İmam Bakır zamanında Fitna’dan ortaya çıkan teolojik tartışmalar daha da yoğunlaştı. Halk İmamlığın doğruluğu/geçerliliği ve İmam’ın sahibolması gerektiği ‘inanan statüsünü’ sorgulamaya başladı. Bu durum iman ve islam ve amel’in ( iş, eylem) iman’ın bir parçası olup olmadığı ve de bir kişiye müslüman denilmesi için gerekenler hakkında soru(n)lara götürüyordu. Bu sorular, sırayla, insanın sorumluluğu ya da sorumluluğun yokluğu sorunu ve bu düşüncelere koşut, Kuran’ın doğasına ( yaratılmış veya yaratılmamışlığı) ilişkin sorular olarak giderek arttı. Vurgular sözün/kelamın (logos?) tanrısal sıfatları üzerinde yoğunlaştı...
İman/İnanç
Bu erken dönemde tartışılan ve üzerinde çeşitle ekollerin ayrı(ldığı) düşündüğü ana sorulardan biri inanç (iman-faith) idi. Sözü edilen sorunların çoğu İman ile İslam, sözcük anlamıyla inanç ile teslimiyet/boyun eğme arasındaki ayırım/fark ya da ilşki olarak ortaya çıktı. Bir diğer konu ise imanın derecelerinin varolup olmadığıydı. İmam Bakır Kur’an’ın,
“Bedeviler diyorlar ki, ‘biz inanıyoruz’. Söyle onlara: ‘siz inanmıyorsunuz, sadece İslamı kabul ettiniz, boyun eğdiniz (aslamna); iman kalbinize henüz girmedi’(K.49, 14)”
ayetini temel alarak, iman ile islam arasında açık bir ayırım olduğu görüşünü ortaya koydu. Ona göre iman islamı içine almaktadır, fakat islamın da imanı içermesi gerekli değildir.( Al Kolayni, al Kâfi vol.2,s.26) İmam Bakır’ın benzer bir sergilemesi, Al Kadı al Numan’ın Da’a’im al-İslam (vol. 1, ss.16-17)’ında bulunmaktadır. Orada Bakır, avucuna içiçe iki daire çizerek dış daireyi islam, iç daireyi de iman olarak gösterip, inancın kalpte gerçekleştiğini söylemiştir. Demek ki İmam Bakır’ın görüşüne göre, bir mümin kendiliğinden müslümandır, ama bir müslim’in mümin (inanan) olması zorunluğu yoktur.
İmam Bakır, islam dinin(e girmiş)i içselleştirmiş olan kimsenin imanı da içselletirmiş olup olmadığı sorulduğu zaman, farklılığı daha açık (ayrıntılı) işlediği görülür. Buna olumsuz yanıt vermişse de şunu ekler; “o kişi küfür toplumundan, inançlı topluma girmiş ve inançlılarla işbirliği yapmıştır(qad udifu ila al-iman).” Sonra Kabe ve Mascid al Haram örneğini vererek soruyu sorana, eğer bir kişiyi mescidde görmüşse, onu Kabe’nin içinde de gördüğünü kanıtlayıp kanıtlamayacağını soruyor. Soruyu soran kanıtlayamıyacağını söyleyince; Bakır yeniden, ‘eğer bir kişiyi Kabe’de görmüş olsaydı, o kişinin mescidde olduğundan emin olabilir miydi?’ diye sormuş. Adam ‘evet’ diye olumlu karşılık verdiğinde, al Bakır bu kez ona, iman ve islam arasındaki ayrımın da aynı olduğunu açıklamıştır.( Al Kolayni, al Kâfi vol.2,s.26-7)
İman ve islam arasındaki farklılığın geniş ayrıntıları, İmam Bakır’a yöneltilen bir başka sorudan çıkartılabilir: Eğer bir kimse Tanrıdan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed’in Tanrının elçisi/peygamberi olduğuna tanıklık getiriyorsa, onun bir mümin/inanan olup olmadığı sorulduğu zaman al Bakır şöyle yanıtlamıştı: “O zaman, Tanrı tarafından insanlara yüklenen görevlere ne demeli?” İmama göre, daha önce belirtildiği gibi yedi temel görev/koşul vardır; fakat velayet (velilik), diğer hepsinin önünde gelir ve böylece, gerçek iman, doğrudan İmamların velayeti ile ilgilidir; İmama olan/İmamdaki inançtan doğar. Açıkçası İmam Bakır’a göre iman, islamdan bir farklılık olarak, zamanın İmamına tam itaatla birlikte Tanrının peygamberleri, elçileri ve İmamlarına olan inançtır. (İmam Ali’den nakledilen hadislerden birinde ‘islam ikrar (verme)dır, iman ise (İmam, Peygamber ve Tanrı bilgilerini içeren bilgi olan) marifet’tir’ diye geçer. (Al Qadi al Numan, Da’aim al Islam Vol. I, s.15-17) Şu halde İmam Bakır’ın görüşleri, iman’ın hem söz (kawl) hem de eylemi (amal) yansıttığı fikrine eğilim gösterir. Oğlu İmam Cafer Sadık’ın tanımlamasına göre “iman, dilden söylemek, içten-candan onaylamak ve Tanrının buyurduğu temel görevleri/işleri uygulamaktır(kawl bi al lisan, wa amal bi al-arkân).”
