İran’da İlk İsmaili Huccet’i ve “Doğu’nun Gerçek Aklı” Nasir Husrev (1003/4-1088/9)
İsmail Kaygusuz
1. Nasir Husrev ve İsmaili İran Edebiyatı
İran’da İsmaililik, Fatımiler döneminde Nasır-i Husrev’in Farsça yazdığı yapıtlarla tanınıp yayılmıştır. Yemen kadar tarihsel anayolların dışında kalma ayrıcalığı bulunan Bedehşan, İran dilinde İsmaili edebiyatının bir bölümünü saklamada başarılı olmuştur. Ayrıca “Jami al-Hikmatayn”(Aklın Uyumu ya da iki felsefenin birleştirilmesi) yapıtında, tanınmamış bir Bedehşan prensi çok önemli yer tutar. Kendisi İsmaili olan prens Ali b. Said, Yamgan’da sürgünde yaşayan –ki mezarı da oradadır- Nasir’ın koruyucusu ve rahatlatıcısı olmuştur. Jami’nin yazılmasında ortamı hazırlayan ve teşvik eden bu kişiydi. Bundan başka, geniş anlamda yukarı Oksus memleketi olan Bedehşan, başka yerlerde yakılıp tahrip edilmiş yazmalar için sadece bir korunma yeri olmadı, fakat aynı zamanda İsmaili İran edebiyatına farklı nitelikler kazandıran geleneklerin yayılma alanı oldu. Kendilerini Nizariler olarak gören Orta Asya İsmailileri, aynı zamanda bu inancın edebiyatında, Alamut reformundan daha eski elemanları anonimleştirip yüceltmiş ve saygı göstermişlerdir. Tabaka tabaka oluşan İsmaili edebiyatı üç aşamalı bir düzen içinde gözüküyor:
1) İlk dönemi anlatan birinci katman: Bu çağa ait pek az bilgi bulunmaktadır. Bununla birlikte, Pamirli İsmaililer tarafından kutsal kitaplardan biri olarak saygı görmüş Ummul Kitab adını taşıyan yapıt; her ne kadar Pers dilinde yazılı tarihi (10.yy) belli de olsa kökeni, proto-İsmaili olarak tanımlanabilen dönemin ruhsal-manevi çevresine aittir: o zamanlar Khattabiler ve Karmatiler arasında benimsenen, inanılan yaygın fikirlerdi.
2) İkinci katmanı Nasir Husrev’in yapıtları örneklendirebilir; yanlışlıkla çok sayıda ona atfedilenlerle birlikte otantik yapıtlardır bunlar. Onun Pers dilinde yazdığı kitaplar, Arapça yazmış olan büyük İranlı çağdaşlarınınkiler kadar, Fatımiler zamanındaki İsmaili öğretisinin sunucusu ve tanıtıcılarıdır. Varolan bilgilerin kesinleşmiş anlatımında, Nasir Husrev’in Bedehşanlı ortodoks (Sünni-Şii) müridleri ile Alamut Nizari İsmailileri arasındaki kavşağın nasıl ve ne zaman reformu etkilediğini belirlemek olası değildir.
3) Yeni tabaka, İran İsmaililiğinin bu önemli başkentindeki kavşakla sınırlanır. İzleyen dönemi “Sufizmle İsmaili fikirlerinin birleşmesi” olarak tanımlanabilir. Bu katman, örneğin Mahmud Şabistari’nin çok tanınmış Gülşeni Raz’da (Gizemin Gülbahçesi) bulunan İsmaili-batıni tevil’i ve Aziz Nefasi’in (ö.1262) Sufizm üzerinde çok önemli yapıtı Zubdat al-Hakaik (metafizik gerçeklerin özü) gibi bir İsmaili uyarlamasında zekice bir birleşmeyle tamamlandı. Ayrıca bu tabakaya, İsmaililerin çok önemsediği sufi ozan Ferideddini Attar’ın Mantık at-Tayr yapıtına ek olarak, diğer İsmaili felsefesi yazarları ve Safevi döneminde Şiilerin ürettiği felsefi yapıtlar da hizmet etmişlerdir...(Henry Corbin, “Nasir-i Khusrau and İranian İsmailism”, The Cambridge History of Iran Vol. IV, Cambridge University Press, 1975, s.528 vd.)
