İsmail Kaygusuz
Diyanet İşleri Başkanlığı Cumhuriyet’in Hanefi Şeriatı Kurumudur
Kuruluşunun ikinci yılında bir Anayasa (Kanun-i Esasi) ile resmileşen Türkiye Cumhuriyeti Devleti, fazla zaman geçirmeden, Osmanlı Şeyhü’l İslamlığının yerini alacak olan Diyanet İşleri Reisliği’ni kurdu. Dinsel dogmalarla İmparatorluk halklarının yaşam biçimini belirleyen, fetvalarıyla devlet
yönetiminde sınırsız yetkili, padişahları da yönlendirmiş Şeyhü’l İslamlığın sınırlandırılmış bir dinsel otorite olarak kalmasında yarar görülmüş. Şeriat kurallarının yaşamlarına yön ve biçim verdiği toplumda, din ortadan kaldırılıyor izlenimi uyandırmamak; karşı(devrim) hareketlere engel olmak isteniyordu. Öbür yandan, İslam dininin içine girmiş akıl dışı batıl inançlara, dinsel bağnazlıklar ve aymazlıklara; karacahil din adamlarının yanlış ve keyfi uygulamalarına da engel olacaklarını düşünüyorlardı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu nedenlerle dine müdahele ederek, denetim altına alırken; uzun dönemde bir Cumhuriyet dini yaratma çabasına girdiğini, belki daha doğrusu Osmanlı şeriatından Cumhuriyet şeriatına geçiş yaptığının bilincinde miydi?. Bu tartışılmalıdır.
Gerçekten, Anayasa’da hâlâ “devletin dini İslamdır” maddesi bulunmasına rağmen, Ezan’ın Türkçe okunması kararlaştırıldı ve Kur’an’ın Türkçe’ye çevrildi. Namaz kılınırken ayet ve sureler de Türkçe okunmaya başlamıştı. İşte bu yıllar içinde Mustafa Kemal’in, Elmalılı Hamdi Yazır’a, Kur’an’ı türkçeleştirip,Sünniliğin Hanefi mezhebi ictihadı üzerine tefsir etmesini emretmesi bir dönüm noktasıdır bizce. Böylece, Cumhuriyet resmi dinini de Hanefi şeriatı olarak seçmiş bulunuyordu.
1937 yılında Anayasa’y a “laiklik” ilkesi konularak Türkiye Cumhuriyeti Devleti kâğıt üstünde dinsizleştirildi. Ama, Hanefi şeriatı, resmi din olarak devletin içindeydi; bu durum Diyanet İşleri Başkanlığı kurumunun devleşen yapılanmasıyla sürdürüldü. Demek ki, 74 yıl önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na konulan “laiklik” ölü doğmuş bir laiklikti.
Devletin din işlerine müdahalesi yalnızca, dinsel düşünceler ve uygulamaların, devlet ve toplumun yaşamını yıkmaya yönelik eyleme dönüşmesi sırasında olmalıdır. Ancak, din ve inançsal sorunların bu aşamaya gelmeden çözümü için, Türkiye’de yaşayan tüm din ve inanç topluluklarının, çoğunluğa göre değil eşit bir biçimde, temsil edildiği ve bu temsilcilerin dönüşlü olarak toplantılara başkanlık yaptığı “Din ve İnançlar Yüksek Kurulu” gibi bir hakemlik kurumu oluşturulabilir. Yılda en fazla iki kere ya da gerekli olduğunda toplantılar yaparak sorunların çözümüne katkıda bulunur. Bu çeşit bir kurumun oluşturularak Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak çalışması sağlanabilir.
Devletin çağdaş, demokratik ve sosyal bir halk yönetimi niteliğini kazanması ve bunları özünde barındırabilmesi için din ve inançlarla her türlü bağını kesmesi zorunludur. Devletin görevi, din ve inançları, toplum bireylerinin vicdanlarında taşımaları, dışavurmaları ve uygulamalarında özgürlük sağlamaktır; bugün Alevi-Bektaşi toplumuna reva görmeye giriştiği din ve inanç tanımlaması ve tayini yapmak değil.
