Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Hünkâr Hacı Bektaş Veli, Makâlât, Dergâhın Dünü ve Yarını

İsmail kaygusuz

1. I. Hacı Bektaş Veli’nin Yapıtları ve Makâlât

Hiçbir tarihsel kişilik, Hacı Bektaş Veli (ö.1271-3) kadar, kişiliğine ve konumuna ters değerlendirilip, kendisine yabancılaştırılmamış ve üstüne aykırı giysiler giydirilmemiştir. Onun  yaşamı boyunca toplum için yaptığı onca güzel işler;  kendisi egemen Sünni yönetimlerin inancına aykırı düştüğünden, ancak birer keramet yumağı olarak günümüze taşınabilmiştir. Halk bilinci onu gönüllerine, iç dünyalarına sultan yapmış; yürüdüğü dağı taşı, dokunduğu toprağı ağacı ve oturuşunu kalkışını, el verişini, gözaçıp kapatışını kutsamış ve olağanüstü ögelerle bezemiş. 15.yüzyıılın sonlarında ilk kez yazıya geçirilmiş olan şiirsel ve düzyazı biçiminde günümüze ulaşan Hacı Bektaş Velâyetnamesi bu özellikleri taşır. Kendisinin yazdığı ya da yazdırdığı yapıtlardan ise, bazıları kuşkulu Şatiyye’leri ve Fevaid (Yararlı sözler) dışında sadece tam olarak Sadeddin Molla'nın türkçeleştirdiği Makâlât (Sözler) elimizde bulunmaktadır. İçerikleri Şeriat ögeleriyle donatılmış ve hiçbir biçimde ilişkisi olmadığı kişilerin adları bulunan “Besmele’nin Şerhi ve Makâlât’ı Gaybiyye Kelimat-ı Ayniyye”(Gizli sözler, açık sözcükler) isimli kitaplar bütünüyle Hacı Bektaş Veli’ye ait olması olasılık dışıdır; yazıcı-müstensih tarafından Makâlât tahrif edilmiştir.

Bu arada Makâlât’ın Hacı Bektaş Veli’ye  ait olmadığını ileri sürenlerin kuşkularını ortadan kaldıracak çok yeni ve doğrulayıcı kanıtları da burada vermek istiyoruz. 14.yüzyılın sonunda yazılmış Sâdık Abdâl Divânı’nın 1742 tarihli nüshasında[1] Makâlât’ın tanım ve içeriğine ilişkin beyitlerde şunları okuyoruz: [2]

Onun(Hacı Bektaş’ın) ayin ve erkânı benzersiz nurdan (ışıktan) delildir.
Tanrıya kavuşmanın klavuzu/rehberi onun işareti olan Makâlât’tır.
Hem onun bilgelik giysisi baştan ayağa kudret sahibidir.
Ve yokolmayan nuru (ışığı) açıkça cümleye yolgöstericidir.
(Makâlât’ta) Tanrının varlıklarla Bir olduğu(ilâh-ı vâhid-i mevcud) ,
dolaylı olarak anlatılmıştır.
Onu okuyan olgunlaşır, kemal ehli olur ve kendilerine yardım ulaşır.
Cümle kelimeleri öyle  güçlüdür ki, her sözünde bin hikmet (bilgelik) vardır.
Onun(Hacı bektaş’ın) en kutsal sözleri Makâlât-ı Şerif’tedir. Onun erkân olarak buyurduğu ilkeler aynısıyla Hakk’ın sözleridir.O erkânı yürütmede becerikli olanlar bil ki, şerefli ve yücedir.