2. Nasir Husrev’in Yaşamı, Gezileri, Dai’liği ve Yapıtları
“Dünyanın gizemini içsel (batıni) bakışla incele
Dışsal (zahiri) gözlem onu keşfedemez
Bu dünya daha yüksek dünyaya götüren bir merdivendir
Ve biz onun basamaklarında yükselmek zorundayız”
Nasir Husrev
Büyük İsmaili daisi Nasir Husrev tanınmış geniş bilgi sahibi (allame) ozan, düşünür, gezgin ve Horasan Huccetiydi. O, 11.yüzyıl İran’ının Ömer Hayyam, Hasan bin Sabbah, Muayyid aş Şirazi gibi yetiştirdiği ve Belh’in Kubadiyan kasabasından gelmiş “Doğunun Gerçek Aklı” olarak değerlendirilen en önemli kişiliklerinden biriydi. Kendisine Seyyidna Nasir Husrev ve Şah Seyyid Nasir de denimektedir. Uzun adı Nasir Husrev Hamiduddin Abu Muin Nasir bin Khusrev bin Harith al-Kubandiyani olan o kendisine, doğduğu kasaba devletin başkenti Merv’e bağlı olduğu için Marwazi Kubandiyani diyordu.
Nasir Husrev 1003/4 yılında doğdu ve 1047’de Mısır’a geldi. Orada, Fatimi halifesi al-Mustansir ile görüştüğü 1050 yılında kadar üç yıl yaşadı. Aynı yıl Horasan ve Badahşan’a huccet olarak atandı. Bugün Afganistan, Tacikistan, Çin, Çitral, Hunza, Gilgit, Pamir, Yarkent vb.bölge ve ülkelerde milyonlarca İsmaililerin varlığı kuşkusuz onun yorulmak bilmeyen çalışma ve çabalarına borçludur. O yaşamının geri kalanını Yamgan’ın çıplak-soğuk vadisi içinde geçirdi. “Wajh-i Din”in (yayımlayan: Ghulam Reza Aavani, Tehran, 1977, s. 1) girişinde Seyyed Hossein Nasr onu şöyle tanımlar:
“ O en büyük İslam filozofudur ve genelde İslamın, özelde ise İsmaililiğin büyük entellektüel kişisi olarak incelenmeye layıktır.”
Büyük bir düşünür ve çok geniş bilgi sahibi bir yazar olduğundan başka, Nasir Husrev ayrıca seçkin ve tanınmış bir gezgindi. Belh’den Mısır’a, oradan Mekke’ye, sonra da Basra yoluyla İran’a ve son olarak Belh’e dönerek katettiği uzaklık, türbeler ve benzeri yerlere yaptığı kısa gezintiler sayılmadığı halde, yaklaşık 2220 parasang/fersah (13 320 km) tutmaktadır. Kardeşi Abu Said ve bir Hintli hizmetçi ve bazı yük uayvanlarının eşlik ettiği gezisi 1045 yılı içinde başladı. İlk gezisini, hükümet görevinden istifasını arzetmek için Merv’e yaptı ve sonra sufi ozan Bayazid Bistami’nin türbesini ziyaret ettiği Nişabur’a geçti. Oradan, Tebriz üzerinden Suriye’ye giden kara yolunu tuttu. Arkasından, Mısır’ı ziyaret etme kararı aldığı Mekke’ye gitti. 1047’de Şam ve Kudüs yoluyla Kahire’ye ulaştı. Şehire girerken Nasir Husrev, içgüdüsel olarak “buranın gereksinim duyduğu her araştırmayı yapacağı yer olduğu hissine kapıldığını” söylemiştir.
