Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Şemsi Tebrizi’nin Gerçek Kimliği, Mevlâna İlişkisi ve Ölümü Üzerine Yeni Tezler

İsmail Kaygusuz

Şemseddin Muhammed Tebrizi (1180/4-1247/8) Kimdir?

Şemseddin Tebrizi (1183/4-1247/8) bir bâtıni İsmailidir. Ancak sıradan bir İsmaili değil; bir İsmaili İmamının oğu ve Huccet (zamanın İmamıın tanığı, vekili) makamında bulunan bir sufi, mutasavvıf düşünür ve bir dava adamıdır. Aynı zamanda onu, yaşamının değişik dönemlerinde yönetici, siyaset adamı, askeri komutan, öğretmen ve diplomat olarak görmekteyiz.

Bektaşi Menakıbname’lerinde Şemseddin Tebrizi


15.yy.sonlarında yazılmış olan Hacı Bektaş Veli Velâyetname'si ve Ahi Evren Menakıbname'sindeki Şems-i Tebriz'e ilişkin bilgilerin çok büyük bölümünün mevlevi kaynaklardan, değişikliklere uğratılarak alındığı anlaşılıyor. Ahi Evren Menakıbnamesi'n Şemsi Tebrizi'ye ilişkin bölümde, Molla Hünkar Mevlâna'nın kendisinden bir Dede istediği ve Hacı Bektaş Veli'nin bu isteğe karşı davranışı şöyle anlatılmakta:

“Dönüp etrafına nazar eyleyüp,'kangınız gidersüz?' deyü nutuk buyurdılar. Cümlesi sükuta vardı. Şems-i Tebrizi yerinden durup, 'Erenler Şahı ben giderim' dedi Hazreti Hünkar'ın mübarek nutkından öyle bir çıktı ki, 'benlik ile meydane geldün, ‘baş ile git başsız gel' dedi. Derhal Şemsi Tebrizi Hazreti Hünkar'ın elini öpüp yola revan oldu...”

Bize göre “Şemseddin’i Mevlâna’ya gönderen Hacı Bektaş'tır” varsayımı doğru olamaz. Ayrıca Velâyetname’de belirtildiği üzere Şems-i Tebrizi, Hacı Bektaş'ın üçyüz altmış halifesinden biri de değildir; tam tersine Hacı Bektaş Veli, kendisinden en az otuz yaş büyük ve İsmaili baş Dai’si, yani bir Huccet olan Şems-i Tebrizi'ye bağlıdır. (Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İst. 2005, s.13-63/64-115)

Mevlevi Kaynaklarında Şemsi Tebrizi

Gölpınarlı’nın, Eflâki’den ve Şemseddin’in Makalat’ından derlediği bilgileri özetle şöyle verebiliriz: Şemseddin Muhammed Erzurum’da bir süre öğretmenlik yapmış; zira Makalat’ında bir öğrenciye üç ay içinde Kur’an okumayı öğretmiş olduğu yazılıdır. Eflâki de Şems ile ilgili pek çok bilgiyi bu Makalat’tan almış bulunmaktadır. Şems, nereye giderse, orada Kervansaraylara konmaktadır. Bu Kervansaraylarda, bir Kalenderi dervişi gibi kalır, fakat tekkelere de medreselere uğramazdı. Niye tekkeye gitmediğini soranlara: “Tekke pişip olgunlaşmak, yetişip gelişmek kaydında olanlar için yapılmıştır. Ben onlardan değilim.” O zaman Medreseye neden gelmediği sorulduğunda ise, “tartışmalara girişecek adam değilim ben. Her sözün zahiri anlamını versem, bu benim işim değil, yapmam. Kendi dilimce tartışmalara girişsem, yani hal diliyle konuşsam, bâtıni yorumlara (tevil) girsem, anlamaz gülerler, kâfir derler” diyordu Şemseddin.

