İsmail Kaygusuz
Birlik olmanın çözüm yolu, Anadolu Aleviliğinin ve Alevilerin serçeşmesi, yani inanç ve bilim/bilgi baş pınarımız Hacı Bektaş Veli Dergâhından geçer. Boşalan kaplarımızı bu pınardan doldurmak ve dağılıp savrulmuş kafalarımızı-zihinlerimizi bu kaynaktan beslemek zorundayız. Serçeşme, "bilim evrendeki bütün değerlerin üzerindedir. Bilimle gidilmeyen yolun sonu karanlıktır. Her şeyden büyük olan bilim ve hilim, yani yumuşak davranış-hoşgörüdür, çünkü Hakk'a bilimle yol bulunur-ulaşılır, Halk'a yumuşaklıkla-hoşgörüyle. Yolumuz bilim, irfan, sevgi üzerinde kuruludur. Bir olalım, iri olalım, diri olalım" diyerek 13.yüzyıl Anadolu'sunda Alevi halk topluluklarını birleştirip ilk inançsal birliği sağlayan ulu Hünkâr Hacı Bektaş Veli'nin Ulu Dergâhıdır. Cemimiz ve gönlümüz orada birlenir, Cem bülbülleri zakirler ve telli Kurân'ımız orada dillenirdi.
Orası gönüllerimizin kâbesi ziyaretgâhımızdır. Kızıl Deli Sultan'a ikrar verip ona talip olmuş Sadık Abdal, 14.yüzyılın sonu 15.yüzyılın başında yazdığı Divan'ında bunu açıkça vurgulamakta ve hatta Kâbe'yi de aşırtıp "arş-ı a'lâ sidre-i âli makâmı" olarak görmektedir:
Müşerref hânkâh-ı Kâ'be-i ulya ale't-tahkik
Münevver hem tarik-i keşt-i Nuh anla bi-enkâz
(Hakikati araştırma yeri olan (Hacı Bektaş) hânkâhı-dergâhı çok yüce Ka'be (gibi) onurlandı. Oradan ışık saçan yolunu Nuh'un gemisi olarak anlamalısın; bu yol asla yıkılmayacaktır.)
Hânkâh-ı a'zam hem Kâbe-i ulya durur
Beyt-i ma'mûr ol semâi bî-yasag u bî- ferag)
(Onun ulu dergâhı hem yüce Kâbe'dir. Aynı zamanda gökte imar edilmiş, yasaksız ve vazgeçilmez kutsal evi, yani meleklerini kâbesini (temsil eder).
Ol ulûhi sırrına ekmel olan sâdıklara
Hânkâhı arş-ı a'lâ sidre-i âli makâm
(Tanrısal sırla olgunlaşmış olan sâdıklara, (Hacı Bektaş) Veli dergâhı, en yüce makam olan arş-ı a'lâ, yani tanrının oturduğu makamdır.[1]
21. yüzyılda biz Alevi-Bektaşilerin inançsal birliği de ancak onun kurduğu gönüller kâbesi Dergâhın çevresinde toplanmak ve ona bağlanmakla gerçekleşir. Bunu 90'lı yılların başlarından beri yazıyoruz, söylüyoruz.