İmam Bakır’ın genç çağdaşı Abu Hanife bu konuda farklı görüştedir. Ona atfedilen Wasiyya’nın birinci maddesine göre “iman dille ikrar, içten onaylama (tasdik bi al janan) ve kalb bilgisidir (wa marifa bi al kalb).” Bu tanımlamada amel-eylem açıklaması yoktur. Hariciler, Mutezile ve Kadariyya’ye göre ise, amal (eylem, işler, uygulama) imanın ayrılmaz bir parçasıdır ve bizzat inancın yapılanması olarak görülür. Diğer yandan Murjiler amal’in iman ile ilgisi olmadığı yönünde değerlendirir, yani konu dışı görürler. İmanın bir değişmezlik derecesine sahip olduğunu ve günahla da bozulamıyacağı/zayıflayamıyacağını belirtmektedirler.
Murjiler, ağır günahkâra ilişkin yargının “erteleneceğinin” ileri sürmelerinden itibaren, iman’ın tanımlaması sorunuyla yüzyüze gelmişlerdi. Öyle ki bu, bir kimsenin bütün olarak topluluğun üyesi olmasına karşılık oldu. Yani onların yaptıkları, amal’i (işleri, uygulamaları) iman’ın dışında tutmaktı. Abu Hanifa ve onu izlayenlerin de aynı çizgide oldukları görülür. Gerçekten al-Ashari, Makalat-ı İslamiyya kitabında, Hanefilerin Murjilerin mezhebinden oldukları yargısına varır. (Al-Ashari, Maqalat, s.202)
Öbür yandan Al-Bakır, müminler/inananlar arasında da farklı dereceler bulunduğunu düşünür. Bunu daha sonra oğlu İmam Cafer Sadık, bazı inananların diğerlerinden daha iyi; bazı dualar/tapınmalar öbüründen daha fazla; bazıları diğer kimselerden daha ileri görüşlü ya da sezgisi daha güçlü olduklarını söyleyerek açıklığa kavuşturur.
İmam Bakır’a göre müminin özellikleri şunları içermelidir:
“Tanrıya güvenme (tawakkul/tevekkül); olaylarla/işlerle ilgili yargıyı (tawfid) Tanrıya bırakma; Tanrıdan gelene/buyruğa (qada), rızagösterme(rida) ve Tanrının iradesine teslim olma, boyun eğme (taslim)..” Yine onun anlattığına
göre, Peygamber bir gezisinde mümin olduklarını söyleyen bir bölük insanla karşılaşır. İnançlı olmalarının kanıtını sorar ve onlar da yukarıda açıklanan dört özellikten (tevekkül, tefrid, rıza, kada) son üçünü söylerler.
İmam Bakır’ın görüşünde iman dört direk üzerinde bina edilmiştir: 1) Sabır, 2) Kesinlik(yaqin), 3)Adalet (adl) ve 4)Mücadele (jihad). Açıkçası onun için bir kişinin erdemli oluşu, doğrudan onun imanına bağlıdır, inançlı oluşuyla ilgilidir. İmam Bakır’dan gelen diğer bir hadise göre ‘inancı mükemmel olan bir mümin, en iyi karaktere sahip olan kimsedir’. Daha özel bir erdemden sözedersek, o özellikle, vücuda baş gibi olduğunu söylediği sabıra gönderme yapar ve Bakır’a göre, bir kimsenin sabrı yoksa imanı da yoktur. O, halka herhangibir şikâyeti engelleyen olgun sabırı tanımlar. İnancın derecelerinden doğan bir görünüm de iman’ın sabit/durağan olup olmadığı fikridir. Yoksa, tam tersine iman çoğalır, artabilir ya da eylemlerin/uygulamaların gelişmesi ve bilginin genişlemesi ve kapsamıyla azalabilir mi? Bu, iman al ilm..yani iman (dinsel) bilgi üzerinde temellenir ile anlatılandır. Kendisi tarafından bildirilen çok sayıda hadislerde görüldüğü gibi, bilim öğrenme/bilgi kazanılması üzerine yoğun biçimde vurgu yapar. Bununla birlikte İmam Bakır’ın görüşünde bilgi kazanımı kendi başına bir sonuç değil, fakat sonuca götüren bir araştır. Onun için sadece bilgi elde etmek yeterli değildir; kazanılan bilgiye göre hareket etmek ve öğrenilenleri başkalarına öğretmek öemlidir. Demek ki, bilgi aracılığıyla eylem(amal) geliştirilebilir; eğer amel geliştirilirse, o zaman iman/inanç artar ve daha güçlü olur; sırasıyla güçlü bir iman, bir insanın bilgisine bağlıdır ve daha fazlası insanın amal’ini, hareketleri ve davranışlarını saflaştırır/inceltir. Şu halde İmam Bakır’a göre iman ilm, amal ve iman hepsi birbiriyle (karşılıklı olarak) ilişkilidir. (Arzina R. Lalani, Early Shi’i Thougth, The Teaching of Imam Muhammed Bakır, London, 2004, s.84-88)
Başka kaynaklarda geçen İmam Bakır ve Cafer’den İslam ve İman Tanımlamaları:
* İman, sevgi ve buğzdan ibarettir(??)