Şems 1244 yılının Ekim ayının 23. günü Konya'da Mevlâna ile buluşmuş. Gölpınarlı'nın yaptığı hesaba göre, “bu ilk gelişinde Konya'da 15 ay yirmi beş gün oturmuştur ki gidişi 1246 Şubat'ının 15. gününe rastlamaktadır.”   İran’ı, Horasan ve Azerbaycan’ı ezip geçmiş olan Moğollar, önlerinden kaçan Harezmilerin peşinden Doğu Anadolu’ya girmişlerdi. Adı geçen bölgelerde sadece Alamut Nizarileri (İsmaililer), çeşitli anlaşma ve savunma yöntemleriyle Mogolların kıyımlarından şimdilik kurtulmuş durumdaydılar. İşte böyle bir zamanda Nizari İsmailileri eski Kuhistan valisi/muhtaşim (1224-1226) Şemseddin Muhammed, Alamut tarafından büyük davetçi (Dai al-Duat, huccet) olarak Rum'da (Anadolu'da) görevlendirilmiştir. Kısacası Şemseddin Tebrizi ve Mevlâna buluşması olarak İslam mistisizmi (tasavvuf) tarihine geçen olay, olağan İsmaili Dava (misyonerlik) siyasetinden başkası değildi.

Şimdi Şemseddin Muhammed Tebrizi'yi Gerçek Kimliği ile Tanımayı Deneyelim...

Şemseddin Tebrizi hakkında ne yazık ki, onun gerçek kimliğini açıklayan çok sağlıklı bilgiler bulunmamaktadır. Ancak yaşamından sadece birkaç yıllık kesiti anlatan bazı ayrıntılar var ki, onu gerçek kökeninden koparmıştır. Bunu yapan, Şafii-İşari ve Şii görüşlerin egemen olduğu Makalat'ın Tebriz nüshaları ve eski Mevlevi kaynakları olduğu kadar, bu kaynakları eleştirel gözle incelemeden aynısıyla kullanan günümüz çağdaş araştırmacıların yapıtlarıdır.

Bu arada bazı İsmaili yazarların, Post-Alamut İmamı Şemseddin Muhammed (1257-1310) ile karıştırarak, Şems-i Tebrizi'nin İmam Alaaddin Muhammed III’ün torunu olduğu iddiası da kesinlikle doğru değildir; Şems onun büyük üvey kardeşidir. Alaaddin Muhammed III 1221’de, Alamut’un başına geçirildiğinde 9 yaşında bulunuyordu. Bizce göre, son Alamut İmamı Rükneddin Hurşah’ın (1255-1257) oğlu ve ilk post-Alamut (Alamut sonrası) İmamının Şemseddin Muhammed (1257-1310) adını taşıması da, İmam ailesindeki ilk Şemseddin Muhammed’in varlığının anısına olmalıdır, tıpkı Hasan’lar, Alaaddin’ler gibi

Abdülbaki Gölpınarlı, İsmaili’lere hiç de iyi gözle bakmayan Ata Melik Cuveyni’den kaynaklanarak, “Celaleddin Nev Müsülman’ın Alaaddin’den başka oğlu yoktur” diye kestirip atmıştır.   
Gölpınarlı Şems’in “Makalat”ının, onun sağlığında başlayarak bizzat Mevlâna’nın oğlu Velet Çelebi’nin kaleme almış olduğunu düşünmektedir ki, bu doğru olabilir. Nevarki, üstadın yararlandığı Makalat nüshalarında çok farklı bigiler bulunmakta; birinde yazılı olanlar diğerinde yoktur veya değişik biçimlerde anlatılmıştır. Demekki, mevlevi müstensihler makamına ve anlayışına göre işine gelmiyenleri, özellikle bâtıni düşüncelerini ılımlılaştırarak ya da mevlevi görüş açısından yorumlayarak Şems’i değerlendirmişlerdir. Ne yazık ki Gölpınarlı da, onlar gibi hareket edip Şemseddin’in düşünce ve inancının çözümlemesini yapmaktadır:
“Şemsi Tebrizi, Eflâki’ye göre Melikdad oğlu Ali’nin oğludur, Sipehsalar ise, onun gittiği yerlerde kervansaraylara konduğunu, kalenderi veya tacir elbisesiyle gezdiğini ve riyazatla (sufi çilesi) vakit geçirirdi” diyor. Arkasından, “sadece Tezkire-i Devletşah’da, Şems’in bir İsmaili prensi olduğu kayıtlıdır. Devletşah’a göre Şemseddin Muhammed Tebrizi, Celaleddin Nev-Müsülman’ın (1210-1221) oğludur ve gizlice Tebriz’de okumuş”   olduğunu belirtmesine karşın bunu hiç önemsemiyor.

