İsmail Kaygusuz
Giriş
Bu yazımızda Malatya’nın Arapkir ilçesine bağlı Onar Köyü’nin kurucusu; geleneksel Alevi Seyyid Ocakları’ndan birinin temsilcisi ve ocağına bağlı geniş bir talipler ağı bulunan Şeyh Hasan Onar, bilinen adıyla Onar Dede’nin tarihsel konumuna ilişkin bilgiler vereceğiz. Ne yazıkki, Onar Dede ocağı hakkında, Şeyh Hasan Oner veya Onar’ın Ali ve Ehlibeyt soylu olduğunu gösteren Seyyidlik Şeceresi elegeçirilemediğinden, geleneksel söylenceler ve söylemler dışında çok fazla bilgimiz yoktur. Buna karşılık Oner Zaviyesi Vakıf arazisinin kullanılmasına ilişkin, elimizde bulunan 16, 17 yüzyıllara ait bazı padişah fermanlarında “Oner kariyesinden Dersaadet’e” başvuran kişilerin “Seyyidan”dan oldukları belirtilmektedir. Sözlü olarak gelen bilgiler ise Şeyh Hasan Onar’ın, babası ya da dedesinin yedinci İmam Musa Kâzım soyundan bir kadınla evlenmiş olduğundan böyle bir bağın kurulduğu yolundadır.
Onar Köyü Hakkında
Onar Köyü Doğu Anadolu Bölge’sinin batı kesiminde,Yukarı Fırat Bölümü’ndedir; Fırat vadisinin batı yakasında Malatya iline 105 km., Arapkir ilçesine ise 15 km.uzaklıktadır Köyün toprakları güneydoğuda Selamlı Köyü, kuzey ve batıda Aktaş ve Günyüzü Köyleri, kuzey kuzeybatıda Yukarı Yabanlı ve Amberge (Kayakesen) Köyleri, ile sınırlanmış çok eski bir yerleşim yeridir. Köy tarihsel süreç içinde idarî bölünüş olarak bir süre Erzincan İli’nin Kemaliye İlçe’sine, bir süre de Elazığ ili’ne bağlı olarak kalmıştır.
Onar Köyü, Malatya–Arapkir karayolunun Arapkir’e10 km. kala güneye doğru 5 km. içerde, sağlam bir zemin üzerine kurulmuştur. Köyün güneyini baştanbaşa saran ve asırlık dut ağaçlarının oluşturduğu yemyeşil bahçelerle kapladığı derin vadiden ayıran kayalıkta18 tane Roma döneminden kalma kaya mezarları (mağaralar) bulunmaktadır. Kuzey–güney yönünde “Yukarı” ve “Aşağı” olmak üzere iki mahalleye ayrılmıştır. Son yıllarda oluşturulan yapılaşma ise “Karşıbağ” adı ile anılan köyün karşısında gerçekleşmiş; planlı, düzenli ve insan yaşamını daha kolaylaştırıcı konutlar yaptırılmış. Hatta Karşıbağda’ki köyün ortak arazisi köy ihtiyar heyetince, yasalar çerçevesinde kamulaştırılarak parsellenmiş, satışa sunulma aşamasına gelmiş bulunmaktadır. Böylece bundan sonra kurulacak modern köyün alt yapısı hazırlandığını sevinçle öğrendik.
Ne yazık ki, bugün Onar Köyü boşalmış durumdadır. Büyük sosyolojik dönüşüm olan kentleşmenin sonucu, Onarlılar İstanbul’un değişik semtlerinde savrulmuş durumdadır. Köyde kalan yaklaşık yüz kişiye karşı, iki bin nüfusu aşkın ve dört-beş yüz hanede yaşayan bu insanlar; ne yazık ki artık birbirini tanımayacak duruma gelmiş ve daha kötüsü, büyük ekonomik gelişmeye ve varsıllaşmaya karşın, bir kültürel yozlaşmaya girmişlerdir.
