Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Sunnilere Sorular

GÜNCELDEKİ ALEVİLİK VE SÜNNİLERE SORULAR

İsmail Kaygusuz

1. Bazı Diyalektik Saptamalar ve Alevilik

Din ve dinsel inançlar ilk ortaya çıktıklarında, içinden çıktığı toplumun dinine, inançlarına ve sosyo/politik düzenine karşı tümüyle aykırı ve devrimci niteliktedir. Öznel ve nesnel koşulların oluşturulup tam olgunlaştığında, yıktığı inanç ve düzenin yerine kendininkini koyar. Ancak iktidar olduğunda, eski düzenin tüm kurumlarını ortadan kaldıramadığından tutunmak için kısa bir süre sonra çeşitli sosyal katmanlar ve sınıfların çıkar gruplarıyla uzlaşmaya girişir. Bu girişimlerin başlamasıyla eski aykırı ve devrimci gerçekliğini yitirip ortodokslaşma sürecine girmiştir.

İlk halifeler döneminde İslam dini, özellikle üçüncü Halife Osman (644-656) zamanında, Peygamberin yıktığı düzenden kalan, yani ortadan kaldırılamamış olan çıkar gruplarının aracı olmaya başladı. 661 yılında Emevi hanedan devletinin kurulmasıyla birlikte egemen yönetimin çıkarlarına uygun biçimde bir ortodoks İslam yaratılarak katı değişmez dogmalar geliştirilip tam anlamıyla baskı aracı durumuna yükseltildi.
Hiç kuşkusuz, çeşitli biçimlerde uygulamaya sokulan her düşünce ve inancın, kendi karşıt gerçekliğini, aykırı gerçeğini yaratmış olması kaçınılmazdır. Bu diyalektik bir oluşumdur. Bu bağlamda İslam heterodoksizmi, yani egemen ortodoksizme karşıt olarak, din kurucusu Peygamberin yakınları Ali ve Ehlibeyt'in yüceltilmesiyle ortaya çıkıp, çeşitli dinsel ve felsefi inançlardan alınan ögelerle zenginleştirilip, kendi aykırı batıni gerçek(lik)lerini yarattı. Yönetimler de çıkarlarına uygun biçimde dogmalaştırdıkları İslam adına, aykırı inançsal gerçeklere bağlı olanları dinsizlik kâfirlikle suçlayıp kırımlardan geçirdiler.

Hristiyanlık da Roma paganizmine, yönetimlerin zulüm ve baskılarına karşı aykırı inanç ve toplumsal gerçeklikleriyle ortaya çıkmış; ama Roma imparatorluğunun bilim, felsefe ve siyasal erkinin yüksekliği ve güçlülüğü, onun devletin egemen dini olmasını yaklaşık 400 yıl geciktirmiştir. Tarih boyu Ortodoks İslam ile Ortodoks Hrisiyanlık sürekli birbirlerine düşman, karşılıklı birbirlerinin inançlarını yadsıyan ve "dinsiz-kâfirler" olarak niteleyen konumdaydılar. Ancak ikisi de yönetimlerin dinleri olduğundan, egemenlik alanlarını koruma, sağlama alma çıkarlarıyla doğrudan ilişkiliydi. Yönetimler, karşılıklı birbirini tanıma, anlaşma ve uzlaşma dönemlerinde bile halkları, yani teb'alarını sürekli birbirine düşman tutmaya büyük özen göstermişlerdir. Buna karşılık heterodoks inançlar, daha çok kırsal halk yığınlarına özgü olduğundan ortak yanları çoktu. Öyle ki, bir Alevi-Bektaşi dervişiyle, yoksul bir manastır keşişinin yaşam görüşünü ve biçimini birbirinden ayırmak güçtür.