Oysa Devletşah, “oğlunu gizlice öğrenim için Tebriz'e gönderen Celaleddin Hasan III'ün, atalarının bütün sapkın (heretic) kitaplarını yakmış olduğunu” da belirtmiştir. Bu demektir ki, Celaleddin Hasan bâtıni Alamut İsmaililiği inancı dışında oğlunu eğitmek ve kendisinin benimsediği Sünni şeriatının gerektirdiği bilgileri kazanmasını istiyordu. Gerçekten de Şemseddin'in geleneksel/ortodoks din bilimlerinde çok iyi yetişmiş olduğunu her fırsatta Devletşah vurgulamaktadır. O, Sipehsalar, Eflâki ve Cami'den farklı olarak verdiği bu bilgiler dışında Şems'in yeniyetmelik döneminden de kesitler sunmaktadır.

Devletşah,
“Şems çok güzel bir çocuktu ve o kadar güzeldi ki, onu gören bir erkek bile hemen aşık olabilirdi. Bu yüzden sarayın, erkeklerin değil kadınların bulunduğu yerde kalıyordu. Haremde kadınların arasında yaşarken çok iyi nakış yapmasını öğrenmişti ve kendisine 'Altın Nakışçı' diyorlardı” diye yazıyor.  

1487 yılında “Tazkirat al-Şuara/Ozanların Yaşam Öyküleri” yapıtını tamamlamış olan Devletşah, 1476-77 yılları arasında Abdurrahman Cami'nin yazdığı “Nafakat al-Uns/Dostlukların Rayihaları” adlı yapıt dışında, gezileri boyunca rastladığı adlarını vermediği, kendilerini gizleyen gezginci İsmaili dervişlerin Şems hakkındaki sözlü anlatımlarından yararlanmıştır. Ayrıca Nurullah Şustari (ö.1610) ise “Majalis al-Mominin” (vol. 6, s. 291) kitabında “Şems, bir İsmaili İmamının oğludur (da'iyani Ismailiyya budand)” deyip, Devletşah'taki diğer söylentiyi de arkasına eklemiştir.

Makalat'ta (s.740) babasına ilişkin şu ayrıntı geçmektedir:

“Babam beni hiç anlamadı. Kendi kentimde bir yabancıydım, babam da bana yabancıydı. Kalbim ondan uzaktı. Onun hep beni ezdiğini düşünürdüm. Benimle nazikçe konuşsa bile, beni dövüp evden kovacağını sanıyordum. Babamla aynı kumaştan urba giymiyorduk”   

Şems'in Makalat'ta hakkında konuştuğu, aralarında büyük yabancılık ve çelişkilerin olduğunu söylediği babasının Alamut İmamı Celaleddin Hasan III (1210-1221) olmaması için hiç bir neden yoktur. Bizce Şems, kesinlikle babasının ve ailesinin kim olduğunu herkesten saklamıştı. Onun bir bâtıni İsmaili baş Dai'si olduğunu belki sadece Mevlâna biliyordu.

Mevlâna Celaleddin Şemseddin Muhammed’i nasıl görüyor?