Gazneli Sultan Mahmud döneminde doğmuş olan Nasır Husrev’in babası Belh civarında toprak sahibi biri, olasılıkla bir orta dikhan idi. Nasir Husrev, çocukluğundan beri eğitim alma çabası içindeydi ve bunu başarmak amacıyla takriben otuz yılını harcadı. O, geleneksel olduğu kadar düşünsel de her türlü bilgi alanında herşeyle ilgilenen bir kişi oldu. Kur’an’ı ezberledi ve Kutsal Kitabın geleneksel okunuşu (hafızlık) ve yorumlanmasında uzman oldu. İslami bilimlerden başka Tevrat’ı ve İncil’i okudu ve diğer dinleri tam anlamıyla araştırdı. Ptolemaios’un Almogestis’ini, Euklides geometrisini, simya, fizik, mantık, müzik, matematik, tıp, astronomi, astroloji vb. inceledi. Ayrıca edebiyatta da derin bilgiye sahipti ve Arapça, Türkçe, ve Grek dilleri dışında Sanskritçe ve İbranice de biliyordu. Aristoteles, Platon ve Sokrates felesefeleri üzerinde çalışmış, Kindi’nin, Farabi ve Abu Ali Sina’nın risalelerini incelemişti. Divan’ında kendi yüksek bilgi düzeyine göndermeler yapmaktadır:
“Na mond az heech goon danish kih manzan na kardam- istifadat beesh-o-kamtar (Dünyada az veya çok yararlanmadığım bilgi kalmadı).”
Dinsel kökeni Şiilik olduğu söylenen Nasir Husrev, Divan’ındaki iki beyit içerisinde kendisini bir Alevi olarak nitelemektedir ki bundan, Dr. İvanow “Alevi” sözcüğünün burada Şii anlamına gelmediği, onun gerçekten Seyyid olduğuna inandıracak yeterli neden bulunduğu sonucuna varıyor. Ancak Nasir Husrev, alçakgönüllülükle bu bağlamda (Şii inancı bağlamı içerisinde) kendisini kanıtlayıp, inançsal uygulamalarını gerçekleştirdiği için, bu görüşü kanıtlamak güçtür.
Kaldı ki, bu bölgelerde 10.yüzyılın ortalarından itibaren bazı Türk topluluklarına “Aleviler” deniliyordu, sadece Alisoylulara değil.(İsmail Kaygusuz, Alevilik İnanç, Kültür, Siyaset TARİHİ VE ULULARI 1, Alev Yayınları: İstanbul, 1995. s.94-98)
Bununla birlikte, Nasir’in son yıllarını geçirdiği ve ve öldüğü yer olan Yamgan vadisini bugünkü yerlileri kendilerin Nasir Husrev’in torunları ve “seyyid” olduklarını düşünmektedirler. Onlar hala fanatik Sünnidirler. 1 Ama, dedeleri kabul ettikleri Nasir Husrev’in bir Sufi Piri olduğuna inanıyorlar. Nasir Husrev Hükümet memurları (yönetici aristokrat) sınıfına mensup bir ailede doğmuş olduğundan o da zamanın geleneğini izledi; Gazneli ve Selçuklu yönetimlerinin hükümet hizmetlerine girdi. Horasan prensi Selçuk oğullarından Çağrı Beg’in veziri Abu Nasir’in çevresinde, kardeşleri Abu Halef ve Abu Celil ile birlikte Nasir bir hükümet yazmanı ve vergi tahsildarı olarak kullanıldı.
Taqi-zade kitabında onu, kralların-prenslerin içki ve eğlence meclislerine “Ham majilis wa ham piyala” katılmakla suçlamıştır. “Nasir’in kendi söylemlerini dikkatle incelenirse” diyor İvanow, insan bütün bunların bir yanlış anlaşılma üzerinde temellendirildiğini görebilir”. Bir yetenek olarak ve zihnen gençliği uyaran o, kuşkusuz birçok şeylere fazlaca gerçek ilgi gösterdi, bununla birlikte, uzun zaman boyunca gerçeği aradığı ozanlık-şiir yazdığı yılları kadar herhangi birşeyde başarılı asla olamadı. Bunu bizzat Divan’ında kendisi söylemiştir… Büyük olasılıkla , onun yaşamın zevkine düştüğü ve aşk şarkıları yazdığı, ki bunlardan yaşlılığındaki sert inanmışlık döneminde utanç duymuş olduğu görüldü. 35 yaşlarındayken, hanedan değişimiyle 1038 yılında görevinden ayrılıp anayurduna yerleşti, Sekizinci yıl oradan büyük yolculuğuna çıktı.