Bize Pir’imizin o Makâlât’ı yeter;bu âlem aynasında hicap etmeden salına salına gezebilmemiz için.
(s.134, 57-58, 66)

Ayrıca 16.yüzyılda yaşamış olan büyük Alevi-Bektaşi ozanı Virânî Baba’nın  İlm-i Cavidan adlı eserinde şu alıntıya rastlıyoruz: “Makâlât-ı Hacı Bektaş Veli’de buyurulur: ‘Yel esmese dâneler samandan ayrılmaz”[3]

Makalat’taki “Şeriat Kapısı ve On Makamı”na dayanarak, onu bir şeriat kitabı gibi değerlendirenler; ‘abidler’i anlatan kısmın sonunda “ (Pes (işte böyle) kibir ve haset (hainlik-kıskançlık) ve buhul (pintilik) ve adavet (düşmanlık) bunlarda hemandır (ancak bunlardadır)” diye yazılı olduğunu görmezlikten geliyorlar. Oysa insanları dört bölükte görmek isteyen Hacı Bektaş Veli, Şeriat zümresi olan abidler’in bu kötü yanlarından kurtulmaları için onlara on makam öneriyor. Bunlardan sadece ikincisi Sünni İslamın beş şartıyla ilişkilidir. Onları adam edecek olan ve madde madde sunduğu diğer dokuz makam dahi “Kur’an’da bu kadar ayetlerle açık seçiktir (ayat-ı beyyinat) iman ehli için” diye vurguluyor. (Makalat, s.49-50) Hacı Bektaş Veli bu bölümlerde Şeriat ehlinin eksikliklerini veriyor ve sadece dört beş şartı yerine getirmekle (Sünni) Müslüman da olunamayacağını gösteriyor. Hacı Bektaş’ın bağlı olduğu ve önderliğini yaptığı, “Marifet ve Hakikat makamlarının” ehli olan “arifler ve muhibler zümresidir”, yani batıni inançlılardır, Alevilerdir. Bu kesim için 8 Ağustos 1164 yılında Alamut’ta ilan edilen “Büyük Kıyamet (Yeniden diriliş)” ile şeriat dönemi bitmiştir.

1. II. Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın Kuruluşu, Alevi-Bektaşi İnancındaki Yeri ve İşlevi Hakkında Kısa Betimlemeler

Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu Dergâh, Sünniliğin medreseleri karşısında, günün bilimlerinin ışığı altında ve çağını  aşarak, Makâlât’ta anlatılan bâtıni-Alevi öğretisinin kurallarının öğretilip uygulandığı Halk Üniversitesi konumu kazanmıştı.  Kuşkusuzdur ki, başta Bereket Hacı ve çevresi olmak üzere, 1240 yılı Malya yenilgisinden sonra yapılan Babai kırımından kurtulmuş bulunan Baba İlyas halifelerinin ve  Bacıyani Rum örgütünün  büyük katkıları vardı. Velâyetame’de olsun, Baba İlyas Menakıbamesi’nde olsun Hacı Bektaş Veli ile ilişkisi olan Hünkâri, Çepni, Hacı Bereket, İbrahim Hacı gibi Türkmen topluluklarının geniş emeksel katkılarıyla Sulucakarahöyük’te yapılan üretime dönük çalışmalar, bölgenin koşullarına uygun yeni uygulamalar Dergâh’ın ekonomik düzeyini yükseltirken, inançsal, eğitimsel ve kültürel etkinlikleri de o derece artırıyordu. Aynı zamanda Kâbe düzeyinde görülen inançsal Hac yeri konumuna getirilmiştir. Sâdık Abdâl bunu açıkça vurgulamakta ve  bir beyitinde ise Kâbe’yi de aşırtıp “arş-ı a’lâ sidre-i âli makâmı” olarak görmektedir:

Hakikati araştırma yeri  olan (Hacı Bektaş) hânkâhı-dergâhı çok yüce Ka’be (gibi) onurlandı.Oradan ışık saçan onun yolunu  Nuh’un gemisi olarak anlamalısın; bu yol asla yıkılmayacaktır.

Onun ulu hânkâhı-dergâhı hem yüce Kâbe’dir. Hem de gökte imar edilmiş, yasaksız  ve vazgeçilmez kutsal evi (temsil eder).