Sultan Veled, ‘İbtida-name’ adlı yapıtında Mevlâna ile Şems’in buluşmasını Musa Peygamber’le Hızır’ın buluşmasına benzetmekte. Ona göre Mevlâna Musa’yı, Şems de Hızır’ı temsil ediyordu. Orada buluşmayı şöyle anlatıyor:

“Ansızın Şemseddin geldi, ona ulaştı Mevlâna’nın gölgesi onun ışığında kayboldu... Şems dedi ki: ‘Batın aleminde ilerisin, ama ben bâtıninin de da bâtınisiyim. Sırların sırrıyım, nurların nuruyum ben. Erenler, benim sırlarıma erişemez... Diri sevgi tapımda ölüdür...’ Şems onu öyle şaşılacak bir aleme çağırdı ki, o alemi ne bir Türk rüyasında gördü ne de Arap, fakat Şems’in ona gösterdiği bilgi, yepyeni bilgiydi. Şems onu maşukluk cihanına davet etti, Mevlâna da can yoluyla canlar canına kavuştu. Şems-i Tebriz, o tabiatı kan dökücülük olan er, yol gösterici oldu.”   

“Ben bâtıninin de bâtınisiyim”, “Şems onu şaşılacak bir aleme çağırdı” ve “can yoluyla canlar canına kavuştu”ve “yolgösterici oldu” gibi cümleler, Şems’in Mevlâna’yı çağırdığı şaşılacak alem olan İsmaili bâtıniliğinin söylemleridir. Hatta mecazi-tasavvufi anlamda kullanılmış olsa bile, “o tabiatı kan dökücülük olan er” nitelemesi, Sultan Veled’in Şems’in savaşçılığından da bilgisi olduğunu gösteriyor.

Henry Corbin’in “Huccet görevi üstlenmiş Şemsi Tebrizi” tanımlamasından hareket edersek, bu buluşmayı yine onun vurguladığı İsmaililikteki “bâtıni hacılığı” simgesel olarak görebiliriz. Yine H. Corbin’in açıkladığı gibi “Canlar canına kavuşmak”, “bâtıni hacılığın” kendisidir.
Mevlâna’nın ona ulaşarak bâtıni hacı olduğu Şemseddin Muhammed için yazdığı şiirlerden şu birkaç beyitiyle “canlar canı”na neler dediğini görelim:

Cemal-i yar şod kıble-y nemazem
Zi reşk-i eşk-i u şod ab-ı destem
....
Gayret gözyaşlarıyla abdest aldım da namazımda kıblem (bu) sevgilinin yüzü oldu. Senden başka başım varsa yokolsun. Sensiz yaşarsam yak varlığımı, Kabede de mabudum sensin kilisede de. Yukarıdan da maksudum sensin, aşağıdan da. Ekmeğini gördüm, artık(başkasında) gözüm yok. Suyunu içtim, bu sudan usandım, vazgeçtim. Kişi taptığının derecesindedir, onun değerindedir. Ne mutlu bana ki ona tapmadayım.  

Ayrıca “Celaleddin Rumi Divan'ında, Şems'i Peygamberin mirasçısı olarak bildirmekte (beyit no.2473) ve onu Ali ile karşılaştırmakta ve onun mazharı görmektedir (beyit no.1944). Bunların sadece bir İmama atfedilmiş olduğu bilinmelidir.”   Mevlâna'nın bu ifadeleri bize, gerçekten Şems'in İmam soylu olduğunu kendisinin onun bildiğini göstermektedir.

Araştırmamızda Vardığımız Sonuçları kısaca Özetlersek

Araştırmalarımız Şemseddin Tebrizi ile 1224-1226 yılları arasında Kuhistan eyaleti İsmaili valisi (muhtaşim'i) Şemseddin Muhammed (bin) Hasan–ı İhtiyar'ın aynı kişi olduğu düşüncesine götürdü. Bu olayın üzerinde hiç durmamış görünen İsmaili tarihi araştırmacıları arasından, her nedense Tebrizi'nin öldürüldüğü tarihlerde 7-8 yaşında bulunan Sebzavarlı Pir Salahaddin oğlu Pir Şemseddin Muhammed Multani(ö.1356) ile Şems Tebrizi'nin aynı kişi olduğunu yazanlar çıkmıştır.