Onar Köyü’nün Kurucu Evliyası
23 Mayıs 1983 yılında İstanbul Atatürk Kültür Merkezinde yapılan Uluslararası Anadolu Uygarlıkları Araştırma Sempozyumu’nda Şeyh Hasan Onar’ı, bir Doğu Anadolu köyünün kültürel geçmişi üzerinde araştırma çerçevesinde, “Adı bilinmeyen bir Türk kolonizatörü” başlığı altında bir bildiriyle bilim dünyasına tanıtmıştım. Aynı yıl içinde Arkeoloji ve Sanat Yayınları’nın “Araştırma ve İnceleme Serisi’nin ilk kitabı olarak yayınlandı.
Şeyh Hasan Onar, Onar Dede Mezarlığı’nda yatmaktadır. Soyundan geldiğimiz atamıza saygımızı, onu evliyalaştırarak sürdürüp bugüne getirdik. Sığınağımızdı, ziyaretgâhımızdı Onar Dede türbesi; mutlu günlerimizde üzerinde kurban keser lokma dağıtır, acılı günlerimizde yardım diler ve onun kutsallığına sığınırdık. Şeyh Hasan’ın gerçek kişiliğini ne biliyor ne de merak ediyorduk. Sadece o bizim atamız, kerametleriyle tanıdığımız evliyamızdı; kuru bastonunu toprağa sokunca yeşerip “Sakız Baba” oluşmuş, bir tekme vurunca su çıkmış adı “Cennet Pınarı” olmuş; tekkesini kurarken ağaç aramaya çıkmış, bir koca kiraz ağacı köküyle göceğiyle sürüklenerek peşinden gelmiş. Bir (çerağ) tası çorba ve bir torba arpayla padişahın üç bin atlı ve üçbin yaya askerini atlarıyla birlikte doyurmuş...
Şeyh Hasan Onar’ın kimliği masalsı anlatımlar biçiminde geldiği gibi, halk ozanlarının şiir diliyle de günümüze ulaşmıştır. Üç yüzyıl sonra Pir Sultan Abdal onun için bir nefes yazıp, “yetiş Onar Dede sen imdat eyle” diye yalvarıyorsa, bu oldukça önemlidir. Elbette ki bu söylenceler gözardı edilemez. Ancak keramet söylenceleri, içlerinde gerçeğe ışık tutan özü taşımakla birlikte, gerçekliğin, gerçek bilginin kendisi değildir, olamaz. Somut gerçeği yakalamak için maddi kanıtlara gereksinim vardır. Bu nedenledir ki, Onar Dede mezarlığındaki taşları tek tek inceledik; tipik Selçuklu dönemi mezar taşlarıydı. Bu taşlardan biri üzerine kazınmış, mezarlık sakinlerinin mensup oldukları Türk boyunun damgası vardı. Bir de Şeyh Hasan Onar’e ait vakıf belgesinin 17.yy. kopyası ortaya çıkınca, çalışma artık bilimsel boyut kazanıyordu: Şeyh Hasan’ın yaşadığı tarihsel dönemi tam aydınlatan ve kişiliği üzerinde doğru tanıların ipuçlarını veren bu maddi kanıtlarla, söylencelerdeki olağanüstülükler, yani kerametler olarak verilmiş olayların yorumu daha nesnelleşir ve gerçeğe ulaşılabilirdi.Böylece masalsı ve şiirsel anlatımlarla gelen söylenceleri, mezar taşları ve vakıf belgesindeki verileri karşılaştırıp, çözüme ulaştırarak sağladığım bilgiler bir sentez oluşturdu. Ama o günün Üniversite koşulları ve benim özel durumum daha fazla kitaplık çalışması yapmama ve yeni veriler bulmama, hatta saptadığım bazı kaynaklara ulaşmama engel olmuş; bu yüzden sadece Şeyh Hasan Onar üzerinde sunduğum bildiriyi bir kitapçık olarak çıkarmak durumunda kalmıştım.
Şeyh Hasan Onar Kimdir?