2. a Nasir’in Yaşamındaki Değişme ve İmama Ulaşması
Genel olarak Nasir’in bir ortodoks müslüman olarak Hac yolculuğuna çıktığı ve Mekke’ye giderken içinden geçmek zorunda kaldığı Mısır’da İsmaililiğe döndüğü kabul edilmektedir. O, İsmaili davasının en yüksek makamına, yani huccet’liğe atandıktan az zaman sonra ana vatanına dönmüştür.
Dr. Ivanow’a göre,
“açıkçası Nasir Khusrev için gerçek sadece İslamdı ve gerçeğin sadece İmamdan alınabilen dinin güvenilir yorumu olduğu kolaylıkla ortaya konulabileceğiydi. Olasılıkla gençlik tutkularının terslikleri, hatta İsmaililerle olası ilişkileri yüzünden resmi kariyeri bozulmuşsa da, - dahası bir hanedan değişimiyle de Şii olmuş olabilirdi- bütün bunların biraraya gelmesi, olasılıkla ona Fatımi davasını benimsemesini telkin etmişti; onun yıldızı bu özel durumdaki kadar da asla yükselmedi.”
Nasir Husrev Sefername’sinde inanç değiştirmesiyle ilgili olarak iki açıklama vermiş: Birisi, yolculuğunun başlangıcındaki sıkça anlatılan dinsel düşgörme öyküsü ve ikincisi ise kasidelerinin en uzununa biçim veren “İtirafları”dır.
Sefername’sinde gördüğü düş şöyle betimleniyor: Bir gece düşünde bir adam görür. Kendisine “İnsan aklını bozan şarabı içmeyi ne kadar zaman sürdüreceksin? Senin için ayık ve ciddi olmanın tam zamanıdır” der. Bu sözlere Nasır, “akıl dünyanın acılarını-üzüntülerini azaltmak amacı için daha iyi herhangi bir araç icat etmedi” karşılığını verir. Rüya habercisi sürdürür: “Duygusuzluk ve bilinçsizlik akıl ve zihne barış/sakinlik getirmez.. Eğer bir kimse bilinçsizce halka yolgösteriyorsa ya da halkı yönlendiriyorsa, ona akıllı insan denilmez. Zihni açan nedenleri artırıp, zekayı geliştiren birşeyler araştırmak gereklidir” Bunun üzerine Nasır Husrev sorar: “Onu nerede bulabilirim?” Haberci “araştıranlar bulacaktır”diye yanıtladıktan sonra, daha başka bir şey söylemeden elini Kıble yönünde sallar. Bu, Mısır başkenti Kahire’de bulunan İmamları gösteren bir simgedir. Bu düşü gördükten sonra Nasır görevinden istifa etti ve büyük seyahatına çıktı. (Naser-e Khosraw’s Book of Travels (Safarnama), Farsçadan İngilizceye çev. W.M.. Thackston, Jr., Persian Heritage Fondation: Colombia University, Newyork, 1986, s.1-3)