Alamut İmamı Celaleddin Hasan'ın büyük oğlu olan Şemseddin Muhammed'in kırk yaşlarındayken Kuhistan valisi olarak atanması kadar doğal bir durum olamazdı. Ayrıca 1227'den itibaren aynı Şemseddin Muhammed'in, Hind ve Sind bölgelerinde yıllarca İsmaili dava etkinliklerini çok etkili bir biçimde yürütmüş olduğuna inanıyoruz. Eğer böyle olmasaydı, Pir Şemseddin Muhammed Multani'den (ö.1356) sonra, hâlâ İsmaili inançlı halkların toplumsal belleğinde Şemsi Tebrizi kalır mıydı? İki Şemseddin’in söylenceleri birbirine karışmış ve halk arasında daha çok Şemseddin Tebrizi adı anılmaktadır.

23 Ekim 1244 tarihinden itibaren Şemseddin Muhammed’i artık Şemseddin Tebrizi adıyla Konya'da görüyoruz. Kimseye birşey söylemeden 11 Şubat 1246 tarihinde de ansızın ortadan kayboluyor. Bu ortadan kayboluş, Mogol başkenti Talikan’da, dünyanın her yanından tam 2000 kişinin katıldığı 24 Agustos 1246'da toplanan ve Ögeday oğlu Guyuk’un Mogol Hanı seçildiği Kurultay'la yakından ilgilidir.

Kurultay hakkında en geniş bilgiyi bize, papa İnnocent IV tarafından elçi olarak gönderilmiş ve 1247 yılı sonunda İtalya'ya dönmüş olan Fransisken rahibi John Plan del Carpin vermektedir.

Konumuzla ilgili olarak Selçuklu Sultanlığından giden elçilik heyeti hakkında Abul Farac'ın Tarihi’nde çok daha fazla bilgi verilmektedir. Alamut İmamı Alaaddin Muhammed III (1221-1256), Abbasi Halifesi al-Mutasım (1242-1258) diğer birçok İslam önderleri tarafından ortak anlaşmayla düzenlenen bir elçilik heyetinin başına, eski Kuhistan valisi ve dai’ lerden Şihabeddin ve Şemseddin Muhammed (Tebrizi) geçirilerek Karakurum'daki Mogol başkentine gönderildi.

Alamut önderi İmam Alaaddin Muhammed III, bu heyetle babası Celaleddin Hasan ile Mogollar arasında yapılan anlaşmayı anımsatan bir memorandum gönderdi Guyuk Han’a. Ancak, Alamut Nizari elçileri Han tarafından hakarete uğradı ve kovuldular. Memorandum’a da ağır sözlerle karşılık verildi. Han'ın bu ağır sözleri ve hakaretlerine muhatap olan, ancak Kurultay geleneklerine aykırı olduğı için bu elçilik heyeti öldürülmekten kurtuldu.
İşte Şemseddin Muhammed Tebrizi, Rum’da (Anadolu’da) davetçilik (Huccet olarak) yaptığı, Mevlana’ya bâtıniliği öğrettiği sırada Alamut’a çağrılıp ona bu görev verilmiştir. 20 yıl kadar önce Sistanlılara karşı büyük bir savaş vererek, yıllarca süren anlaşmazlıkları sona erdirmiş bulunan Şemseddin’in başarılı bir askeri kumandan oluşu ve diğer başarıları onun bu diplomatik göreve seçilmesini sağlamıştı.