Alevilik inanç ve düşüncesi bağlamında İslamın gelişimi farklıdır. Muhammed'in Peygamberliğini duyurusundan altı yıl sonra, ilk kez Mekke'de tarihsel olarak 616'da kuruluşu tamamlanmış Kırklar Meclisi düzenine Medine'de eklenmiş olan "Kardeşlik Sözleşmesi" ile İslam, değişimi öylesine hızlandırmıştı ki, ortak kazanıp ortaklaşa yemeyi ve herşeyi paylaşmayı ve hatta kardeşleşenler arası veraseti bile getiriyordu. Alevilik toplu tapınması Cem'in en önemli kurumlarından olan Musahipliğin temeli burada atılmıştı. . Demek ki Mekke ve Muhammed dönemi Medine İslamlığını farklı kategoriye sokmak ve iyi incelemek gerekiyor. Biz Aleviler İslam dini olarak bu ilk oluşum dönemini algılıyoruz, Hanefi İslam anlayışını değil

Daha önce de birkaç yerde açıkladığımız gibi, Muhammed'in dünyadan göçmesini izleyen daha ilk on yıl içinde, Kırklar Meclisli ve yol ve inanç kardeşliği kuruluşlu Muhammed dönemi İslamlığın getirdiği düzenin toplumsal eşitlik kurallarından eser kalmadı. İslam dini, bezirganların, büyük toprak sahipleri ve fetihçi asker oligarşisinin eline geçmiş ve kuralları onlar koymaya başlamıştı. Peygamberin damadı ve amcası oğlu Ali, çevresindeki bir avuç şiasıyla/yandaşıyla barışçıl siyaset yöntemi uygulayarak Peygamberin kurduğu düzeni geri getirmek için harcadığı büyük çaba fazla işe yaramadı. Öyle ki, Muaviye yandaşları ve Emevi/Abbasi tarihyazıcıları, onun İslami anlayışı ve uygulamalarına "Din i-Ali" yani "Ali dini" demeye ve onu Muhammed dini İslamında dışında sapkın dinsel inanç gibi görmeye başlamışlardır. 260

Ne zaman ki, Peygamberin vefatından tam yirmi dört yıl sonra Abdullah ibn Saba, Salman-i Faris ve Abuzer Gaffari'nin düşünsel katkı ve propagandaları, Malik Ejder'in de askersel yardımıyla Ali adına halkı ayaklandırarak Küfe, Basra ve özellikle Mısır'dan getirdiği isyancı halk güçleriyle Halife Osman'ı alaşağı etti; Böylece 632 yılında hakkı gasbedilmiş İmam Ali, bu halk ihtilai sonucunda, Tanrının mazharı olduğu ve tanrısal gücü özünde taşıdığı inanç ve söylemler çerçevesinde Halifeliğe getirildi (656). 261

Alevi inançlı halkların tüm siyasetleri Ali ve Ehlibeyt adınanaydı. Başlangıçtan itibaren bütün Alevi siyasetleri ve başkaldırıları Ali'nin ve onun soyundan gelenlerin adına yapılmıştır. Ve Muhammed dönemi Mekke ve Medine İslamlığındaki Tanrısal Demokrasi'ye hep özlem duyulmuş, simgeleşmiştir. O düzen geliştirilerek uygulanması istenmiştir. Eşitlikçi, adaletçi ve kardeşçe paylaşımcı kurumlarıyla, hiçbir ayırım yapmaksızın insanları bir gören inanç ve ahlak anlayışıyla Alevilik, işte bu dönem Mekke ve Medine İslamlığının devamı görülmekte ve bu nedenledir ki İslamın özü olduğu ileri sürülmektedir. Özellikle Aleviliğin başlangıç sürecinde, Proto Alevilik (Ön Alevilik) diye adlandırdığımız, yaklaşık yüzelli-iki yüzyıllık dönem içindeki Alevilik inanç ve siyaset akımlarının hepsi de İslamdışı ögeleri alırken, onları gerçek temel kaynak olan Kurân'dan bazı ayetlere ve Peygamber'in çok yakın dostları ve Ehlibeyt İmamları aracılığıyla gelen hadislere bağlamışlar.
Aleviliğin özünde, Peygamber ailesinin, yani Ehlibeyt ve Oniki İmamların Tanrısal nuru taşıdıkları ve zamanın İmamı/Velisi olarak Tanrının bir mazharı olduğuna inanmak vardır. Tıpkı kandil, lamba, ampul, meşale gibi ışık veren bir aracın kendisi ışık olmadığı halde; ışıktan da ayrı olamıyacağı ve ışığın da bu araçlar olmayınca çevreyi aydınlatamıyacağı optik gerçekliğe benzetilmektedir Ali ve Ehlibeyt tanrısallığı. İnsan-ı kamil mertebesine ulaşmış ve Enelhak diyen büyük veliler de theosis'in yani tanrılaşmanın bu ışıksal bütünlüğe ermek olduğunun ayırdına varmıştır.

