İmam Ali ve Ghadir Khum Günü:
Muhammed Peygamber’in Ali’yi Ardıl Ataması
İsmail Kaygusuz
Bu yazımızda Veda Haccı, Ghadir Khum ve Halife seçimi hakkında başlangıçta geçtiğimiz genel bilgiyi ikinci bölümde biraz daha açıp, çeşitli yapıtlar aracılığıyla günümüze gelen Peygamber’in verdiği hutbe konuşmasından bazı bölümleri ve Ali hakkında söylediklerini verdik. Şii, Sünni ve İsmaili’lere ait çeşitli Web sitelerinden derleyip türkçeleştirdiğimiz bu önemli tarihsel bilgilerin eski (özellikle Sünni) kaynaklarının listelerini de aşağıda sunmuş bulunuyoruz. Günümüz Sünni tarihçi ve din bilginlerinin bu tarihsel olaya olumlu bakmadıkları ve ardıl olayını yadsıdıkları düşünülürse, neden özellikle Sünni kaynakları referans olarak verildiği anlaşılır. Ayrıca yazıya üçüncü bölüm olarak Nasiruddin Tusi’nin (1201-1274) bir yapıtında rastladığımız Ghadir Khum gününün batıni yorumunu da eklemiş bulunuyoruz.
İsmaili Alevileri dahil tüm Şii topluluklar, Ali’nin ardıl olarak duyurulduğu ve Muhammed’in kendisinden sonra Ali’yi ümmetinin, bütün Müslümanların Mevlası-Efendisi olarak sunup yücelttiği ve yerine ardıl atadığı –Mart’ın ikinci haftasına rastlayan- Ghadir (Khum) gününü bayram olarak kutlamaktadır. Anadolu Alevi-Bektaşilerinin bu inanç geleneğinden habersiz olmaları ve bu günü bayram olarak kutlamamaları düşündürücüdür. Oysa Cem toplu tapınmalarında, sohbetlerinde hep Muhammed Peygamber’in Ali’yi yücelten hadisleri konuşulur ve “Buyruk”ta da dolaylı ya da doğrudan mucize söylemi içinde en az üç yerde geçen Ghadir Khum olayı anlatılır; hatta Cem yürüten Dedeler ya da Babalar’ın Peygamber’in Ali için söylediği “lahmike lehmi, demmike demmi ve ruhike ruhi “(etin etimden, kanın kanımdan, ruhun ruhumdan..) hadisi dillerinden düşmez. Tapınma derecesinde Ali’yi seven bu topluluğun bu bayramı tanımamaları veya benimsememiş olmaları, doğrusu araştırılmaya değer bir konu.
I.
Peygamber’in Ardılı ve ilk Halife Seçimine ilişkin genel bilgiler
Muhammed Peygamber'in ardılı (halefi) sorunu, tarihsel olarak İslam içinde azınlıkta olan Şiileri ve Alevileri, Sünni çoğunluktan onları ayıran ana nedenlerden biridir. Muhammed kendi yerine ardıl olarak nass (vekil-vekillik tayini) ve nass wa-ta'yin (açıklamalı atama) yöntemiyle Ali bin Abu Talib'i atamıştır. Peygamberlik dönemi boyunca, Arapçada denildiği gibi vali amru' l raiyya (devlete bağlı halkın koruyucusu) ya da vali ahad (bir memurun yerine geçen kişi) olarak, nass yöntemiyle zaman zaman (bu) atama yapıldı. Ali bin Abu Talib için Kuran'da Veli, Nur, İmam-i Mubin, Rasikhul fi'l İlm, Uli’l Amr, İlmul Kitab vb. gibi farklı söylemler kullanılmıştır. Ali'nin halefliğini belirleyen hadislerde en sık kullanılanlar ise şunlardır:
Hujjatullah (Tanrının tanığı), Sayedu'l Muslimin (Müslümanların önderi), Şabih Harun (Harun gibi), Sahibu'l liva (İslam bayrağının sahibi-efendisi), Sahibu'l hauz (Kevser havuzunun sahibi), Babu'l Ilm (Bilimin kapısı) vb.