Ne var ki yıllardır bazı politikaların veya kişisel ve kesimsel çıkarların etkisiyle değil dergâhı, Hacı Bektaş Veli'yi bile dışlamaya çalışan bazı Alevi örgütlerinin olumsuz yaklaşımlarına karşı devlet, Dergâh 'ta Alevi-Bektaşi birliği sağlanmasının Alevi-Bektaşiler için önemini, ancak kendisi açısından tehlikesini anlamakta gecikmedi. Alevi kitle örgütlerinin ayrılıkçı fikirlerini teşvik ederek, alabildiğince parçalara bölünmesini sağlarken, öbür yandan, Hacıbektaş ilçesiyle birlikte Dergâhı öne çıkartıp, kutsal merkez olarak dinsel turizm çerçevesinde önem kazandırıyordu. Bununla da kalınmadı. Bir dönemin başbakanı Mesut Yılmaz, Hacı Bektaş Veli'nin Sulucakarahöyük'te 760 yıl önce kurmuş olduğu bilim ve inanç merkezi ve dönemin bir çeşit halk üniversitesi olan dergâhından esinlenmiş davranış göstererek, Hacıbektaş ilçesinde tarih ve Alevilik araştırmalarının yapılacağı ve çeşitli bilimlerin okutulacağı bir Üniversite'den söz ediyor. Arkasından, hiç de dostça olmayan "Bektaşi Alevileri" ayırımcı kavramını ortaya atan, sonra da "Yavuz'la Şah İsmail'i barıştırmaya" soyunan başbakan Bülend Ecevit, Gazi Üniversitesi/Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Merkezi'ne açıktan destek vererek orayı Alevilik-Bektaşilik araştırmaları yapan ve bu inanç toplumu hakkında bilgi ve siyaset üreten tek devlet (resmi) kurumu yaptı. Özellikle de Hacı Bektaş Dergâhı çevresiyle sıkı ilişkilere girmek ve orayı yönlendirmekle görevli kılındı. Kısacası devlet, Alevi-Bektaşi inanç toplumunun Dergâh çevresinde birlik sağlaması, erinde gecinde geliştirip ulaşacağı süreç olduğunu iyi kavradığı için, kendi yönlendirmesi altında ve Türk-İslam felsefesi anlayışı içinde bunun gerçekleşmesini düşünüyordu.
Ancak bu etkili devlet kurumu, çok uğraşmalarına –hatta çeşitli vaatlerine- rağmen Hacı Bektaş Veli Dergâhı'nı ele geçiremedi. Bizim gözümüzde büyük bir başarı olan Gazi Üniversitesinin bu başarısızlığı, Hacı Bektaş evladı Dergâh postnişini, yani ecdadının postunda oturan değerli Mürşid Veliyettin Ulusoy'un aydın, ilerici ve bilinçli kişiliği, olgunluk ve bilgi düzeyiyle birlikte büyük sezgi gücü sayesindedir.
Dergâh 'ta Gönülleri Birlemek İnançta Birlik Sağlamaktır
Neler ve nasıl yapılması gerektiğini demokratik kitle örgütlerinden başlayarak sıralayalım. Eski bir akademisyen ve Şeyh Hasan Onar ocağına mensup bir Dede oğlu olarak düşünce ve önerilerimiz aşağıdadır:
1) Dernekler, kültür merkezleri ve cem evleri, siyaset alanı ve sadece Alevi sanatçıları çağrılı geceler, göstermelik '12 Hizmet Cemleri' düzenleme kuruluşları olmaktan çıkarılmalıdır. Yan kurumlar ya da kol etkinlikleriyle eğitim, araştırma-inceleme ve bilgilendirmeye ağırlık vermelidir. Edebiyat ve sanat (müzik-resim-dans) ve tiyatro etkinlikleri hızlandırılmalı. Daha da önemlisi başkanların alevi inancının ahlak anlayışı ve yaşamı algılayış biçimine uyması için ikrarlı ya da musahipli olmalıdır.[2]
2) Alevi Dernekleri, birlikleri ve vakıfları (Federasyon ve konfederasyonlar) ortak amaca yönelik çalışma ve araştırmaları hızla artırmalı. (Örneğin yurtdışı örgütlerde çeviri çalışmalarına ağırlık verilip, yabancı dillerdeki Alevi kaynakları araştırılarak türkçeleştirilmelidir.) Böylelikle Aleviliğin evrensel kültür tarihine katkıları araştırılıp ortaya çıkarılmalıdır. O zaman bu dernekler, bilim adamları ve araştırmacıları çekecek; inanç, kültür, doğru siyaset ve eğitim merkezlerinin kaynaklanma ve ilgi odakları olacaktır. Alevi toplumu, kendi tarihlerini doğru tanıyacaktır. Alevi toplumu kendi gerçek tarihini bilmediği için bugünü değerlendiremiyor, savrulup duruyor, kirli bilgilerle bir kaosu yaşıyor.