Tanrısal sırla olgunlaşmış olan sâdıklara, (Hacı Bektaş) Veli dergâhı/hankahı, en yüce makam olan  arş-ı a’lâ, yani tanrının oturduğu makamdır.(s.133,153,182)

Yedinci İmam Musa Kazım’ın soyundan Seyyid İbrahim-i Sani oğlu Seyyid Muhammed Sultan Bektaş’ın, Sulucakarahöyük’te  1250’nin başlarında kurduğu Hânkâh,  20 yıl içerisinde Hünkâr Dergâhı’na, sözcük anlamıyla “Ulu Padişah Kapısı”na dönüştü. Çok daha önceden gelmiş Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Seyyid Ocakları’nın pirleri de Hünkâr Hacı Bektaş’ı büyük Mürşid ve Serçeşme olarak tanıyıp, Hünkâr Dergâhı’na bağlanmışlardı. Hünkâr Hacı Bektaş Veli “bir olalım” diyerek, inançsal, toplumsal birliğin yanısıra; ezici çoğunluktaki Türkmen boy ve oymaklarını yönlendiren inançsal önderleri yetiştiren Seyyid Ocakları örgütlenmelerini de birleştirerek merkezileştirmiş. Dağınıklığı ve bireyselliği geri plana çektirince  “diri olmayı”, canlı ve sağlıklı  kalmayı gerçekleştirmiştir.  Öbür yandan yerleştiği bölgede tarımda, zanaatta ortaklaşa üretime/bölüşüme, sosyal dayanışma ve ticarete ağırlık kazandırarak üçüncü ilkesi “iri olmayı”, yani ekonomisini güçlendirerek büyümeyi de sağlamış bulunuyordu.  Öyle ki, Hakka yürümesinin ardından onun adına  bin koyun, yüz sığır kesilip halka şölen veriliyor. Bu gösteriyor ki Dergâh aynı anda  25-30 bin kişiye yemek verecek, doyuracak duruma ulaşmıştır.

Böylece Hacı Bektaş Veli Dergâhı Alevi-Bektaşi inançsal birliğinin merkezi olmuştu.Velâyetname’ye göre bu dönem içinde 360 halife ve 36 000 derviş yetişmiş. Bunlar siyasal dağılmışlık içindeki Anadolu’nun çok sayıda Beylik topraklarına  yerleşerek çerağ uyandırıp cemlerini-cemaatlarını yönetmektedirler.

Sâdık Abdal’ın bu durumu dolaylı biçimde kanıtladığını görüyoruz. O, bir şiirinde Hacı Bektaş’ın temiz adının –ki Bektaş adı, O’nunkiyle birdir; eşsiz Tanrılığı bildirir(s. 149)- bütün dillerde tanınmışlığını ve kendisinin âlemlerin kutbu, cihanı yöneten eşsiz-benzersiz Şah  olduğunu vurguladıktan sonra, “Dünyadaki cansız ve zayıf gönülleri canlı kılmak için, O Şah lütfeyleyerek (cömertlik edip) sayısız zaviyeler oluşturdu.(Cihânda nâtuvân mürde-i dilânı kılmaga zinde/Keremden eyledi ol Şâh adedsiz zâviye peyda (s.57)”diye yazıyor.

1. a. Gönülleri Birlemek İnançta Birlik Sağlamaktır

Bugün de Alevi-Bektaşi toplumunda dergâhtan kopmuş çok sayıda zayıf ve cansız gönüllü Seyyid ocakları-pirler, tâlipler vardır. Bu ayrık, cansız gönüllerin diriltilmesi birleştirilmesi gereklidir. Kuşkusuz  günümüzde  sayısız tekkeler kurmakla değil, Hünkâr Dergâhı’nda  bir olmak, ona bağlanmakla olur. Hacı Bektaş Veli dergâhı en başında Selçuklu, daha sonra Sünni Osmanlı egemen yönetimlerin bâtıni Alevi-Bektaşi-Kızılbaş inançları kuşatma, saldırı ve yoketme siyasetlerine karşı inançsal birlik sağlayarak varolma savaşımı sürdürmüştür. İnançsal birlik, gönül birliğidir. Gönüllerin birlenmesi; Hakk’ın birliliğine ve de Makâlât’ta Hacı Bektaş’ın, Dilgûşa’da Kaygusuz Abdal’ın dediklerini birleştirerek söyleyelim: “Hakk’ın insanda mevcut olduğuna, yani Halîk’ın mahlûktan/Yaratanın yaratılandan ayrı olmadığına”inanmada birlik olmaktır. Gönülden inanmakla gönüller birlenir. Bu gönül birliği olmasaydı, altı yüzyıllık şeriatçı Sünni Osmanlı egemen yönetimi bu inancı çoktan yoketmişti.Tarihsel dönemlerdeki inançsal birlik, aynı zamanda toplumsal ve siyasal birliktelikle özdeşti, birbirinden ayrılamazdı. İnanç toplulukları varoluşlarını bu özdeşleşmiş mücadeleyle sürdürebilmişlerdir.