Nass wa-ta'yin (açıklamalı atama, atama duyurusu)Muhammed'in kutlu-veda Haccından sonra yapıldı. Hicretin 10.yılı 20 Zilkada Cuma günü Muhammed aşağıdaki vahyi aldı:
“Ve Hac için halka çağrı yap. Onlar çok uzak yerlerden yaya ya da develerle gelerek sana ulaşacaklar”
Çağrı gereğince, Müslümanlar hacca katılmak için toplandılar ve Muhammed'in kendisi Medine'den 25 Zilkada'Cumartesi günü veda Haccı için ayrıldı. Zilhicce ayının 7'sinde Çarşamba günü Mekke'ye ulaştı ve hac düzenledi. Arafat'ta tarihsel hutbesini verdi. Hac törenleri bittikten sonra 14 Zilhicce'de Mekke'den ayrıldı. Kervanı 18 Zihicce 10/16 Mart 632 günü öğleden az önce Khum olarak tanınan Ghadir'e (küçük göl, havuz) ulaştı. Bu vaha Sahara'i Huja denilen çölün ortasında ve Mekke'nin 3 mil kadar kuzeybatısında bulunuyordu. Muhammed burada da Allah'tan şu vahyi aldı:
“Ya Peygamber! Tanrından sana indirilmiş olanı vazet-söyle ve eğer söylemezsen, Onun mesajını teslim etmemiş olurdun.Ve kuşkusuz Tanrı seni insanlardan koruyacaktır.”
Al-Jahfa kasabası Medine, Mısır, Suriye ve Irak'a giden yolların oradan farklı yönlerde yayıldığı bir yol kavşağıydı.Onun sınırında, süpürülüp budanmış çalılıklar ve ağaçlarla sarılımış çok geniş bir düzlüklü bir vaha olan Ghadir’e vardı. Muhammed için iki ağacın gölgesi altında deve semerlerinden bir kürsü yapıldı. O kürsüye çıktı ve sağına Ali'yi aldı. Sonra verdiklerinden ötürü Tanrıya şükrederek bir hutbe okudu. Yakın zamanda öleceğini hissetmişti. Kendilerine iki önemli emanet, Kuran ve Ehlibeyti bırakacağını söyledi. Eğer insanlar ikisini birbirinden ayırmadan, her ikisine de sıkıca sarılırsa, asla kötü yola sapmayacaklarını yineledi.
Muhammed Peygamber dinleyenlerine, kendisinin inananların en (hayırlısı) ulusu olup olmadığını sordu. Kalabalık tek ağızdan olumlu yanıt verdi. Arkasından o,
“Ben kimin Mevlası-efendisi isem, Ali de onun Mevlasıdır” dedi ve şu duayı yaptı: “Allahım, kim ona dost olursa, sen de onların dostu; onun düşmanına da düşman ol”
Hutbeden sonra Muhammed minberden indi ve çadırına dinlenmeye çekildi. Ali insanların kutlamalarını ve biatını-bağlılığını kabul etti.
Muhammed'in bu cümleyle ifade ettiği, gerçekte kendisine göre Tanrının daha üstün ve yüce; inananlara göre onun (Muhammed'in) daha hayırlı ve üstün olduğuydu. Ali’nin ise, Muhammed'i insanlığın en yücesi bilen herkesin efendisi ve ulusu olduğunu anlatıyordu bu hadis.
Ghadir i-Khum olayının en eski kaynağı, Ali’nin yengesi Asma bint Umays (ö.658), yani Jafer Tayyar bin Abu Talib'in karısıdır. Ondan gelen bu bilgi, tarihçi Yakubi (ö.898) tarafından “at- Tarikh” (Beirut 1960) kitabında verilmektedir. Çok tanınmış bir Arap ozanı Hassan bin Thabit (d. 40/661), 228 şiiri içeren Divan'ında olayı canlı bir biçimde dizelerinde aktarmıştı. Bu konuda Suleyman bin Qays al-Hilali ( ö. 82/701) da en erken yekililer arasında yer alır. Bununla birlikte, Alman bilim adamlarından Horovitz ve Goldzier, Kumyt bin Zaid'in (60-126/680-744) konunun en eski yetkilisi olduğunu düşünmektedir. Ghadir Khum olayını anlatan önemli sahabiler arasında Abuzar Ghafari (ö. 32/653), Huzaifah al-Yameni (ö. 29/650), Abu Ayub Ansari (ö. 50/670), Ammar bin Yasir (ö. 37/657), Salman al-Faris (ö. 36/657), Abdullah bin Abbas (ö. 86/705) vb.ler de bulunmaktadır. Erken Emevi tarihçilerinin en tanınmışlarından olan İbn Shihab az-Zuhari (50-125/670-744) İbn Ishaq (ö.152/769) da olayı kaydetmişlerdi.
