepesi'nde toplanıp da günlerce sessiz oturuma geçebilirler mi böyle bir talep için? Ne mümkün?! Proje yarışması yapılıp bitmiş; birinci bulunamadığından, 300 bin lira ödüllü ikinci proje kabul edildi bile. Bu durumda, bir saat kulesi fazlasıyla, Sultanahmet Camisi'nin kötü bir taklidi olan devasa betonarme cami tepeye kondurulup, Tayyip Erdoğan adına İstanbul'a sağlayacağı yeni bir profille karşı yakadaki Selâtîn (Sultanlar) camilerine meydan okuyacak! Böylelikle belediye başkanlığından beri hayal ettiği, Tanrı'yı konuk edeceği Sultanlara yaraşır görkemli bir camiye kavuşturacaktı İstanbul'u! Bu camiye El Tayyip Camisi adını koymakla haksız sayılmayız, değil mi?
Günlerdir muhalif görünen görsel ve yazılı medyada Başbakan'ın Çamlıca'ya kurmak istediği cami konusu tartışılıyor. İzlediğim kadarıyla büyük medya köşe yazarlarından sadece biri "camiye çok mu ihtiyacımız var?" sorusunu soruyordu. Büyük bir kısmı "tamam, cami yapılmasına karşı değiliz" deyip, san'at ve mimari yönden karşılaştırmalar yaparak estetik bağlamda eleştirilerini sunmaktaydılar. Peki ama, dindar –ki aslında şeriat dindarı kastediliyor- bir nesil yetiştirmeyi amaç edinmiş olan Başbakan Erdoğan, neden Fatih veya ecdadım dediği Kanunî Süleyman'ın Süleymaniyesi değil de I.Sultan Ahmet'in yaptırdığı camiyi kendisine örnek aldı? Niçin bu camiyi mutlaka yapmak istiyor? Acaba amacına hizmet edecek önemli bir araç mıdır? Sultanahmet Camisi'nin gizli tarihini çok iyi biliyor olmalı ki, araç olarak onu seçmiş bulunuyor şeriat dindarlığı için.
İmam Ali bir toplantıda zamanın yöneticilerinden birine şöyle sesleniyor:
"1024. Duydum ki bir cami yaptırıyormuşsun devlet hazinesinden, inşallah başaramıyacaksın.
1025. Alıp dağıttığı narların karşılığını f....ile ödeyen bir kadına benzetiyorum senin şu cami yaptırma işini.
1026. Bunu anlayan insanlar ona dediler ki; bela onun üstüne olsun, ne o işi işle, ne de sadaka dağıt!" (Hazreti Emir Ali İbn-i Ebu Talib, Çev. Vedat Atil, Hazreti Ali Divanı, İstanbul 1990, s. 125)
Başbakan, El Tayyip Camisi'nin devlet hazinesinden değil, hayırseverlerin bağışlarından gelen paralarla yapılacağını açıkladı. Eğer Başbakan olarak bağış kampanyasını kendisi resmen başlatmış oluyor ki; aynı kapıya çıkar. Kaldı ki, yapılacak caminin su, elektrik, ısıtma vs.harcamalarıyla birlikte, orada hizmet göreceklerin maaşları zaten devlet hazinesinden ödenecetir. Ya Ali! Seni Alevilerden daha fazla sevdiğini söyleyen Başbakan'ın yaptığına bak; ona da birşeyler söylesen!
Şimdi büyük kabul görüp ödüllendirilen El Tayyip Camisi projesinde taklit edilen Sultanahmet Camisi'nin yapılış nedenine geçelim:
Kuyucu Murat Paşa, tahtını sağlamlaştırmak adına Sultan I. Ahmet'in fermanı ve Şeyhülislam'ın fetvasıyla Kızılbaş Celalilere boyun eğdirmek için çıktığı sefer üç yıl sürdü. 90 yaşındaki bu acımasız ihtiyar kapıkulunun zamanın genç Padişah'ının "baba" iltifatına mazhar oluşu, cesetleri kuyulara doldurulan ve kafalarından tepeler oluşturulan 150 bin yoksul insana malolmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, bu öldürülüp kuyulara atılan insan sayısı, sadece fiili savaş dışı kırımlara ait bulunmaktadır. Bir de yapılan savaşlarda iki yandan ölen binlerce insan sayısını hayal ediniz! Ve "Mavi Cami" diye ünlenen Sultan Ahmed Camisi, işte unutturulmak istenen bu dönemin unutulmaz simgesidir. Bu yapı kentin üzerinde insanı şaşkına çeviren görkemiyle yükselir ve ilginç biçimde, Osmanlı tarihinin hiç anımsanmaya değmeyen "zaferlerinden" birini anımsatır.