3) Alevilik inanç ve toplumsal-demokratik örgütlenmelerine inançsal bağlamda piramidal bir biçim kazandırılması, Alevilerin birliği için önkoşul olmalı. Piramidin tepesinde Hacı Bektaş Dergâhı ve dergâhın bulunduğu bu tarihsel kent bulunmalı. Uzun devrede, tabandan tavana geniş kapsamlı araştırmalar, inançsal-kültürel etkinlik ve çabalarla bu piramit oluşturulabilir. Ancak kısa dönemde bu piramidin oluşturulması ise tepeden başlayarak gerçekleşebilir. Bu gün hiç zaman yitirmeden, hızla bunun yöntemleri üzerinde düşünce üretip, öneriler geliştirmeliyiz.
Hacı Bektaş Veli dergâhı en başında Selçuklu ve Beylikler, daha sonra Sünni Osmanlı egemen yönetimlerin bâtıni Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inançları kuşatma, saldırı ve yok etme siyasetlerine karşı inançsal birlik sağlayarak var olma savaşımı sürdürmüştür. İnançsal birlik, gönül birliğidir. Gönüllerin birlenmesi; Hakk'ın birliğine ve de Makâlât'ta Hacı Bektaş'ın, Dilgûşa'da Kaygusuz Abdal'ın dediklerini birleştirerek söyleyelim: "Hakk'ın insanda mevcut olduğuna, yani Halîk'ın mahlûktan/Yaratanın yaratılandan ayrı olmadığına" inanmada birlik olmaktır.
Gönülden inanmakla gönüller birlenir. Bu gönül birliği olmasaydı, altı yüzyıllık şeriatçı Sünni Osmanlı egemen yönetimi bu inancı çoktan yok etmişti. Tarihsel dönemlerdeki inançsal birlik, aynı zamanda toplumsal ve siyasal birliktelikle özdeşti, birbirinden ayrılamazdı. İnanç toplulukları varoluşlarını bu özdeşleşmiş mücadeleyle sürdürebilmişlerdir.
Yüzyılımızda toplumsal ve siyasal kavramlar değişmiş farklı disiplinlerde uygulama alanları bulmuştur. Bugün Hacı Bektaş Dergâhı'nın işlevi, sadece inançsal bağlamda gönül birliğini sağlamak olacaktır. Ne Alevi demokratik kitle örgütlerini ve onların siyasal duruşlarını ve ne de Alevi meslek örgütlerini tek çatı altında toplama, Yeni Alevi Yapılanması biçiminde veya adıyla Dergâh 'tan yönetilmesi gibi bir düşünce ileri sürmek bugün için doğru olamaz. Ancak Dergâh'ın, bu türden başında açık veya kapalı 'Alevi' sıfatı taşıyan kurum, kuruluş ve örgütlerinin, Alevi-Bektaşi edep erkânına aykırı davranış ve eylemlerinde inancımızın erkânlarına uygun biçimde uyarma-sorgulama işlevi ve saklı tutulmalıdır. Bu da kurum ve kuruluşların başındakilerin ikrar vermiş ya da müsahip tutmuş olmalarıyla gerçeklik kazanır.
Altı ayı aşkın bir zamandır Dergâh postnişini sayın Veliyettin Hürrem Ulusoy'un başkanlığında çekirdek kadronun ülke içinde ve dışında yaptığı çok sayıda toplantılarda gönülleri birleme rızalığı alınmış. Bu bağlamda inançsal birliğin, ancak Dergâh'ta sağlanabileceği yönünde içtenlikle ortak irade ortaya konulmuştur. Ayrıca Hacı Bektaş Dergâhı'nın, işlevini yerine getirebilmesi için, günümüzün koşullarına uygun yeniden yapılandırılmaya ve kurumlaştırılmaya gereksinimi olduğu vurgulanmış ve istenmiş bulunmaktadır.
Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan Alevi-Bektaşi inanç toplumunun birliğinin inançsal temelde sağlanması dernekler ve vakıflar, diğer kitlesel örgütler aracılığıyla olmayacağı artık iyice anlaşılmış durumdadır. Bu birliğin, Hacı Bektaş Veli Dergâhının çevresinde toplanarak sağlanması kaçınılmazdır. Ulu Hünkâr Dergâhı'na toplum olarak sahip çıkıp, oranın tarihsel işlevine kavuşturulması gerekir.
Ancak 'el ele, el Hakk'a' ilkesi gereğince bu inançsal hiyerarşik (Dede-Baba, Pir, Mürşid) yapının işletilmesi, Alevi-Bektaşi topluluklarının yaşadığı bölge ve ülkelerden gelecek olan seyyid ocakları temsilcileri dedeler ve babalar arasından seçilen bir Yüksek Dergâh Kurulu'nun oluşturulmasıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Dede yetiştirilmesi, erkânlarımızın günümüz koşulları çerçevesinde yürütülmesi, bunları yürütecek Dedelere icazetname verilmesi ve inanç toplumu olarak sorunlarımızın-müşküllerimizin çözülmesinden bu kurul sorumlu olmalıdır.
Dergâhın yeniden yapılandırılması ve kurumlaşması bazı organların oluşturulmasıyla gerçekleşir. 1) Yüksek Dergâh Kurulu, 2) Dergâh Bilim ve Sanat Kurulu, 3) Hünkâr (Hacı Bektaş Veli) Vakfı. Bunların nasıl oluşturulacağına ilişkin düşünce ve önerilerimize gelince:
1) Yüksek Dergâh Kurulu, Hacı Bektaş Veli Dergâhı postnişinin başkanlığında tanınmış ve yetkin 5 Babağan kolu Bektaşi babası ve 15 Dedegân (Hacı Bektaş Veli soylu Çelebiler dâhil, diğer Seyyid ocakları) kolu temsilcisi dedeler tarafından seçilmek koşuluyla 7 kişiden az olmamalıdır.
2) Yedi kişilik Yüksek Dergâh Kurulu'nun İkdaniye kurulundaki gibi üyelerin birer yardımcısı bulunması çalışmaları kolaylaştırabilir. Kurul üyesi yardımcısını kendisi, post dedesi veya bektaşi babaları arasından seçer.
3) Yüksek Dergâh Kurulu'nun seçicileri olan (20 kişilik) ocak dedeleri ve babalar, ya 11 Eylül toplantısında aday gösterilerek (olunarak) seçilebilir. Ya da toplantı sonrasında tanınmış dede ocakları ve babalarıyla iletişim kurulup, kendi aralarından seçip gönderecekleri temsilcilerden seçilir.
4) İkinci organ olarak Yüksek Dergâh Kurulu'na bağlı Dergâh Bilim ve San'at Kurulu oluşturmalıdır. Bu kurul Yüksek Kurul'a danışmanlık yapar. Alevilik-Bektaşilik araştırmalarını, yayınlarını, bilimsel ve sanatsal çalışmaları tasarlayıp yönlendirecek olan bilim ve sanat kurulu alt birim olarak varlığını sürdürmeli. Bu kurul da genel toplantıda bilim adamı, yazar, sanatçı ve doktor, avukat, yargıç, mimar vs. profesyonellerden seçilerek, ikisi yardımcı olmak üzere 5 kişiden oluşturulabilir.
5) Kurullar görev ve sorumluluklarını belirleyecek olan tüzük ve çalışma programlarını üç ay içerisinde hazırlar.