“Nasir’ın”, diyor İvanow, “kendisine neyin zarar verdiğini yine kendisi iyi biliyordu. Fakat açıkçası rüyasında konuşan, özel önemi olan bir kimseydi; bir alçakgönüllülük olarak ismi verilmeyen Peygamber ya da İmam idi.Genellikle sadece çok inançlı insanlara Peygamberin ‘düşte görülebileceğine’ inanılır; çünkü O, başkalarını ziyaret etmez. Aynı şekilde, kutsal bir ziyaretçinin izahı, anlatıcının erdemlilik ve dindarlık iddiasına eşdeğerdir. Böylece onun Şii tipi bir dine ciddi inancı içinden, gerçek anlamını ve çağrışımlarından habersiz olduğu dinsel yaşamı uygulayarak, kronik sarhoşlukluğu (sürekli içmeği) bırakabileceği yer olan İsmaililik inancına dönmesine neden olmuştur. Kısacası o zehirlenmekten, bu uyarıyla alakonuldu..İsmaili inancı hakkında ikna edildi ve daha sonra eğitim ve kuralları için Kahire’ye gitti…”
Nasir Husrev, böylece gördüğü düş üzerine içkiyi tamamıyla bırakıp görevinden de istifa ederek uzun yolculuğuna çıkar. Küçük kardeşi Abu Said ve Hintli hizmetçisini de birlikte yanına aldı. Şaburqan yoluyla Merv’e ulaştı. Oradan Nişabur’a, arkasından Bayazid Bistami’nin türbesini ziyaret için Kumis’e geçti. Damghan yoluyla Samnan’a varınca orada, İbni Sina’nın öğrencisi; aritmetik, geometri ve tıp üzerinde dersler veren Ali Nisai ile tanıştı. Kazvin üzerinden geçip 1046 yılında , yani yola çıkışından bir yıl sonra Tebriz’e ulaştı. Burada da Dakiki ve Maujik adlı şiirlerinde sözünü ettiği ozan Katran ile tanışıp sohbetlerde bulundu. Sonra Doğu Anadolu’ya girdi; Van, Ahlat, Bitlis, Arzan, Mayyafarakin (Silvan), Amid üzerinden Halep’e vardı ve oradan da, büyük Arap düşünür ve ozanı Abul-ala-af-Ma'arri ile tanışıp sıcak sohbet ve tartışmalarda bulunduğu Ma'arratun-Nu'man’a gitti.
Nasir Husrev 1047 yılında Kahire’yi ziyaret ettiğinde, Fatimi halifesi el-İmam Mustansir Billah’ın sarayına gitti, orada 12 Huccet’ten biri olan Khawaji al-Muayyid Fiddin al-Shirazi ile tanıştı., Onunla Kuran’ın allegoric (mecazi, tevil) yorumları ve Şeriatin diğer sırlarını tartıştı; İmam Mustansir Billahı’ın haklılığına inandı ve onun İmamlığını kabul etti. Bu konuda kendisi şöyle söylüyor: “Dünyada Tavil –i muthaşabihat’ı (Kuran’ın mecazi yorumlarını) aradım, fakat onları, Fatımi halifeliği dışında hiçbir yerde bulamadım.” O, öğretmeni Al-Muayyid’i Divan’ında çok yüksek bilgilerinden ötürü şöyle övmektedir:
“Kih kard az khtir-i-khwaja Muayyid Dar-i-Hikmat kushada bar tu yazdan shab-i-man rooz-i raushan kard Khawaja za burhanha-i-choon khurshid-ipakhshan. Mara . binamood hazir har do aakm ba yak ja dar tanam paida pinhan. (Al-Muayyid’in kalbinden, Tanrı benim için aklının kapılarını açtı. Öğretmenim (al-Muayyid) gecemi, güneş gibi doğru tartışmalarıyla aydınlık gündüze çevirdi. Bana hem kişiliğimdeki dünyaları gösterdi, hem onları sır olduğu kadar da açık bir biçimde kişiliğimin tek (dünyası) içinde (birleştirip) bana onları öğretti.)”