Şeyh Hasan Onar, Türkmen topluluklarından çok çeşitli kolları olan bir Bayat oymağının ana tarafından Ali soylu inançsal başkanı (Şeyhi), ve yönetici önderi (Begi) konumundadır. Mezar taşı üzerindeki damga Bayat boyu damgalarının bir çeşitlemesiydi. 1224 yılında (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat (1220-1237) adına, “Mir-i Azam beledisi”, yani bölgenin yüce Emiri tarafından Şeyh Hasan Oner’e, sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar köyü bulunan arazi Zaviye vakfı olarak verilmiştir; böylece sınırboyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna girmiştir. Ancak zaten onun konar-göçer grupları, Anadolu’ya girdiğinden beri, Malatya’nın kuzeyinde Tohma suyunun Fırat’a karıştığı yerden, Arapkir’e kadar uzanan topraklardan ekip-biçme, yaylak ve konaklama olarak yararlanmaktaydı.
Şeyh Hasan Onar Sultan Alaaddin’e, Massara kalesindeki tutuklu günlerinden beri yakın bulunmaktadır. Ayrıca Selçuklu büyük Emirlerinden Bahaaddin Kutluğca’yı Irak topraklarında tanımış. Kendisine vakfı veren Eseduddin Ayaz ve Mubarezüddin Ertokuş ile 1223’te Kalanoros (Alaiye) kalesinin fethine katılmıştır. 1226’da Alaaddin’in doğu (Fıratboyu) seferlerinde, Şeyh Hasan Onar zaviyesinin gelirini, Sultanın askerlerinin beslenmesi ve donanımına harcamış. Kendisi de savaşçı erleriyle birlikte bu fetihlere katılmıştır.
Öyle anlaşıyor ki, Şeyh Hasan Onar kendisini başlangıçta, Sultan’ın hizmetinde de bir emir görmeye başlamış ve belki de bir temlik (Osmanlı döneminde Timar adını alan beylik arazisi) bekliyordu. Nüfusu kalabalık, insan ve silah gücü yerindeydi. Malatya yazılarında Tohma ve Fırat boylarında konar-göçer yaşarken zindandaki Sultan’a gönüllü korumalık yaparak çok yakınında bulunduğundan, büyük vaadler almış olmalı. Kuşkusuz bazı sırlarını da biliyordu. Ne zamanki, bizzat kendi eliyle onu zindandan çıkartıp götürerek tahta oturtan Seyfeddin ve Bahaaddin Kutluğca dahil, tam yirmi dört emiri bir gecede boğdurttuğunu duyduğunda, herhalde Şeyh Hasan Beg büyük korkular yaşamıştı.
Şeyh Hasan Onar, çok geniş olan Bayat boyu insanlarını yerleştirebileceği bir il veya büyük bir belde arazisi temliği ve Sultan sarayına yakın olmayı beklerken, kendisine sadece kendi kabile ve sülalesi için küçük bir zaviye vakfı ile arazi bağışlanmış. Olasıdır ki, Horasan, Irak ve El Cezire’den çekip Anadolu’ya getirdiği binlerce çadırlık koca Bayat Boyu bu nedenle dağılmıştır. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bütün Alevi Türkmenleri sınır boylarına yerleştirerek, şeyhlerine-pirlerine Sünni şeriatı kurallarınca –istendiği zaman gelirini devletin kullanması koşuluyla- bir zaviye vakıf arazisi vererek, merkezi hükümeti güvenceye alıyordu. Konya Selçuklu Sultanlarının devlet siyaseti buydu. Onu hayal kırıklığına uğratan aynı durum, Şeyh Hasan Onar’ın kendisi için de geçerlidir. Çünkü bu, Selçuklu Sultanları tarafından Melikşah’tan beri uygulanan, Nizamülmülk’ün koyduğu siyasetti: Türkmenler-Oğuzlar yönetime yaklaştırılmamalı, bir başka deyişle yönetimden alabildiğine uzak tutulmalıdır!