Osmanlı Sultanları savaş alanlarındaki başarılarını yaşatmak için böyle büyük camiler yaptırdılar. Genelde, Tanrının yüceliğine övgü olarak yaptırılan bu tür anıtların yapım giderleri savaş alanında kazanılan zafer sonucu elde edilen yağmalardan oluşurdu. Soyunun büyüklerini geçmeye çalışan I.Ahmet de çok büyükbir cami yaptırmaya karar verdi. Fakat genç Sultan, avlanmanın dışında herhangi bir nedenle bile saraydan dışarı çıkmamıştı. Dolayısıyla, yapımını istediği bu çok pahalı dinsel imparatorluk anıtına yaraşır boyutta bir zaferi yoktu. Harcamaları karşılamak amacıyla vergileri artırdı. Zamanın tarihçilerinin anlattığına göre –ki bu bilgi, ne ilkokuldan Üniversite'ye kadar okutulan tarih kitaplarında ve ne de camiyi tanıtan yazılarda asla geçmez- 1609 yılında, sadrazamı Kuyucu Murat Paşa, son büyük Celali'nin kökünü kazıma seferinden başarıyla dönünce Padişah, bu zafer için Tanrıya şükretti ve bu görkemli yapıyı yaptırma planlarını uygulamaya koyuldu. Son Celali'nin idam edildiği ayı izleyen ayda, 9 Ekim 1609'da, devlet büyüklerinin eliyle temele ilk kazma vuruldu. Şeyhülislam, Sadrazam Kuyucu Murad Paşa, vezirler ve ulemadan yüksek kişiler tümü simgesel anlamda kazma vurmuş oldu.Tarihçilerin ciddi ciddi anlattığına göre, Sultan I. Ahmet öylesine şevkle temel kazdı ki, alnının boncuk boncuk terlediği görüldü.
Dokuz yıl boyunca yapılan olağanüstü harcamalar için yoksul teba'nın sırtına yüklenen ağır vergiler ve Sultan'ın sürekli gözetimi sonunda caminin kapıları açıldı. İstanbul halkı, bugün hâlâ çok kişinin kenttekiler içinde en güzellerinden biri saydığı camiyi gördü. Planların daha önceki yapılarda görülen düşüncelerden aktarma olduğu ve mimarının amacının tasarımda denge ve ayrıntılara özen göstermek değil, Sultan'ın istediği görkemlilik ve büyüklüğü gerçekleştirmek olduğu görülmektedir. (Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi III/2, s.554, dpnt.3; CSP, Venedik, s.75(1613 tarihli) ve Goodwin, s.344'den aktaran William J. Griswold, Anadolu'da Büyük İsyan 1591-1611,Çev.Ülkün Tansel, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul,2000, s.20-24)
Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa tarafından yapılan ve tarihyazıcılarına göre "Celali belâsından kurtardığı için Tanrı'ya şükran borcu olarak adanan" bu şükür tapınağı camiye yapılan harcamalar öylesine büyüktür ki Padişah'ın, minarelerin "altından yapılmasını" buyurduğu, fakat mimarın "altı tane" anladığı ironik öyküsü anlatılır hep. Hiç bir yerde, bu büyük sanat yapıtının(!) temelindeki harcın 150 bin Kızılbaş-Celali kanıyla karılmış olduğundan, toplumsal bellekten silmek için söz bile edilmez.
21 yılı Kanuni Sultan Süleyman döneminde olmak üzere tam 29 yıl Şeyhülislamlık yaparak, Osmanlı Padişahlarını dinsel bağlamda yönlendiren fetvalarıyla onları günahlardan azade kılan (!) İskilipli Mehmet Ebussud Efendi (ö.1574), Sünni inanç dünyasının ikinci Ebu Hanefi'sidir. Batıni Alevi-Bektaşi-Kızılbaş düşmanı Ebusuud'u, Hanefi mezhebinin bilginleri mezhep kurucuları İmam-ı Azam Ebu Hanefi ile eşleştirmektedirler. Başbakan da "yetiştirmek istediği dindar ve kindar gençliğe" sevdirmek amacıyla, bu Kızılbaşlarla birlikte bilimin, felsefenin ve müziğin-sanatın düşmanı Şeyhülislam Ebusuud'a her fırsatta büyük övgüler düzerek onu göklere çıkarıyor. Böylece aynı zamanda, Ebusuud'un sevmediği ve düşman olduklarına da kin ve düşmanlık duymalarını sağlıyordu. Ebusuud zihniyetini taşıyan Başbakan, Çamlıca Tepesi'ne kuracağı El Tayyip Camisi için Sultanahmet Camisi'ni model aldığına göre Kuyucu Murat Paşa olmak yoluna mı girdi dersiniz?