6) Yüksek Dergâh Kurulu kendi arasında hizmet paylaşımı yapar. Kurul başkanı Hacı Bektaş Veli postnişini yol dilince mürşid-i kâmil makamındadır. Postnişin, rızalık esasına uygun olarak Mürşid, Pir-Dede, Rehber-Mürebbi ve diğer hizmet sahiplerini, asıl üye ve yardımcıları arasından seçer. Her biri kendi hizmet postunun görev ve sorumluluklarını bilen olarak Cem'ler deki hizmet sahiplerinin yetiştirilmesi sorumluluğunu üstlenirler.
7) Yüksek Dergâh Kurulu'na bağlı bir alt birim ya da yan kuruluş olarak Vakıflar yasasına uygun Hünkâr Hacı Bektaş Vakfı kurulmalı. Yüksek Dergâh Kurulundan 3, Bilim-Sanat kurulundan 2 üye mütevelli heyetinde bulunmalı. Postnişin Vakfın en az iki dönem başkanı, daha sonra fahri başkan olmalıdır. Kurumlaşmış ve günümüz koşullarına uygun inançsal yapıya dönüşen Hünkâr Hacı Bektaş Dergâhının giderleri bu Vakfın geliri ve bağışlardan sağlanabilmeli.
8) Alevi-Bektaşi inançlı zenginler sorumluluk almalıdır. Kökenine yabancılaşmamış, açıkçası kazanç ve çıkarları için sünnileşmemiş; içinden çıkmış olduğu toplumun inanç ve geleneksel kültür ögeleri ve ahlak kurallarına saygılı alevi zenginleri bulunduğuna inanmak istiyoruz. Bu kişiler de toplumdaki bu savrulma ve kaos (karmaşıklık) hakkında kafa yormalı. Üzerinde ciddi ve tarihsel bir sorumlulukla eğilmelidir. Türkiye Cumhuriyetinin hala kurtulamadığı Sünni-Osmanlı devlet anlayışının dayattığı Aleviliği şiileştirme-sünnileştirme sürecinin önüne maddi varlıklarıyla, harcamaları ve çeşitli ilişkileriyle set çekme şevk ve gayreti içinde olmayı görev bilmelidirler. Onlara sesleniyoruz, vicdanınız ve cüzdanınızla bu sorumluluğu duymalısınız!
Yukarıda maddeler halinde ayrıntıladığımız düşünce ve somut önerilerin tartışılarak geliştirilmesi en içten dileğimizdir.
[1] Sadık Abdal Dîvânı, Yayına Hazırlayan: H. Dursun Gümüşoğlu, Horasan Yayınları, İstanbul, 2009, s.133, 153, 182.
[2] Böyle bir kurul için örnek alınacak bazı tarihsel uygulamalar vardır. Bunlardan birincisi ve en yakın olanı, Şah İsmail'i yetiştirerek Kızılbaş Safevi devletininin kuruluşunu sağlayan Kızılbaş Ehl-i İhtisas Kurulu'dur. Şah-Mürşid-i kâmil, Lala-Vekil-i Nefs-i Nefis-i Humayun (Şah vekili), Halifatu'l Hulafa, Dede, Abdal ve Hadim (hizmet gören) vb. sıfatlarını taşıyan kurul üyeleri, Anadolu'dan gelen Alevi-Bektaşi inançlı Türkmen boy ve oymaklarının temsilcisi dedebeglerdi. Burada üyelerinin adlarını vermemiz gerekmeyen bu kurul 1490'lı yıllardan 1508'e kadar bir Kızılbaş İhtilal konseyi gibi çalışmıştır. İkinci ve en eski örneği 9.yy.da Karmati Alevilerinde görüyoruz. El-Ahsa'da kurdukları sosyalistik yönetimde başta zamanın İmamı olmak üzere altı yönetici (hükümdar) ve altı yardımcısından (vezir) oluşan İkdaniye kurulu vardı. İmam yönetimi sırayla her yıl değişen vekili hükümdar ve vezirine bırakıyordu. Bu yöneticiler sıradan yurttaşlar gibi kendi aralarında yaşıyor ve onlarla eşit düzeydeydiler.