Noor um Mubin’de -Rawzatus Safa. Habibus-Siyar, Dabistanul Mazahib’ten yapılan alıntılarla - Nasir Husrev’in felsefe bilgisini Cam al-Azhar’da elde etmiş olduğu yazılıdır. O, Daru’l-Hikmet’te geniş araştırmalar yaptı ve Dai-ui-Duwa't (baş dai, dailer dai’si) çok zeki bir aydın ve diplomat olan Khawaja Al-Muayyid ile tartışmalara katıldı; ondan çok derin felsefe bilgisi kazandı. Daha sonra vezir Abu Nastre Sadka İbn Yusuf tarafından İmam Mustansır Billah’ın huzuruna çıkarıldı ve İmamın övgülerini aldı. Arkasından Nasir, İmam tarafından Dai-ud-Duwa't unvanıyla onurlandırıldı. Sonra kendisi, davayı yaymak için atandığı kendi memleketi Horasan’a gönderilmeden önce çeşitli propaganda gezilerine çıkarıldı. Böylece Seyyidna Nasir Husrev İmam’ın hizmetinde üç ya da beş yılını geçirdi ve Horasan’da davanın propagandasına atandı. Kendisine Horasan Hucceti makamı verildi ve İmam’ın sarayında 12 hucetten biri oldu.
2. b Nasir Husrev’in İran’da İsmaili Davası etkinlikleri ve Ölümü
Nasir Husrev, 1053 yılında Horasan’a dönünce bütün zenginlik ve lüksünden vazgeçti ve hemen büyük bir şevk ve tutkuyla Dava’nın propagandasına girişti. İsmaili davasını yaymaya Belh’ten başlamış ve ülkenin eyaletlerine Dai’ler ve Madhoon’lar( dai yardımcıları) göndermekteydi. Ayrıca o, farklı bilgi alanlarında güzel şiirler yazan bir ozandı; ulema ile tartışmaları ve konuşmalarında güçlü ve yetenekliydi. Fatımi Halifelerinin şanını övüyor ve onların İmamlık haklarını yeterli biçimde savunuyor ve kanıtlıyordu. Fatımi İmamlarının izleyicisi olmaktan gurur duyuyor, hatta kendisine Fatımi dedirtiyordu.
Bu durum, Abbasi halifesine bağlı Sünni ulemanın, halkı ona karşı düşman olması için kışkırtmasına neden oluyordu, çünkü onlar Fatımilere düşman idiler. O sırada ülkede Selçuklular egemendi ve yöneticiler de Nasir’in kendileri için çok ciddi bir tehdit oduğuna inandırıldılar. Onu “Karmati, Rafizi, mulhid, dinsiz( bad-din)” olarak suçluyorlardı. Bu yüzden koğuşturmaya uğratıldı ve Belh’ten sürüldü. Nasir, Mazendaran’a sığındı.
Mazendaran’a sığınma olayı Nasir’in bazı şiirlerinde kapalı olarak verilmekte ve bu, çağdaşı Abul-Maali in Bayanil-adyan tarafından da onaylanmaktadır. O burada da davanın propagandasını yapma girişiminde bulundu; fakat ne yazık ki, Belh’te yüzyüze geldiği aynı düşmanlıkla karşılandı. Bir kere daha yaya olarak Belh’in yolunu tutu ve önce Nişabur’a girdi. Orada yine davasını yayma şansını denediyse de aynı şiddetli düşmanlıkla yüzyüze geldi.. Bunun üzerine Bedehşan’a doğru yola çıktı ve Yamgan’a gidip yerleşti; burada etkin bir biçimde davayı başlattı. Yamgan’ı İsmaili davasının merkezi yaptı. Bu merkezden, dailerden başka, her yıl kendisi tarafından yazılmış davasını destekleyici bir kitabı eyaletlere gönderiyordu. Yapıtların çoğu Yamgan’da yazıldı. W. İvanow, zamanın siyasal koşulları onu, kendisi için tam bir hapishane olduğu anlaşılan bu dar vadi dışına çıkmaya bırakmadığını ve oradan ancak ölümün onu salıverdiğini söylüyor. Fakat bununla birlikte, Nasir Husrev daha sonra dış dünya ile, hatta Mısır’la bile bazı iletişim kuracak bazı araçlara sahip olmuştu. Burada sadece kendisi kitaplar ve kasideler yazmamış, Bedehşan yerel geleneğine göre Mısır’dan da dava kitapları getirtmekteydi (Farhad Daftary, The Ismailis,Their History and Doctrines, Cambridge University Press, 1992, s.216-218)
Afghanistan, Russia, China. Chitral, Hunza, Gilgit’teki ve hatta dünyanın damı Pamir’deki İsmaili halklarnın varlığı onun yorulmaz gayretlerine borçludur. O vaız için komşu ülkelere sık sık gidiyordu. Şah Seyyid Nasir yerlileri İsmaililiğe çevirme çalışmalarıyla çok meşguldu ve Hindistani ziyaret ettiği Doğu’ya doğru geniş geziler bile düzenliyordu. Bütün bunlar Nasir Husrev’in Gawhar-i Raz kitabında kayıtlıdır.