Yüzyılımızda toplumsal ve siyasal kavramlar değişmiş farklı disiplinlerde uygulama alanları bulmuştur. Bugün Hacı Bektaş Dergâhı’nın işlevi, sadece inançsal bağlamda gönül birliğini sağlamak olacaktır. Ne Alevi demokratik kitle örgütlerini ve  onların siyasal duruşlarını ve ne de Alevi meslekî örgütlerini tek çatı altında toplama(!), Dergâh’tan yönetilmesi gibi bir düşünce  ileri sürmek çok anlamsızdır. Ancak Dergâh’ın, bu türden başında açık veya kapalı ‘Alevi’ sıfatı taşıyan kurum, kuruluş ve örgütlerinin, Alevi-Bektaşi edep erkânına aykırı davranış ve eylemlerinde uyarma-sorgulama (Pir huzurunda dâra çekilme vb. inancımızın erkânlarına uygun biçimde) işlevi, hakkı  saklı tutulmalıdır.

Hacı Bektaş Veli Dergâhı’nın tarihsel işlevinin güncelleşmesi ve işlerlik kazanmasını, günümüzün  sosyo-ekonomik ve siyasal koşullarında tek başına Dergâh Postnişini’ne yüklemek, ondan beklemek büyük haksızlık olur. ‘Hacı Bektaş Veli Evladı’ olarak Mürşid makamında oturan Dergâh Postnişini başlarında bulunması koşuluyla bir ‘Yüksek Dergâh Kurulu’ oluşturulup Dergâh’ın işlevi uygulama alanına  sokulmalıdır. Bu kurul  Türkiye çapında tanınmış ve yetkin en az 12 Seyyid Ocağı temsilcilerinden oluşturulabilir. Böylece tarihsel olarak dergâha bağlılıkla sağlanmış olan birlik anlayışı gerçekleşir; çağdaş ve demokratik anlamda, yeni saptanacak ve geliştirilecek alt birimleriyle  kurumlaşmış Hünkâr Dergâhı güncelleşerek işlerlik kazanır.

Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan Alevi-Bektaşi inanç toplumunun birliğinin inançsal temelde sağlanması dernekler ve vakıflar, diğer kitlesel örgütler aracılığıyla olmayacağı artık iyice anlaşılmış durumdadır. Bu birliğin, Hacı Bektaş Veli Dergâhının çevresinde toplanarak sağlanması kaçınılmazdır. Ulu Hünkâr  Dergâhı’na toplum olarak  sahip çıkıp, oranın tarihsel işlevine kavuşturulması gerekir. Ancak ‘el ele, el Hakk’a’ ilkesi gereğince bu inançsal hiyerarşik (Dede-Baba, Pir,Mürşid) yapının işletilmesi, Alevi-Bektaşi topluluklarının yaşadığı bölge ve ülkelerden gelecek olan seyyid ocakları temsilcileri dedeler ve babalar arasından bir Yüksek Dergâh Kurulu’nun oluşturulmasıyla gerçekleşeceğine inanıyoruz. Dede yetiştirilmesi, erkânlarımızın günümüz koşulları çerçevesinde yürütülmesi, bunları yürütecek Dedelere icazetname verilmesi ve  inanç toplumu olarak sorunlarımızın-müşküllerimizin çözülmesinden bu kurul sorumlu olmalıdır.