632 ile 912 yılları arasında yaşamış tarihçi ve hadis toplayıcılar, Emevi ve Abbasi iktidarlarının fazlasıyla baskısı altındaydılar. Bunun için onlardan İbn Hisham (ö. 218/833), İbn Sa'd (ö. 230/845) and Tabari (ö. 310/922) gibileri olayı vermekten kaçındılar. Buna rağmen Nisai (ö. 151/768), Ahmad bin Hanbal (ö. 241/855), Tirmizi (ö. 279/893), İbn Majah (ö. 283/897), Abu Daud (ö. 276/890) ve Yaqubi (ö. 284/898) tarafsızlıklarını göstermişlerdi; onların cesurca konu üzerinde bilgi vermeleri, bu tarihsel olaya açıklık getirdi. Özet olarak, Hussein Ali Mahfuz, araştırmalarını, “Tarikh ash-Shia” da (Karbala, n.d.,s. 77) belgeleyerek yazdı. Ayrıca Dr. S.H.M. Jafri, "Origins and Early Development of Shia Islam" (London, 1979, s. 20) yapıtında, Ghadir Khum olayının en azından 110 sahabi, 84 tabi'un( Muhammed'i gözüyle görmüş ve zamanında yaşamış olanlar), 355 bilgin, 25 tarihçi, 27 Hadisçi, 11 Kuran yorumcusu, 18 dinbilimci (theoligian) ve 5 filozof tarafından anlatılmış olduğunu yazmaktadır.
I. a İlk Halife seçimi
Anımsatmak gerekir ki, Kureyş kabilesine mensup olan Arabistan’ın Orta ve Kuzey bölgesi Arapları Mekke'de egemen durumdaydı.Güney Arabistan kökenli Banu Haws ve Banu Khazraj halkı Medine'de oturmaktaydı. Güney ve Kuzey Arapları arasında sosyal, kültürel, ekonomik, cografi ve dinsel olarak çok farklılıklar vardı. Kuzeydekilerin önderi, başkanlık yeteneğine sahip de olsa, yaşta soyluluk ilkesi üzerinden seçilirdi; Güneyli Araplar ise önderlik konusunda soydan gelme (babadan oğula geçme) geleneğine sahiptiler. Bu olaylar (a rağmen) kaşısında, Güney Arabistanlı Aws ve Khazraj kabileleri Medine'de sağlıklı bir ortam oluşturmuşlardı. Kuzeyli Arapların büyük çoğunluğu göçebeydi ve en azından, kabul etmelerinin ilk aşamasında İslamı, Kuran da "Başıboş çöllerde dolaşan Araplar (Bedeviler) inançsızlık ve kafirlikte üstlerine yoktur ve Tanrının Peygamberine gönderdiği buyrukları anlamamaya daha yatkındırlar"(9, 97) denildiği gibi, sosyo-politik bir disiplin olarak algıladılar. Buna karşılık Aws ve Khazrac kabileleri İslamı, bir sosyo-politik hareket gibi görünmekle birlikte, temelde dinsel bir disiplin olarak kavramışlardı. Muhammed Peygamber 632'de öldüğü zaman, ardılının çıkışı, hem politik hem de dinsel başkanlığın birleştirilmesi olarak algılandı. Birilerine göre bu dinsellikten daha fazla politik, diğerlerine göre politikadan çok dinle ilişkiliydi.
Önderleri olarak Ebubekir'i kabul edenlerin çoğu, Ehlibeyt'in kalıtımsal (kutsallık) dokunulmazlığı fikrini ve dinsel ilkeleri hiçesayarak (saygısızlık ederek),İslamın sosyo-politik yanı üzerine daha büyük vurgulama yaptı. Bu varsayım Ömer bin Hattab'ın İbn Abbas'a yanıt olarak söylediği şu sözle destekleniyor: “Halk Peygamberlik ve ve Halifeliğin Banu Haşim'de birleştirilmesini istemiyor.” (Tabari, 1st vol., p. 2769). Bundan dolayı, (sözde) Muhammed başlangıçta, önder seçimini halka bırakma geleneği nedeniyle Ali'yi açık bir biçimde (ardıl) tayin etmedi. Oysa Kuran, Muhammed'in ailesinin diğerleri üzerinde bir ayrıcalığa sahip olduğunu söylemektedir. Buna karşılık ne Ebubekir'in klanı Banu Taym bin Marra ve ne de Ömer bin Hattab'ın mensup oduğu kabile Banu Adi bin Kaab'ın herhangi bir dinsel zemindeki değerinden ötürü önemliydi. Fakat dinsel buyruklar üzerinde gerginlik çıkaran bu kişilerin Muhammed'e ardıllığa aday olarak kabul edilemezdi. Ardıl Adaylığı Banu Haşim'den ve onların içinde de sadece ardıllık (haleflik) için Ali bin Abu Talib vardı.