Alevi-Bektaşi toplumunun bazı örgüt önderleri ve yazarlarının kendi siyasal görüş açılarından Alevi inancını tanımlama ve düşünce yapılarına uygun yorumlamalara girişmiş olmaları, özellikle son birkaç yıldır büyük karışıklıklar yarattı. Türk-İslamcı resmi devlet anlayışı, kendisine yakın bazı vakıf ve örgütleri de yanına alarak onlara karşı sözde Alevileri savunmayı üstlenip, Aleviliği ortodoks İslamın içine sokmaya, yani Sünnilik ve Şlikle uzlaştırmaya, kısacası assimile etme gayretlerini hızlandırdı. Aşırı siyasal İslamcılar ve tarikatçılar ise, Yavuz'un-Kanuni'nin şeyhülislamları İbn Kemal'ler ve Ebu Suudlar'ın anlayışı içerisinde, Aleviler için değil İslam, "dinsiz, zındık, rafızi-sapkın" nitelemeleriyle açık ve kapalı olarak yazıp söylemeyi, saldırmayı sıklaştırdılar.

"Aleviliğin İslamın dışında kendine özgün bir din olduğu, Ali ile ilgisi bulunmadığı; zaten İslam'dan çok önce varolan Aleviliğin Muhammed Peygamberi de tanımadığı, İslam dinine de sonradan girerek batıniliğini benimsediği" tarzındaki görüş ve düşüncelerini sözlü ve yazılı basında tartışmaya açan bazı örgüt önderleri ve yazar-çizerler, ister istemez sözünü ettiğimiz ikinci anlayışla, yani Alevileri İslam dışı sapkın, dinsiz-inançsız sayan(Alevi düşmanlarıy)la uyuşum içine girerek bu topluma ve inancına zararlı olmaktadırlar. Bu arkadaşların birtakım siyasal ve kişisel çıkar hesapları içinde hareket ederek, "kendine özgü" yeni bir "din ve çabaları, bir çoğunun içinden çıktıkları- Alevi-Bektaşi toplumuna büyük zarar vermiştir.

Bunlara karşılık veren ve karşı yazılar yazarak tartışmaya katılanların da, ne yazık ki İslamın çıkışı, gelişimi, yeni siyasal ve inançsal oluşumları, İslam imparatorluklarındaki toplumsal ve iktidar mücadelelerinden habersiz oldukları ya da tarihe tek yanlı, ortodoks gözle baktıkları anlaşılıyor. Bunun için "biz İslamın özüyüz" diye yazarlarken doyurucu ve gerçekçi açıklamalar getirememekte. Bu yüzden özellikle birinci anlayışla uyum içine girerek, Sünnilik ya da Şiiliğe assimile olma tehlikesine zemin hazırlamaktadırlar.

Bu karışık ve Aleviler için gerçekten çok olumsuz ortamda, Türkiye'de en çok okunan gazetenin köşe yazarlarından biri çıkıp; dağınıklığımız, birlik olamayışımız, inancımız ve tarihimize ilişkin bilgisizliğimizle alay edercesine köşesinde "Alevilere Sorular!" başlığı altında bir yazı yazıyor. Öylesine ustalıkla hazırlanmış ki, aynı zamanda soruların içinde, yukarıda sözünü ettiğimiz iki anlayışı da memnun edici yanıtlar bulunmaktadır. Bu karışıklığı yaratan ve kendi siyasal duruşları uğruna toplumun parçalaması sınırını zorlamaktan çekinmeyen kişilerden "tıs!" yok.