Çok saygıdeğer Dergâh Postnişini Veliyettin Hurrem Ulusoy’un,  “Serçeşme’de buluşmak, halleşmek, geleceğimiz üzerine ortak Yol’umuzda birlikte hareket etmek üzere” Alevi Ocak temsilcileri, kurum yöneticileri, akademisyenler, sanatçılar, işverenler, medya mensupları ve hukukçulara yaptığı “gönülleri birleme” çağrısı ecdadına yaraşır, çok önemli bir girişimdir. Özellikle ikrarlı canlarla yapılacak  ilk geniş toplantıda sözünü ettiğimiz kurumlaşmanın temeli atılacağını umuyoruz. Bu bölümü Derviş Baba’nın  Dergâh üzerine iki nefesiyle sonlandıralım:

DERGÂHA DOĞRU

Alevi canlarım birliğe doğru
Haydi yürüyelim zamanı geldi
Yönümüz  ol ulu Dergâh’a doğru
Döndürüp koşalım zamanı geldi

Pirler piri Hacı Bektaş Dergâhı
Varalım niyaza  sürelim rahı
Hünkar’ın donunda ol Ali şahı
Cara çağıralım  zamanı geldi

Sevgiden hasıldır Muhammed nebi
Sevgi denizinin bulunmaz dibi
Gökte semah dönen turnalar gibi
Dergâha koşalım zamanı geldi

Derviş Baba yüzün Dergâh’a döndü
Hünkar Hacı Bektaş Veli’yi gördü
Nesl-i Evliyanın izini sürdü
Gerçek iz sürmenin zamanı geldi

13/XII/1992

DERGÂHA VARALIM

Talip ol gel Pir’e necat bulasın
Destur alıp ol Dergâh’a varalım
İkrar ver ki görülüp sorulasın
Destur alıp ol Dergâh'a varalım

Muhammed Ali’den kalan yol paktır
Dergâh’a bağlanıp sürdürmek haktır
Ayrı başlar çekmek yolu yıkmaktır
Destur alıp ol Dergâh’a varalım

Evliyalar kutbu Bektaş Veli’ye
Kalender Sultan’a Kızıl Deli’ye
Manada yüz sürüp güzel Ali’ye
Destur alıp ol Dergâh’a varalım

Hacı Bektaş Veli soyu mürşiddir
Onun eşiğine varan reşiddir
Derviş Baba derki en soylu işdir
Destur alıp ol Dergâh’a varalım

1/1/1993

1. III. Dergâh’ın Tarihinden Kesitler

Hünkâr Hacı Bektaş siyasetini, döneminin öznel ve nesnel koşulları içerisinde, Mogol istilasıyla yıkılan yokolan kurumların restorasyonunda birlik sağlama üzerinde denedi. Baba Bektaş, geldiği Babai ihtilalci geleneğini, varolan koşullar içinde uygulamaya gitmemiştir. Çünkü önce istilacılardan memleketin kurtarılmasını öne almak amacı güdülmüştür. Bu nedenle bağımsızlık siyaseti güden Selçuklu prensi II.İzzeddin Keykavus’u, Mogol korumalığındaki işbirlikçi yönetime kentleri köyleri yakıp yıkan, ezeli düşman Mogollara karşı savaşmaya yönlendirerek onun yanında yer aldılar.

Hacı Bektaş Veli’nin ölümünün ardından Bacıyan-i Rum kadınlar örgütlemesinin (eski) başkanı ve eşi Kadıncık Ana adıyla tanınan Kutlu Melek (Fatma Nuriye) bir süre posta oturarak Hünkâr Dergâhı’nı yönettiği bilinir. Yine Aşık Paşa’dan gelen bilgilere ve Abdal Musa Velayetnamesi’ne göre Kadıncık Ana emaneti, yani Dergâh yönetimini Abdal Musa Sultan’a devrettiğini  biliyoruz. Abdal Musa’nın kendisine ardıl olarak Seyid Ali Sultan’ı  gösterdiği üzerinde kanıtlar vardır. Kızıl Deli Sultan ile torunu, yani Mürsel Bali oğlu Balım Sultan (ö.1516-18) farklı konumlarda tarih sahnesinde yerlerini aldılar.