Medine'den takriben 6 mil uzakta, Arapların karşılıklı sorunlarını tartıştıkları, Banu Saad'a ait bir toplantı salonu (Saqeefa) vardı. Muhammed'in ölümü üzerine aşağı yukarı 300 ile 325 sayıda Ensar ve Medine Muhacirleri, Banu Saad sakefasında liderlerini seçmek için toplandılar. Banu Haşim'den tek kişi bile yoktu. Ebubekir ve Ömer bin Hattab, burada toplanan halk halife olarak seçtikleri Abu Ubeyde'den tam bağlılık andı alma noktasındaykan katıldılar. İşlem durduruldu ve aralarında sıcak tartışmalar başladı. Tabari (3rd vol., s. 198), “Ensar ve diğer bazıları, Ali'den başka hiçkimseye biat etmeyeceklerini tartışıyorlardı” diye yazıyor. Hemen hemen kılıçlar kınlarından çekilirken, Ömer Abubekir'den elini kaldırmasını rica etti ve ona biat etti. Sonra onu Abu Ubeyde ve halkın geri kalanı izledi.
Sir Thomas W. Arnold “The Caliphate” (London, 1924, s. 30) kitabında şunları yazmaktadır:
“Peygamber tek idi; devletin de dinin de başı olarak aynı kişiydi. Kent devleti siyasetinin en üst denetimi onun ellerindeydi; çeşitli Arap kabilelerin teslimini arzeden elçileri kabul eder ve haraçları-borçları ve vergileri toplamak için memurların atamasını yapar. Askeri olaylar ve askeri seferler düzenlemede yüksek yetkilerini kullanırdı. O aynı zamanda yüksek yasakoyucuydu; o sadece yasal statüleri duyurmakla kalmıyor, ayrıca davaları adil biçimde karara bağlıyordu. Onun kararlarına karşı itiraz edilmezdi.”
“Bir yönetici, askeri komutan ve yargıç olarak bu resmi politik ve başkanlık ofislerin düzenlenmesine ilaveten o, Tanrıdan vahiy alan ve duyurusunu yaptığı dinsel dogmaların- ki bunlardan kuşku duyulmaz ve tartışılmaz-, yandaşları tarafından Tanrısal gerçeğin açıklamalarını yaptığı kabul edilen bir Peygamber olarak saygı görmekteydi. Aynı zamanda en yüksel dinsel hizmetleri düzene sokar ve İmam olarak, Medine mescitinde belirlenmiş saatlerdeki toplu tapınmaları yönetirdi. Bütün bu konularda Ebubekir din kurucusunun - peygamberlik işlevinin uygulaması istisnasıyla- ardılı oldu. Özetle Muhammed İslamın hem dünyevi hem de ruhsal güçlerini yönetti. Onun dünyadan göçüşünden sonra, dünya iktidarı halifelik biçiminde Ebubekir'in ellerine düştü; ruhsal erk ise İmamlık biçiminde Ali bin Abu Talib ve onun soyundan gelenlere miras kaldı.”
Ebubekir'in halifelik dönemi boyunca, Ali'nin adaylığı için başlangıçta yapılmış olan destek ne olursa olsun, Ali'nin kendisinin dünyasal talepleri, ilerletmeyi reddetmesi karşısında eriyip yokoldu. Ali sessiz bir yaşam sürmeye geri döndü ve hemen hemen evinin dört duvarı içine kapandı. Onun aslında bir şansı da yoktu. Bunun için mevcut düzenle kendisini barıştırmak zorunluğu duydu.; çünkü o, herhangi bir siyasal eylemin, henüz çocuk olan İslam'ı yıkıp yokedeceğini düşünmüştü. Onun siyasal iktidarla uzlaşması, herhangi bir çeşit açık muhalefet davranışı göstermediği Medine'de yaşamını sürdürmüş olmasıyla kanıtlanabilir. Eğer Medine'den ayrılıp başka bir yere gitseydi, davasını destekleyen yandaşları kuşkusuz yalnız bırakmayıp, onu izleme zorunluğu duyacaklardı.