Biz de benzer soruları,yani içinde yanıtını taşıyan sorularıSünnilere sormayı gerekli gördük. Bu sorularda hem güncel duruma değinmeler, hem de tartışmalardaki bazı açmazlara gerçekçi kısa yanıtlar bulacaksınız. Bizim ne Sünnilerle ne de inançlarıyla -yazarın yaptığı gibi- dolaylı da olsa alay etme gibi bir niyetimiz yok; herkesin inancına bize zararı dokunmadığı sürece hep saygılıyız. Bizim de Aleviler olarak, Sünni egemen inançlı devlet yönetiminden olduğu kadar, her Sünni yurttaştan da aynı saygıyı beklemeye hakkımız vardır.

Sünnilere Sorular

Nedir Sünnilik?

Muaviye'nin Sıffin savaşında Ali'ye karşı kullandığı hile ve desise dolu siyasal ayak oyunlarını haklı bulmak mıdır? Ya da Ali ve evlatlarına yapılan zulmü onaylamak mıdır?

Peygamberin torunu Hüseyin'i, Emevi halifesi Yezid'e biad etmediği için isyancı sayarak ona yapılanlara karşı çıkmamak mıdır? Hüseyin'i haksız bulup, Yezid'i doğrulamak mıdır? "Sana binlerce selam ya Yezid!" diye haykırmak mıdır?

Nedir Sünnilik?

Zalim, baskıcı yönetimlere boyun eğme itiraz etmeme geleneği mi?
Peki, yüzyıllardır diri tutulan başkaldırı hareketinin karşısında olmak, onu ezenlere yardımcı olmak değil midir?
Ya da gerçeğin ulu kişilerini unutup, kendi inanç ve görüşleri dışındakileri aşağılayan, onlara yaşama hakkı tanımayan değersiz kişileri anmak mıdır?Muhalif olanları, sorunlarına 'inat ve sabırla sahip çıkanları' susturmak için hertürlü aracı kullanmak mıdır?Yani, egemen din ve inanç anlayışı olarak Sünnilik, zalime "zalim" deme cesaretini göstermeyi engellemek midir?

Nedir Sünnilik?

Saltanat karşısında "ey özgürlük!" diye haykırmayı günah saymak ya da cesaret edememek midir?

Egemen inanç olarak 618 yıl boyunca Osmanlı Padişahlarının methiyelerini gazellerini söylemeyi hak görürken, Alevilerin elli yıllık bir ihtilâl sürekliliğinde yarattığı Kızılbaş iktidarının simgesi olan 18 yıllık "Şah İsmail saltanatı"nın türkülerini söylemelerini çok görmek; hatta onları aşağılayarak yasaklamak mıdır?

Ya Ebubekir, Ömer, Osman'sız –hatta Muaviye'siz- Sünnilik olur mu? Batıni (içsel, ésorerique) İslam olarak Alevilik, İslam dininin hep içindeydi; zahiri (dışsal, éxoterique) İslam olarak Sünnilik nerededir? İslamın dış yüzeyinde bir yerde, ama ötesinde mi berisinde mi, hangi köşesindedir?

Sünnilik, tek başına İslam dinini temsil edemeyeceği tarihsel ve güncel bir gerçeklik olduğuna göre, bir mezhep midir? O zaman Hanifi, Maliki Şaf ve Hanbeli adlarıyla dört bölüğe neden ayrılmıştır?

Böyle olunca bütün Sünnilerin üzerinde ittifak ettikleri tek bir "öğreti"den sözetmek olası mıdır? Herkes kafasına, zihinsel yeti ve gelişmişliğine göre bir anlayış içinde mi değerlendirmektedir? Yoksa dört mezhepten oluşan Sünnilik, bunları kurduran Emevi-Abbasi hanedanlarına özgü bir din midir?