* Kime ahmaklık verilmişse iman ondan uzaklaştırılmıştır.
* İman ikrar ve ameldir, islam ise sadece ikrardır.
* İman, kalpte olan şeydir. İslam ise sadece evlenme, miras ve canı korunması gibi zahiri hükümlerini uygulanmasına vesile olur. İman islam ile ortaktır, ama islamın iman ile ortaklığı yoktur.
* Dil hayır ve şerrin anahtarıdır. Müminin altın ve gümüşüne mühür vurduğu gibi, diline de mühür vurması uygundur...
(İrşadı Müfid, s. 234; Fusul –ul Mühimme, s. 193; Menakıb-ı İbn Şehraşub, c.4, s. 197’den aktaran Kazım Balaban, Ehlibeyt’ten Dersim’e, Aydüşü yayınları, İst. 2006, s.98-1002)
İmam Cafer’e göre, mümin şu sekiz özelliğe sahip olmalıdır: Buhranda ağırbaşlı, belâda sabırlı, varlıkta şükredici, Allahın verdiği rızka kani, düşmanına (bile) haksızlık etmeyen, dostlarına yük olamayan, çabasından/çalışmasından bedeni yorgun düşen ve insanlara zararı dokunmayan..(Tuhef-ul Ukul, 388’de aktaran, Kazım Balaban, Ehlibeyt’ten Dersim’e, s.112)
Bazı İslam ve İman tanımlamaları:
Hasan al-Basri’nin (ö.728) İslamı tanımı:
“İslam olmak kalbini Allaha teslim etmektir. Bütün müslümanların da senden emin olmasıdır.” (İmam-ı Şa’ranî Abduvehhab, Tabakat’ül-Kübra, Çev.Abdülkadir Akçiçek, Toker Yayınları, İstanbul, 1968i s.700)
Bir gün İmam Azam Abu Hanifa İmam Cafer’i ziyarete geldi. İmam onu şu sözlerle karşıladı:
“ Ya Abu Hanifa duydum ki; birçok kıyas ve mantık işiyle uğraşıyormuşsun. Ama yaptığın bu kıyaslara göre iş tutmazsın. Şunu bilmelisin ki bu kıyas ve mantık yoluyla ilk sırtı yere gelen İblis olmuştur.” Sonra dedi ki:
“Sultanların kapısında yaltaklanmadıkça fakihler (hukuk/bilgini), peygamberlerin vekilleridir.” (İmam-ı Şa’ranî Abduvehhab, Tabakat’ül-Kübra, Çev.Abdülkadir Akçiçek, s.114)
Abdullah İbn Ömer’den rivayet edilir:
“Müslümanlık (İslam) beş esas üzerine kurulmuştur: 1)Allahten başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğunu kalbiyle tastik, diliyle ikrar etmek, 2)Bütün şartlarına dikkat ederek hergün beş vakit namaz kılmak, 3)Zekât vermek, 4)Ömründe bir kez hacca gitmek, 5)Ramazan’da oruç tutmak.”(Ömer Ziyaeddin Dağıstani, Zubdet-ul Buhari Tercümesi, Cilt 1, İstanbul, 1971, s.15)
“Ehli Suffa’dan ve en çok hadis rivayet eden (üreten demek daha yerinde İ.K.) Abu Hurayre (sözcük anlamı ‘Kedi Babası’; ö.676-7) “iman altmış küsur daldır, haya da imanın bir dalıdır”der. (İbidem.)
Abu Hurayra’dan rivayet:
“Mukakkak ki islam dini çok kolaydır. Kim dini zorlaştırırsa altından kalkamaz. İşlerinizi sağlam yapınız, birbirinize yaklaşırsıız.”( Ömer Ziyaeddin Dağıstani, Zubdet-ul Buhari Tercümesi, Cilt 1, s.25)
Abu Hurayra’dan rivayet:
“Peygamberimiz iman, ‘iman nedir?’ diye soranlara; ‘Hazreti Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, ahirete inanmaktır’; ‘İslam nedir diye sorulunca da: ‘Allah’a şirk koşmadan ibadet; Ramazan orucu tutmak, zekât vermek’demiştir”.( Ömer Ziyaeddin Dağıstani, Zubdet-ul Buhari Tercümesi, Cilt 1, s.29 )