Ancak bu son yüklendiği siyasal ve diplomatik görevin içeriği, yeni Mogol Hanı Guyuk (ö. Nisan 1248) tarafından düşmanca karşılanması yüzünden, Şems’in sonu gelmiş oluyordu. Onu, ne Mevlâna’nın küçük oğlu Alaaddin kıskançlık yüzünden, ne dindar Sünni Konya eşrafı Mevlâna’yı baştan çıkartıp kendilerinden uzaklaştırdığı için ve ne de son zamanlarda ortaya atılmış tasavvufi görüş farklılığından ötürü Ahi Evren öldürtmüştür. Bir yıl dört ay sonra sonra Konya'ya geri dönen Şemseddin Tebrizi 1247 sonunda ya da 1248 yılı başlarında; kendilerine menşur (yarlıg) fermanı verip Rum'a Sultan olarak atamış olan Guyuk Han'a yaranmak için, Rukneddin Kılıçarslan III'ün veziri Bahauddin bundan sorumludur. Bize göre işte bu vezir, 1247-1248 yılları içinde, Mogolların desteğiyle saldırganlığını sürdürürken, Guyuk Han'a yaranmak için, Kurultay’da tanık olduğu bu olayın içinde gördüğü Şemseddin Tebrizi'yi Konya'ya adamlarını gönderip öldürttü. Bu yıllarda Mogol yanlısı -ayrıca Mogol asıllı- olarak Rükneddin Kılıç Arslanı tutan geleceğin büyük veziri ve Mevlana Celaleddin'in baş müridi olan Muinnuddin Pervane Tokat'ta Bahauddin'in buyruğunda bir askeri kumandandı. Vezir Bahauddin bu işi Pervane'ye de havale etmiş; onu ve Şems’i kıskanan Mevlana'nın müritlerini de kullanmış olabilir.

Şems'in öldürülmesinin ardından geçen birkaç yıl içinde Anadolu Selçuklu Sultanlığı tamamıyla Mogol İmparatorluğunun bir doğu eyaleti durumuna girdiğinden, Mevlana dahil kimse bu öldürme olayından sözedememiş. 70 yıl gibi uzun bir zaman aşımından sonra olay hakkında yanlış varsayımlar ve söylentiler yazıya geçirilmiştir. Kısacası “faili meçhul bir siyasi cinayet” olarak kapanmıştır.




[1]Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, İstanbul, 1985, s.67.

[2] Cihan-guşa, C.III, s. 249’dan aktaran A.Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, s.50.

[3] Tezkire-i Devletşah, Nefahat çevirisi, İst. 1289, s.195’ten aktaran Abdüllbaki Gölpınarlı, Mevlâna Celaleddin, s.49-50)

[4] Dawlatshah, Tazkirat al-Shu'ara, s.216'dan aktaran Franklin D.Lewis, RUMİ, Past and Present, East and West; The Life, Teachings and Poetry of Jalal al-Din Rumi, Oneworld-Oxford, 2000, s.265-6 : " Bazı modern eşcinsel yazarlar ve çevirmenler Devletşah'ın bu pasajlarından, Şems ile Celaleddin Rumi arasında bu tür bir ilişki olduğunu çıkarmaktadırlar. Oysa Devletşah onların ilişkilerinin fiziksel olduğunu kesinlikle belirtmez. Kaldı ki, Şemseddin'in kendisi Makalat'ında Evhadeddin Kirmani'yi genç erkeklerle ilişkisinden dolayı kınamaktadır."

[5], RUMİ, Past and Present, East and West; The Life, Teachings and Poetry of Jalal al-Din Rumi, s.138, 140.

[6] Sultan Velet, İbtida-Name, s. 42, 197,198’den aktaran A. Gölpınarlı, agy. s. 71-72)

[7] Mevlâna’nın Mesnevi’sinden den aktaran A.Gölpınarlı, agy. s.69-70

[8] www.ismaili.net:"Poet Nizari Kohistani" başlıklı yazarı belirtilmeyen bir makaleden.

[9] Steven Runciman, A History of the Crusades, Vol.III, 5.Baskı, London-1990, s.259-260; Jean Paul Roux, Orta Asya/Tarih ve Uygarlık, Çev.Lale Arslan, Kabal Yayınları: İstanbul-2001;Karş. Gregory Abul Farac(Bar Hebraus), Abul Farac Tarihi II, İngilizce'den Türkçeye çev. Ömer Rıza Doğrul, 2.Baskı, Ankara-1987,s.546)