Devlet Alevilere Çatı Katı Hazırlıyor (!)
Aleviliğe ve Alevilere bir Çatı Kurumu hazırlama girişimi, bu inanç toplumunu onun altında gözaltında tutmak amacını taşır. Devlet, Ortodoks İslamın Hanefi şeriatı bakış açısına uygun ve şeriat soslu resmi (ılımlı) Alevilik yaratmanın temelini atıyor. 26 Şubat tarihli gazetelerden öğreniyoruz ki, Alevi çalıştayları bir sonuca bağlanmış ve bir çatı formülülüyle Alevilik güvenceye alınacak ve Cemevleri de ‘İnanç ve Erkan Merkezi’ adıyla resmi statüye kavuşacakmış.
Alevilerin yüzyıllardır toplu tapınmaları olan Cemlerini yaptıkları bir mekân vardı: Zaviye Cemhana, Cemevi, Meydaevi, Pirevi; ne ad verirlerse versinler? Devlet hangi hak ve yetkiyle yeni bir ad koyma girişiminde bulunulabiliyor? Sonra bu inanç kurumları bir müdürlük statüsüyle Başbakanlığa bağlanacak ya da Diyanet’in içinde bir daire/şube oluşturacakmış. Böylece Cemevlerinin, camiler gibi aydınlanma, su ve ısınma gereksinim ve giderleri kamu gelirlerinden karşılanabilecek. Yani resmi statüye kavuşması için Cemevleri, iktidar partilerinin emrine verilecek ve Aleviler ibadetlerini ancak başbakanın lütuflarıyla yapabilecekler! Yahut da, seksen yılı aşkın zamandır İslam dinini Hanefi şeriatına indirgemiş; değil Aleviliği, Sünniliğin diğer mezheplerini bile tanımayan Diyanet İşleri Başkanlığının buyruğu altında olacak Cemevleri. Olmaz olsun böyle resmi statü! Alevi-Bektaşileri, kahir çoğunluğunun kaldırılmasını istediği bu kuruma bağlama girişimi, koca inanç toplumunu aşağılamak, onlarla alay etmektir. Üç-beş Alevi-Bektaşi kuruluşu yöneticisinin çıkar ve para tutkusunu görüp, bir toplumu satın almaya çalışıyorlar.
Dede’lere de ‘inanç önderi’ denilecekmiş. Oldu olacak Alevi-Bektaşi toplumunun da adını değiştirin hukukçu ve ilahiyatçılarınızın alacağı yeni kararlarla.‘Gayri-Hanifiler’ diyerek, diğer Sünni mezheplerle Şiileri ve Alevileri birbirine katın.
Devlet Bakanlığı tarafından desteklenen Alevi çatı vakfı kurulacakmış. Yurt genelinde tüm Alevi-Bektaşi örgütleri bu çatı altında toplanacak ve giderleri kamu kaynaklarından karşılanacakmış bu vakfın. Demek ki o zaman, tüm Alevi-Bektaşi kuruluşları demokratik kitle örgütleri olmaktan çıkarılacak ve iktidarın hizmetinde kurum ve kuruluşlara dönüştürülmüş olacaklar. Böylece Alevi-Bektaşi toplumunun tarihsel muhalefet geleneği ortadan kaldırılacak, öyle değil mi? Üç-beş kuruşluk giderlerin-harcamaların karşılanmasıyla bunun olacağını mı sanıyorlar ne?
Bu arada adı değiştirilen Dede’ler de, Şii misyonerliği ve asimilasyon merkezi Çorum Hitit Üniversitesinde, Prof. Dr. Osman Eğri’nin denetimindeki altı aylık seminerlerde eğitilip yetiştirilerek icazetli/sertifikalı inanç önderi olarak, inanç ve erkan merkezlerine maaşlı memur olarak atanmaları planlanıyor. Prof. Eğri’nin açıklamasına göre, kurslarda çeşitli dergahlardan çağrılacak olan eğitmenler kullanılacakmış. Kuşkusuz önce bu kişilerin ellerine kendi hazırladıkları bir ‘inanç önderliği eğitim programı’ tutuşturulacaktır.