Osmanlı yönetimi 1502’den 1514’e kadar Kızılbaş Safevilerle  kurulan ilişkilerden  ve daha sonra, özellikle 1525 Baba Zünnun 1527-8 Kalender Şah (Çelebi) Osmanlı zulmüne karşı, Kızılbaş başkaldırı hareketlerinin  Dergâh çevresinde oluşan siyasal birlikten kaynaklanmış olmasından dolayı Dergâhı kapattı. Hacı Bektaş soyundan gelen Seyyid ailelerin önderleri öldürüldü, kalanları dağıtıldı. 1551’de  ise Paşa unvanlı Sersem Ali Baba’yı (ö.1559) Dergâh’ın başına atadı ve kendisine bağlı yeni Babagan Bektaşi kolunu yarattı. Dergâh Hacı Bektaş evlatlarının elinden alındı. 25-26 yıl sonra bu olaylara karşı çok geniş bir protesto  hareketi görüyoruz; Şah İsmail adıyla ortaya çıkan bir Alevi halk önderi, 50 bin kişinin başında Hacı Bektaş Dergâhı’nı ziyaret ederek, kurbanlar kesip kazan kaynatarak toplu Hac ziyaretinde bulunuyor. Olasıdır ki, dergâhı sahiplerine teslim ediyor. Bizce, Lala Mustafa Paşa tarafından 1578’de bastırılmış Düzmece Şah İsmail hareketinin asıl bu bağlamda  değerlendirmek gerekir.

17. yüzyılan itibaren Osmanlı yönetimi, Hacı Bektaş Dergâhı’nı bağı-bahçesi,   köyleri ve arazileriyle birlikte, aileden birinin başkanlığında bir çeşit ayrıcalıklı vakıf tımarı biçiminde kurumlaştırıp, tümüyle denetimi altına aldı. Bu kere ikili Dergâh postnişinliği sürdürürken fermanlarda Çelebi ailesinden olanlar da “El Şeyh....evlad-ı Hacı Bektaş-i Veli” sıfatıyla tanınıp Hacı Bektaş soyundan geldiklerini onaylanmış oluyordu. Artık Osmanlı çıkarları  gereği, daha önce uydurduğu Hacı Bektaş Veli’nin çocuksuzluğu siyasetinden vazgeçmiş görünüyor. Yaratılan ılımlı (Babağan) Bektaşiliğe sokuşturulmuş Şeriat ögelerini kabula zorlanarak, yolu sürdürmeye yetkin dedelere verdiklere “İcazetname”lere “ günde beş vakit namaz ve Ramazan’da teravih kıldırma” koşulları bile koydurulmuştu. Hacı Bektaş Seyyid Ocağı, soyun yaşaması yokolmaması adına “takiye”ye sığınarak 1826 yılına kadar bu  ikilem içinde Hünkâr Dergâh’ının önderliğini sürdürmeye çalıştı.

Ancak Hünkâr Dergâhı’nda bu ikilem yüzünden ayrılıklar ve bozulmalar hızlanmıştı; hem Osmanlı’nın teşvik ve yardımlarıyla, hem de bu dönemdeki İran Safevi Şah’larının iki yüzlü siyasetiyle Seyyid Ocakları teker teker Dergâh’tan kopmaya ve bağımsız hareket etmeye başladılar, yol ve erkanlar denetimsiz kaldı. Osmanlı yönetimi, Nakıb-ül Eşraflık kurumunun Kerbela ve Necef  kolları bol keseden Evlad-ı Resul şecereleri, Seyyidlik beratları dağıtması ve yenilemesini kolaylaştırdı. Seyyidlere tanınan ufak-tefek ayrıcalıklar Ocaklara bağlı aileleri cezbediyor ve bir yandan da şecere yeniletene talip içine öncelikle gitme Cem-cemaat yapma hakkı doğduğu için rekabet ve rüşvet alıp yürümüştür.