Ayrca Aleviler öyle "İslami cila altında Şaman inancı"yla filan değil, İslamın batıni tasavvufunun özgürlükçü ve hoşgörü anlayışına sahip kitleler halinde Anadolu'ya geldiler. Yoksa bu özelliklerinden dolayı mı dinsiz inançsız sayıp horladınız? Dıştalayarak zulümlerden zulüm beğen dediniz?

Tarih boyu iktidar olmuş ve İslam dinini kendi inanç anlayışına aykırı yorumlayarak yaşayan Aleviliği yok saymış; bu inanca saygı göstermemiş, eğitim ve öğretimine izin vermemiş, kitaplarını yasaklamış-yoketmiş mensuplarını kırımlara uğratmış yönetimlere destek verip onaylamış, Sünni inancın mensuplarının Aleviliğin temel kaynakları nelerdir diye sormaya hakkı var mıdır? Hele 21.yüzyılda bile Türkiye Cumhuriyetinin din bilgini ve tarihçileri, hatta Üniversitelerinin bu inancın temel kaynaklarına yönelik bilimsel tarafsızlık içerisinde araştırma yapmamış olması kimin ayıbıdır?

Egemen inanç olarak Sünniliğin sapkınlık görüp yasaklamış, yönetimlerinin yaktırıp yokettirmiş olmasına rağmen tüketemediği, asıl kaynak olan İslamın kutsal kitabının batıni yorumları üzerinde temellendirilmiş çok sayıda kaynak kitapları vardır Aleviliğin. Bunların büyük çoğunluğunun Batılı bilim adamları tarafından incelenip yayınlanmış olması, sözde laik Türkiye Cumhuriyetinin diyanetçi siyaseti ve Türk Üniversitelerinin Teoloji (İlahiyat ) Fakülteleri için kara leke değil midir?

Acaba ikinci "Ebu Hanife" diye adlandırılan, Şeyhülislam Ebusuud Efendi'nin yeri Sünniliğin neresindedir? Haydi bu anlı-şanlı Osmanlı fıkıh bilgini(!) çok eskilerden diyelim; "Rasail'i Nur" sahibi Şeyh Saidi Nursi ve tilmizleri mi yoksa Esat Coşan Efendi ve tilmizleri mi Sünni inanç anlayışını temsil ediyor?

Ayrıca Fethullah Efendi hazretleri, Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ile vakıf kuruluşları ve 6-7 Bakanlık bütçesine eş bütçesi, 100 binlik İmam ordusuyla Türkiye'nin en büyük Holdingleri arasında yerini almış Diyanet İşleri kurumunun Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu Sünni inancının hangi yanına düşüyor dersiniz?

Kur'an'ın, "heryerde, her durumda Tanrıyı anmayı, Tanrıya dua etme"yi buyuran açık ayetlerine rağmen (K.33,41;3, 191;2, 239) tapınma yerlerinin cami olduğuna inanmış ve orada bunları uygulayan Sünnilerin, Hak-Muhammed–Ali yolunu sürdüren Alevilerin tapınmalarının uygulandığı yerin Cemevi olduğuna inanmış olmaları ve Hak hizmeti Cem'lerini burada yapmalarına karşı çıkmaya hakları olabilir mi?
"Toplanıp dua edilen, Tanrıya secde edilen yer"anlamına gelen "mescid"in değil, Cami'nin tarihi ne zamandır? Yoksa Mescid sözcüğüne "namaz kılınan küçük cami" biçiminde uyduruk bir anlam verilerek, "müslümanlar ibadetini camide yapar"a mı dönüştü? Hem sonra söyler misiniz; 637 yılında 2. Halife tarafından Kudüs'deki Süleyman tapınağı kalıntıları üzerine yaptırılmış Ömer camisi, Mescid el-Aksa adıyla vahiy tarihi 618 olan İsra Suresi'nde nasıl geçiyor?