Şeyh Hasan Onar ve Fütuvvet Örgütlenmesi
Şeyh Hasan Onar’ın, Anadolu’da ilk Fütüvvet (Ahi) örgütlenmesinin kurucuları arasında bulunduğu Prof. Dr. Mikail Bayram tarafından ortaya çıkarıldı. Profesör Bayram, kitabında şu bilgiyi vermektedir:
“Anadolu’da Fütüvvet hareketi, Abbasi Halifesi en-Nasır li Dinillah ile siyasi ve kültürel temasa geçilmesiyle başlamıştır. I.Gıyaseddin Keyhusrev, ikinci defa tahta geçer geçmez, hocası Malatyalı Şeyh Mecdüddin İshak’ı cülusunu Abbasi Halifesine bildirmek üzere Bağdad’a göndermiştir. Şeyh Mecdüddin bu diplomatik vazife sırasında o yıl (601/1204) Bağdad üzerinden Hacca gitmiş, dönüşte gene beraberinde birçok ilim ve fikir adamı şeyhleri getirmiştir. Muhyiddin İbnül Arabi, Şeyh Evhadüddin el-Kirmani, Şeyh Nasuriddin Mahmud (Ahi Evren), Şeyh Ebu Cafer Muhammed el-Barzani, Mukaddis Ebu’l Hasan Ali el-İskenderani, Arapgir’de medfun (gömülü) Şeyh Hasan Onar bunlardan ilk akla gelen isimlerdir. Bu ilim ve fikir adamlarından birçoklarının adları, Şeyh Mecduddin İshak’ın oğlu Sadruddin Konevi’den (ö.1275) intikal eden ve bugün Konya Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunan kitapların (4687, 5050, 7841, 7847, 7850 numaralı) ‘sema ve kıraat’ kayıtlarında geçmektedir.” Adı geçen kaynaklarda, Şeyh Hasan Onar’ın kimliğine dair daha fazla bilgi bulunmamaktadır.
Yazara göre: 1205’de Konya’ya gelmiş bulunan bu heyet “fütuvvet erbabıdır”. Başlarındaki Evhaduddin Kirmani, Anadolu şeyhlerinin önderi (Şeyhu’ş-şuyuhi’r Rum) olarak bizzat Halife Nasır atamıştır. Aynı kişi otuz yıl sonra geri çağrılarak, Şihabeddin Sühreverdi’nin ölümü üzerine, Bağdad’daki Fütuvvet makamına getiriliyor.
Fütuvvet erbabı heyetle birlikte Halife Nasır (1187-1225) tarafından Konya’ya gönderilmiş olmasına rağmen, onlarla anlaşamamış olacak ki, Konya ve Kayseri Ahi kuruluşlarından kalan belgelerde Şeyh Hasan Onar’ın adı anılmıyor. Evhaduddin Kirmani ve onun damadı olduğu ileri sürülen Ahi Evren’in Fütuvvet etkinliklerinde ve diğerleriyle ilişkilerde Şeyh Hasan’ın konumunu bilemiyoruz. Ancak gerçek olan şu ki, Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanına Fütuvvet şalvarı giydirmek ve fütuvvet kuşağı bağlamak için gönderdiği mutasavvıf şeyhlerin hemen hepsi Şafii mezhebinden ve İşari inançlıydı. Şeyh Hasan Onar ise Alevi ve Horasan Pirlerinden biri; ana tarafından Ali soylu, yedinci İmam Musa Kazım kolundan gelmektedir.
Çok büyük olasılıkla Şeyh Hasan’a bağlı El-Cezire Türkmen boylarının askeri gücü, Bağdad Halifesinin nezdinde onu önemli kılıyordu. Ama topluluğunu toparlayıp Irak’ı terketmesi Halife’nin daha fazla işine gelirdi. Tam 46 yıl yönetimde kalan Halife Nasır Lidinillah zalim ve baskıcılığı kadar, geleceği gören, çok kurnaz bir siyasetçiydi. İlk yaptığı iş Fütuvvet örgütlenmesinin toplumsal ve siyasal içeriğini boşaltarak, sadece din ve zanaat-ticaret ilişkilerindeki yenilikleri devlet siyaseti yapıp, Halifeliğe bağlı Sünni vassal devletlere de kabul ettirmesi oldu. Bunu töreleştirdi. Bu siyaset hem Şii tebasını hem de Suriye ve İran-Irak Batınilerini memnun ediyordu. Ayrıca İran ve Suriye’de çok sayıda kaleleri bulunan Alamut Nizari devletinin İmamı Celaleddin Hasan II (1210-1221) ile yaptığı anlaşmayla ona kabul ettirdiği gevşek şeriat ile kendisine bağlamış. Bu arada Alamut fedai’lerini bile kullanarak birçok düşmanını ortadan kaldırtmıştı.