Denilmektedir ki, bir keresinde o Çitral’da Munjgan (Lutkoh) denilen yere gitti ve orada kısa bir süre kaldı. Bu yerin vatandaşları bugün, onun kaldığı yeri bir tapınak gibi kutsamaktadır. Ayrıca ellerinde, Nasir tarafından Arapça’dan, Türkçe ve Farsçaya çevrilmiş kitaplar bulunmaktadır. Bundan başka onlar, onun çok ünlü Huccet sandaletleri ve pelerinine sahip bulunduklarını ileri sürmektedirler.
3. Nasir Husrev’in Yapıtları ve Bazı Metin Örneklemeleri
Nasır Husrev’in ölümüne ilişkin bir tartışma vardır. Bazıları, onun 140 yaşlarında öldüğünü söylerlerse de, modern araştırmacılar onun 100 ile 87 yaşları arasında ölmüş olduğu düşüncesindedir. Büyük bilgin Taqi Zadah (Taki Zade), büyük düşünür Nasir Husrev’in 481 (1088-9) yılında öldüğünü belirten, Hacı Halife’nin, yani Katip Çelebi’nin (1609-1657) Takvimu-t-Tevarih adlı kitabına yazdığı girişte onu destekler. Hakim Nasir Husrev Yamgan’da öldü ve oraya gömüldü. Onun türbesi Bedehşanlı yerliler tarafından kutsal bir tapınak gibi saygı göstermektedirler. Nasir Husrev, anısı zaman içinde asla silinmeyecek ve yüzyıllar boyunca yaşayacaktır; onun insanlık erdemi anlayışı akıl ve bilgelikti.
Nasir Husrev Divan’ında der ki,
“Peygamberin soyundan gelenlerin (Tayid-i al-Rasul) ruhsal yardımı olmasaydı, benim ne değerlendirilecek ve yararlanılacak her hangi bir kitabım ve ne de başkalarına öğretecek herhangi birşeyim olacaktı”.
Pek çok İranlı doğaçlama ozanıdır, fakat Nasir Husrev’in şiirleri ahlaksal, düşünsel ve dinseldir.
Nasir Khusraw çok yüksek değerde ve hem şiir hem düzyazıda ilginç olan çok sayıda eserler yazmıştır. Bu büyük yazarın yapıtlarının çoğu, Bland, Dorn, Ethe, Fagnan, Noldeke, Pertsch, Riev, Schefer gibi yetkin batılı bilim adamları tarafından çok dikkatli araştırma ve inceleme hedefleri arasına alınmıştır. Onun dinsel ve felsefi görüşleri yoğun bir biçimde dizelerinde çizilmiştir.
Nasir Husrev’in büyük yapıtlarından, acılı ve sıkıntılı sürgün yıllarında hazırladığı Divan’ı, çok önemli felsefi konuları içerir. Şiirlerinin özellikle sanatsal değeri yüksek değildir, fakat hala araştırmacısını bekleyen felsefi ögeler İran Edebiyat tarihi için çok büyük önem arzetmektedir. O, İsmaili öğretisinin sistemli bir kursu değil, ama tam bir ansiklopedisi konumundadır. Dilbilimsel duruşuyla dahi yapıt olağanüstü biçimde ilgi çekicidir. Farsça tekstin iyi bir baskısı 1928 yılında Tahran’da çıkmıştı; onun içine pek uzun olmayan iki de didaktik şiir ekliydi.