Kimler olduğunu tahmin ettiğimiz teoloji uzmanlarıyla birlikte, Alevi hukukçuları ve eğitmenlerinin adlarını da bir açıklasalar, ne kadar iyi olacak değil mi? Hiç değilse Alevi-Bektaşi toplumunun içi açılır, rahatlar; devletle birlik olmuş kendileri için çalışan, inançları ve kurumlarını resmileştirerek devletten para almalarını sağlayacak önemli adamları varmış, diye sevinirler!
Hedefleri Doğru Görmeli
Cemevlerinin, Dede’lerin adlarını değiştirip kurumlarına resmi statü vermek, giderlerini karşılamak ve maaşlandırmak isteyen yönetimin hedefi bellidir: Devlet Aleviliği yaratmak! Toplumsal ve siyasal parçalanmışlığı sürekli körükleyen devlet, şimdi asıl inançsal birliği parçalamak uğraşı içinde girmiştir. İnançsal birliğimizin tarihsel serçeşmesi Hünkar Hacı Bektaş Veli Dergahını, yıllardır çeşitli biçimlerde kuşatarak bir türlü teslim alamadığı ve Dergah’ın değerli postnişinini yanına çekemediği için daha da saldırganlaştı. Koskoca bir inanç toplumuyla alay edercesine, Dede’lere icazetname (sertifika) vererek, Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın işlevini de üstlenmeye çalışıyor. Öte yandan, Hacı Bektaş Veli Dergahı’nın postnişini sayın Hurrem Veliyettin Ulusoy’un, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde birkaç aydır Dede’lerle sürdürdüğü “Dergah’ta gönülleri birleme” toplantılarının büyük ilgi uyandırdığı ve desteklendiğini bildiğinden, bu yükselen selin önüne set çekme sevdasında. Bunun için , tüm Alevi-Bektaşi kurum ve kuruluşları “gönülleri birleyerek”, Dergah’ta inançsal birliği sağlama doğru hedefini daha büyük ilgiyle ve can-u gönülden desteklemeyi sürdürmeli ve bu hedeften şaşmamalıdır.
Tüm Alevi-Bektaşiler birey ve kurumlar olarak, üç-beş çıkarcı Alevi vakıf ve kuruluşu yöneticisinin desteğini yanına alarak, devletin dayatmaya çalıştığı bu kararlara şiddetle karşı durmalıyız, açılım-çalıştay tuzaklarına düşmeyelim. Yapılacak yeni kitlesel mitinglerde bu tuzaklar sürekli vurgulanmalı. İnançsal taleplerimizi eşit yurttaşlık istemi çerçevesinde sunarken, asıl Diyanet’in kaldırılması ve dinsel eğitim-öğretimin devletin dışına çıkarılması üzerinde yoğunlaştırmalıyız. Bu dev dinsel yapılanma devletin içinde olduğu sürece, gerçek laiklik sözkonusu değildir; Diyanet kaldırılmalı ve din ve inanç düzenlemeleri inananların kendi özgür iradesine bırakılmalı. Devlet tüm din ve inançlara eşit uzaklıkta olduğunda ancak gerçek demokrasiye kavuşuruz. Çünkü demokrasi devletin ve toplumun laik olmasına bağlıdır.
İleri demokrasiyi getirdikleri safsatasını her fırsatta dile getiren AKP hükümeti, yurttaşlık görev ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getiren Alevi-Bektaşi toplumunun inancına ve kurumlarına müdahele ederek, dokunarak, onları yeni kılıklara sokarak Aleviliği resmen tanıma niyetinden derhal vazgeçmeli; ateşle oynuyor. Çıkacak bir kitlesel yangında herşey kül olur, bu Sivas yangınına benzemiyecektir.
Londra, 7.3.2011