Gerçekte bir proto-Alevi kuruluşu olarak, 6.İmam Cafer Sadık’ın (ö.765) koyduğu ilkelere dayanan Fütuvvet (yiğitlik, gençlik) kardeşlik örgütlenmesi 10.11.yy. boyunca, özel mülkiyetin olmadığı erken-İsmaili (Karmati) darül hicra’larında inançsal, siyasal ve ekonomik yaşam biçimi olmuştur. “La feta illa Ali, la seyfe illa zülfikar” (Ali gibi yiğit, zülfikar gibi kılıç yok) Hadis’inden hareket edilerek; yiğitlik, cesaret, cömertlik, bilgelik ve doğruluk gibi erdemlerin sahibi İmam Ali örnek alınmıştır. Bu dönem içinde yaratılan, İhvan-ı Safa (Saflık kardeşleri, duruluğun candostları) gibi doğal ve doğa ötesi bilimler, felsefe, sanat ve zanaat, matematik, cebir-geometri ve hekimlik bilgilerini içeren dev bir ansiklopedik yapıtla Fütuvvet’in kapsamı genişletilmiştir...
Büyük olasılıkla bölgedeki İsmaili kaleleriyle ilişkisi bulunan Şeyh Hasan Onar, Bağdad’ın güneydoğusundaki Tib çayının kaynağına yakın yerde bulunan Türkmenlerin yaşadığı Bayat Kalesinin begi, ya da onun temsilcisiydi. Bu elçilik heyetine katıldığı sırada otuz yaşından büyük değildir. Başında bulunduğu ve Kaleye sığmayan Türkmen topluluğunu, Rum (Anadolu) ülkesine çıkarma ve konar göçerlerinin otlak ve yaylaklardan yararlanması için Selçuklu sultanı ile görüşmek onun için önemli bir fırsattı. Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanına, sözde Anadolu’da fütuvvet örgütünü kurmaları için gönderdiği bu törensel heyette bulunmasından bazı ayrıcalıklar sağlamış olmalıdır. Açıkçası bu siyasi ilişkilerden kazanımlarını kendi topluluğu için kullanmıştır. I. Gıyaseddin Keyhusrev (1204-1211) döneminde topluluğunu Anadolu’ya getirmiş olduğu anlaşılan Şeyh Hasan Onar, onun 1211 yılında ölmesi üzerine Sultanlığı ele geçiren I. İzzeddin Keykavus’a (1212-1220) karşı, Malatya çevresindeki tutuklu yıllarında dahi Alaaddin Keykubat’ın (1220-1237) yanında bulunmuştur. Kuşkusuz kullanılan ve Sultanları siyasetine boyun eğmek zorunda kalan Şeyh Hasan Onar olmuş ve kendisine bağlı Bayat Türkmen grupları Anadolu’nun hemen her tarafına dağılmıştır.
Sonuçta, Şeyh Hasan Onar’ın Bayat Türkmenleri de öbür Türkmen grupları gibi yönetimin ve emirlerin baskı ve zulümden nasibini almış. Yaşamının son yıllarında kendini Baba İlyas-Baba İshak önderliğindeki büyük Babai başkaldırı hareketinin (1239-40) içinde bulmuş ve onun hazırlayıcılarından olmuştu. Bugün bile Onar köyünde halâ, Dede’lere kendi aralarında “Baba Resul” diye hitap ediliyor. Böylece o büyük toplumsal hareketin anısı -bilinçsizce de olsa- yaşatılmaktadır. Olasıdır ki Şeyh Hasan Onar, 1245-50 arasında Hakk’a yürümüştür.