Osmanlı yönetimi  korkunç baskı-zulüm ve düşmanca siyasetiyle birliği parçalama ve Seyyid Ocaklarını birbirini düşürmekle de yetinmedi. 1826’da yeniçeri kırımıyla bilinen tüm Alevi-Bektaşi tekkelerini kapattı.  Bu büyük kırımın arkasından Hacı Bektaş Veli Dergâh’ı yine Hacı Bektaş evlatlarının elinden alınıp, Nakşibendi’lere verilerek asıl hedef olan Sünnileştirmeğe gidilmiş. İdamla yargılanan son postnişin Seyyid Hamdullah Çelebi’nin (1767-1836), savunmasında gösterdiği yola bağlılık, ölümü hiçe sayan büyük cesaret ve dikduruş istisnasız her Alevi-Bektaşi cana  örnek olmalıdır. O sadece kendisini değil, aynı zamanda inancımıza ilişkin engin bilgisiyle Alevi-Bektaşiliği savunmuştur. Belgelere dayanarak yayınlanan bu önemli savunma her Alevi canın başucu kitabı olacak değerdedir.[4] Es-seyyid Hamdullah  Çelebi Evlad-ı Kutbu’l Arifin Sultan Hacı Bektaş Veli, yargılama sonunda verilen idam cezasını beklerken, İmparatorlukta çıkacak büyük kargaşadan çekinilmiş olmalı ki, Padişah II. Mahmut idamı kaldırmaya ikna edilmiş. Arkasından Postnişin Amasya’ya sürgün edilmiştir. Alevi-Bektaşi toplumu olaya seyirci kalmamış Anadolu’nun her köşesinden, Hacı Bektaş Dergâhı’nın Hacı Bektaş Veli evlatlarına geri verilmesi ve sürgünün de kaldırılmasını  talebeden her biri yüzlerce imzalı mektuplar göndermişlerdir Dersaadet İstanbul’a. Bu eylem, olay gerçekleşinceye dek sürmüştür. Buna karşı Hacı Bektaş evlatlarını eleştiren ve Dergâh’ı yadsıyan Ocak Dede’lerinden bu duruma sevinenler, bu eylemlere yardımcı olmayanlar da  bulunuyor olmalıydı ki, kendisi Hasireti mahlasıyla yazdığı aşağıdaki dizelerde kırgınlığı ve kızgınlığını ilenerek çıkarmaktadır sanki:

Hünkâr Hacı Bektaş nesl-i Ali’den
İkrar almayanda iman mı vardır
....
Lanet olsun batıl yola gidene
Münafık ilmine amel edene
Hünkâr evladını inkar edene
Mahşer kapısında Rıdvan mı vardır
...
Hasireti’m ikrar iman Ali’ye
Sırr-ı settar Hacı Bektaş Veli’ye
Ona şek getiren Mervan kulu ya
Ehlibeyt’ten gayri deman mı vardı


[1] Sâdık Abdâl Divânı, Yayına hazırlayan:H. Dursun Gümüşoğlu, Horasan yayınları, İstanbul,2009 : Dimetoka’daki Seyyid Ali Sultan (ö.1412-20) dergâhında 22 yaşında hizmete başlamış ve yirmi dört yaşında ondan nasip alarak derviş olmuş  Sâdık Abdal’ın Divanı’nda  Hacı Bektaş Veli, Kızıl Deli Sultan, Abdal Musa Sultan, dergâh (Hânkâh) ve Makâlât üzerinde özgün bilgiler elde etmekteyiz.

[2] Günümüz Türkçesiyle açıklaması verilen  örnek şiirlerin eski dildeki asıllarına, beyitlerin  sonunda verilen sayfa numaralarından Sâdık Abdal Divânı’na bakılabilir.

[3] İlm-i Cavidan, Hazırlayan: Doç.Dr. Osman Eğri, Diyanet Vakfı yayınları, Ankara, 2008, s.141-143

[4] Hamdullah Çelebi’nin Savunması  (Bir İnanç Abidesinin Çileli Yaşamı), Hazırlayanlar: İsmail Özmen-Yunus Koçak, Ankara-2007: Yargılanma ve Savunması Bölümü s.91-145