Şunu iyi bilelim; Aleviler İslam dini olarak, Muhammed Peygamber'in 616 yılında ilk Kırklar meclisinin toplanmasıyla başlayan ve 632'de Gadirhum konuşmasıyla tamamlanan İslamın oluşum dönemini, yani kırklar meclisli, musahipli ve tanrısal demokrasinin uygulandığı devreyi algılamaktadır. Bu nedenle Muhammedin rehberliği ve Ali'nin mürşitliğinde Mekke'de (kaya kovukları mağaralar, karanlık sokakların gözlerden saklı karanlık delhizlerinde, güvenli evlerin mahzenlerinde) gizli, Medine'de ise, Hicretin ikinci yılında kurulan Mescid-i Nebevi'de yapılan Cem toplu tapınmaları, dönüşmüş olduğu göksel Kırklar Meclisi kutsal mitosu-söylencesiyle inançsal tapınma geleneklerinde simgeleşmiş ve Cemevlerinde sürdürülmekteyse, "Müslüman ibadetini camide yapar, siz müslüman değil misiniz?" diyebilme yetkisini nereden alıyorsunuz? Alevileri ancak Hak-Muhammed-Ali sorgulayabilir; Görgü Cemi'nde Pir, Rehber ve Mürşid makamında oturan Dedeler tarafından cemdeki canların huzurunda onların adına zaten yapılıyor.

Sünnilik de bir teoriyse, bunun açık bilgisi cami hocalarının mı, tarikat şeyhlerinin mi yoksa gerçekten ayrıcalıklı bir teolojik yapılanma olarak çağdaş Cumhuriyetin (sözde) kurumu Diyanet İşleri Başkanlığının tekelinde midir?

Sonra, inancımızı resmen kabul etmeyen Sünni T.C. devleti, "Dedeler" için okul mu açmış da Alevi dedesinin nasıl yetiştiğini sorabiliyorsunuz ki? Ancak "Dedeler" de ayrıcalıklı bir zümre asla olmaz ve olamaz; çünkü Cemlerimizde kadın-erkek, büyük-küçük, kardeş- bacı, karı- koca, dede-talip birbirine eşittir, sadece Can'dır ve "eşikte oturanla döşekte-postta oturan birdir" ilkesi geçerlidir. Sünnilik de bunlar var mıdır?

Daha ilk TBMM açılmadan kendisini ziyarete gelen Mustafa Kemal Paşa'ya, Dedeler'in bağlı bulunduğu Hacı Bektaş evladı ve Dergahının postnişini Çelebi Cemaleddin Efendi'nin "Paşam Cumhuriyet (mi) kurmak istiyorsunuz, sonuna kadar sizinle beraberiz!" dediğinden habersiz olamazsınız ya, sadece bu bağlamda, yani 'dede-talip eşitliği' bağlamında bile "Dedeler ile Batılılaşma projesi olan 'Cumhuriyet' arasında büyülü bir ilişki kurmak" elbette ki olasıdır. Peki, başında bulunduğu kurumu, yıktığı Osmanlı'nın Şeyhülislamlık'ının devamı olduğunu söylemekten çekinmeyen Diyanet İşleri Başkanııyla Cumhuriyetin –bırakınız büyülüsünü- bir nebzecik ilişkisi kurulabilir mi?(İsmailKaygusuz, Görmediğim Tanr'ıya Tapmam, Genişletilmiş 2. Baskı, Su Yayınları, İstanbul-2009'dan)



[260]  Bu konuda  Wilferd Madelung’ın ‘the Succession to Muhammad’ yapıtı ve bu deyimin geniş yorumunu yapan Paris Ecole Pratique des Hautes Etudes’ün Din Bilimleri Bölümü hocalarından Muhammed Ali Amir-Moezzi’nin makalesine bakılabilir; “Tarihten Teolojiye İslam İançlarında Hz. Ali”, Hazırlayan: Ahmet Yaşar Ocak, TTK, 2005, s.25-52

[261] Geniş bilgi için bkz. İsmail Kaygusuz, İslam İmparatorlukları Tarihinde  İktidar Mücadeleleri ve Aleviliğin Doğuşu, İstanbul, 2005, s.13-29.

[1] “Alevilere Sorular”ı merak edenler 7 Temmuz 2006 tarihli Hürriyet’te Ahmet Hakan’ın köşesine  bakabilirler.