Rushana i-Nama (Işığın kitabı) adını taşıyan, Krallık aristokrasisini keskin bir biçimde eleştiren ve köylüleri öven mutluluğun kitabında “ben her canlıyı besleyen (bir) yaratığım” sözü oldukça ilgi çekmiştir.
Nasir'in en tanınmış düzyazı yapıtı Sefer-Name’dir. Ancak ne yazık ki, bu çalışma bize biraz değiştirilmiş biçimiyle gelmiştir ve büyük olasılıkla bir Sünni el tarafından kopya edilmişti. Nasir’in diğer yapıtları İsmaililiği öğreten metinlerden oluşur. Onların arasında ilk yeri Zad-al Musafrin(Yol Tedariği) alır. Bu kitap, kozmografi doğasının en değişik sorunlarına metafiziksel çözümler getirmeye uğraşan özel karakterde bir ansiklopedidir: Tevil ya da mecazi yorum doktrini; cennet, cehennem, kıyamet, kabir azabı, güneşin batıdan doğuşu gibi tarafından açık bir biçimde verilmiş herşey, bu eserinde mecazi olarak açıklanmıştır.
İkinci derecede önemli olan Vech-i-Din (Dinin yüzü) İsmaililiğe giriştir; okuyucu, biraraya getirilip birleştirilmiş Kuran’dan alıntılar (ayetler) aracılığıyla derece derece İsmaililik inancının içine sokulur. Son yıllarda Pamirli İsmaililer arasında bulunup yayınlanmış Umm-ul Kitab benzeri çok sayıda risale, yazarımız Seyyidna Nasir Husrev’e güven sağlamaktadır. O da İsmaili öğretilerini yayan bir düzüneden fazla risale (kitapçık) yazmıştı. Bunlar arasında, içinde teoloji ve felsefe arasında uyum oluşturmaya giriştiği Jami al-Hikmatayn (Aklın Uyumu)vardır. Diğer çalışmaları Khwan al lkhwan., Shish-Fasi, Gushaish wa-Rihaish (Feragat ve Teslimat), Bustanul-uqul, Daliui-Mutahhareen etc.adlarını taşımaktadır. Nasir’in çok sayıdaki yapıtlarından bir kısmı günümüze iyi durumda ulaşamamıştır.
Çağdaş İsmaili araştırmacı, onun kitapları üzerinde geniş incelemeler yapmış ve onların çoğunu Urducaya çevirmiş bulunan Nasir Hunzai,
“ Nasir’in eserlerinin dikkate değer bir bölümü iyi baskılar içinde bugün mevcut bulunduğu halde, hiçkimse onun çarpıcı kişiliği üzerinde yeteri kadar aydınlatıcı olduğunu ileri süremez” demektedir.
Nasir Husrev büyük bir filozof ve ozan olduğu halde, onun işlediği ana konu din olmuş. Şiirlerini ve felsefesini, İsmaili davasının propagandası için kullanmıştı. Seyyidna Nasir, daima taid-i-İmam (İmamın manevi yardımı) sayesinde ruhsal yücelmeye erişmesiyle gurur duymuştur. Bu yücelme felsefeye başvurmadan, Tanrıya doğru ilerleyerek gerçekleşir ancak, şöyle söylüyor bu konuda:
“ Karkunan-j-khudai ra chubibeeni, Dil nadihi bazbah flasafah marhooh, Rui chu soui kouda-odin haq aari, Zoor-i-tan-o-noor-i-dilat gardad afzoon.(Tanrının sıfatlarını gözlemleyeceğin zaman, felsefe tarafından asla rehin alınmayacaksınız, yani felsefeye bağlı kalamazsınız. Tanrıya doğru ilerleyerek doğru yolu izlerseniz, sizin fiziksel gücünüzle birlikte ruhsal yücelmeniz artacaktır)”