Bilinen En Eski Cemevi Onar Köyü’ndedir
Yukarıda anlatıldığı üzere 1224 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin’in Malatya Emiri’nden aldığı “Zaviye Vakıf Belgesi” ile Şeyh Hasan Onar tarafından kurulmuş ve “Şeyh Hasan Oner Zaviyesi”ne ait Büyük Ocak ve daha sonra oğlunun kurduğu Şeyh Bahşiş adlarıyla hala yaşayan iki Meydanevi/Cemevi vardır. 300-400 kişiyi içine alan ve kare planlı bu iki yapının da duvarları penceresizdir. Çok sayıda direklerle –ki bunlardan ortada bulunan kutsal Karadirek adı verilmiş olanın dibindeki postta Cemi yöneten Dede oturur- desteklenmiş kirişlerin üzerine küçülen kareler biçiminde oturtulmuş bu ilkel Selçuklu mimari ev tipinin, kırlangıç ya da bingi çatısı/damı ve ortasında pencere ve baca görevi yapan bir açıklık bulunmaktadır. Küçük çaplı bir yarım kubbenin altında yandan dışarı dönük 50-60 cm. çapında oyulmuş birer delik taş koyulmuştur bu açıklığa. İkisi de kutsal mekânlar olarak, biçimlerini bozmadan onarıla onarıla 784 yıl boyunca “Cemevi” olarak, bugüne kadar yaşatılmıştır.
Pir Sultan Abdal Çaldıran Sonrası Gizlenme Yıllarında Onar’a Uğramış Olmalıdır
Pir Sultan'ın Çaldıran öncesi ve sonrası yapılan kırımdan kurtulması, Divriği-Arapkir-Kemaliye ilçelerinin ortak arazisi olan Sarı Çiçek Yaylası'nda Koca Haydar adıyla bir zaman gizlenmiş olmasına bağlanabilir.
Sarı Çiçek Yaylası'na çok yakın, Arapkir ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Onar köyündeki Şeyh Hasan Oner türbesi ve zaviyesini ziyaret ettği ve orada konukladığını belirleyen bir nefesi günümüze gelmiştir. Bu nefeste Şeyh Hasan'a yalvarmakta, “zulümat (karanlık) içinde ve darda bulunduklarını” açıklayarak, bu evliyadan “imdat!” istemektedir. Köyün yaşlıları ve Dede’lerinden derlediğimiz Pir Sultan nefesi şöyledir:
Bir gececik mihman oldum Onar'a
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Özümü bağladım ol nazlı Pir'e
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Adın Şeyh Hasan'dır hem derik Oner
Elbet er olanda bulunur hüner
Adını işiden secdeye iner
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Kimimiz dardadır kimimiz yolda
Kimi zulümatta kandadır kanda
Tut elimiz' koyma bizi dar günde
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Dört duvar üstüne binasın' kuran
Mahrum kalmaz eşiğine yüz süren
Horasan elinden azmedip gelen
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Kalkıp Horasan'dan sökün edensin
Urum diyarını mekan tutansın
Çağıranın imdadına yetensin
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Pir Sultan'ım düşmüş dürür cüdaya (cüda: ayrı, ayrılmış)
Halim' arzedeyim Bari Hüda'ya (Bari: yaratıcı)
Canım kurban olsun Onar Dede'ye
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
[1] Bu paragraflar emekli öğretmen dostum ve meslekdaşım Hüseyin Özdemir’in maddi olanaksızlıktan yayınlayamadığı, İstanbul’daki Onar Köyü Kalkındırma ve Güzelleştirme Derneği yönetiminin ilgisini bekleyen, her yönüyle köyü tanıtan “Onar Köyü” incelemesinden alınmıştır.
[2] Dr.İsmail Kaygusuz, Adı Bilinmeyen Bir Türk Kolonizatörü ŞEYH HASAN ONER ve Onar Dede Mezarlığı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1983.
[3] Prof Dr. Mikâil Bayram, Ahi Evren ve Ahi Teşkilatı’nın Kuruluşu, Konya,1991, s.27-28
[4] Şeyh Hasan Onar hakkında daha geniş ve özellikle sözlü bilgi için bkz. İsmail Onarlı, Şeyh Hasan Onar ve Seyh Hasanlu Aşireti-Anayuttan Anadolu’ya, İstanbul, 2001
[5] Bkz. Cahit Öztelli, Pir Sultan Abdal, s.30-31)
[6] İsmail Kaygusuz, “Büyük İsyancı Halk Ozanı Pir Sultan Abdal”, Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, s. 303-304