Tabari (3rd vol., s.203-4) Abu Sufya bin Harb'in şu sözlerle Ali'yi kışkırtmaya çalıştığını yazıyor:
“Çekilir şey mi? Arabistan'ın en aşağı-sıradan ailelerinden biri, senin bu duruşunla iktidarı kazanmak onuruna erişti. Eğer sen öyle arzu edersen, Medine'nin caddelerini ve sokaklarını, sana yardım edecek atlı askerlerle doldurayım.”
Ali ona kısa ve anlamlı bir yanıt verdi: “Vallahi, sen her zaman İslamın ve Müslümanların dostu değil, düşmanı oldun.” Bu, Ali'nin nasıl İslamın birliği-dayanışması ve toplumun ortak yararını öne alarak kesin biçimde nasıl çözümlemiş olduğunu göstermektedir.
İmam Ali barışçıl davranışını sürdürerek, her fırsatta halifelere yardım etti. Onların en değerli bir danışmanı oldu ve din uğruna beslediği özveri duygusu, kahramanlık aşkıyla o hep baştaydı; halifeleri ciddi yanlışlar yapmaktan hep o kurtardı. Bu nedenden ötürü, Ömer'in sık sık “eğer Ali olmamış olsaydı, Ömer mahvolurdu” dediği bildirilir.
II. Veda Haccı, Ghadir Khum Olayı ve İmam Ali
Peygamber hicretten on yıl sonra yakın yoldaşlarına (sahabilere), farklı bölgelerdeki bütün insanları son haccında kendisine katılmaya çağırmalarını buyurdu. O bu hac esnasında, haccın doğru olarak ve birleştirilmiş biçimde nasıl düzenleneceğini öğretti. İlk kez Müslümanlar çok büyük bir kalabalık halinde önderleri Tanrının Peygamberinin huzurunda toplandılar. Mekke yolunda Peygamberin peşinde yetmiş binden fazla insan vardı. Zilhicce ayının dördüncü günü yüzbinden fazla üslüman Mekke’ye girdi.
18 Zilhicce’de (Dhul-Hajjah) son Haccını (Hajjatul-Widaa) tamamladıktan sonra, Peygamber Mekke’den edine’ye doğru hareket etti. O ve peşindeki kalabalık (bugünkü Cuhfah adlı yerin yakınında bulunan) Ghadir Khum denilen yere ulaştı. Burası değişik eyaletlerden gelen halkın birbiriyle vedalaşıp, farklı yollardan evlerine gittikleri bir buluşma yeri ve dört yolağzıydı. Aşağıdaki ayet burada Peygambere indi:
“Ey Tanrının Elçisi! Rabbin tarafından sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmaz, bildirisini sunmaz isen, elçilik görevini yapmamış olursun. Tanrı seni insanlardan koruyacaktır. Tanrı gerçekten kafirler-inançsızlar topluluğuna yolgöstericilik yapmaz” (Kuran 5, 67).
Ghadir Khum’da Peygamberin konuşmasından önce bu ayetin indiğini doğrulayan Sünni referanslardan bazıları şunlardır:
(1) Fakhr al-Razi, Tafsir al-Kabir, vo12, s. 49-50; Ibn Abbas, al-Bara Ibn Azib, and Muhammad Ibn Ali tarafından anlatılanlar ve Kuran (5, 67) ayetinin yorumunda .
(2) al-Wahidi,Asbab al-Nuzool,s.50;Kuran ve Hadis otoriteleri Atiyyah ve Abu Sa'id al Khudri’nin rivayetleri
(3) al-Hafiz Abu Nu'aym, Nuzul al-Quran; Abu Sa'id Khudri ve Abu Rafi’ninrivayetlerinden aktarma.
(4) Ibn Sabbagh al-Maliki al-Makki, al-Fusool al Muhimmah,s.24
(5) al-Hafiz al-Suyuti, Durr al-Manthur; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu
(6) al-Shawkani,Fathulr; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu
(7) Hasan Khan, Fathul Bayanr; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu
(8) Shaykh Muhi al-Din al-Nawawir; Kuran 5,67(ayetinin)yorumu
(9) Noor al-Din al-Halabi, al-Sirah al-Halabiyah vol.3, s.301
(10) al-Ayni,Umdatul Qari fi Sharh Sahih al-Bukhari,
(11) Tafsir al-Nisaboori, vol. 6,s.194
(12) Ibn Mardaway ve daha birçokları…