İsmail Kaygusuz
Dergah’ta Birlik
Neler yapılabilir ve neler yapılmalıdır?
Alevi-Bektaşi İnançlı Zenginler Sorumluluk Almalıdır
Devlet Aleviliği nasıl görüyor ve tanımlıyor?
Aleviliğin Ortaya Çıkışı ve İnançsal Özelliklerine Değinmeler
Bugün Alevi demokratik kitle örgütleri, Cem ve kültür merkezleri, dernekleri, vakıfları, federasyon-konfederasyon, birlikler ve diğer kurum ve kuruluşlar tam anlamıyla kaosu, karmaşıklığı yaşamaktadır. İnançsal ve düşünsel yorumlarda olsun, siyasal duruşlarda olsun genel birlik sağlayamadıkları için savrulup duruyorlar. Bununla da kalınmıyor, yapay zıtlıklar-çelişkiler yaratılarak kavgalar yaşanmaya başladı
Hiç kuşkusuzdur ki, Alevi-Bektaşi inanç toplumunun sorunları, genel Türkiye toplumunun insan hakları, özgürlük ve demokrasi sorunlarından soyutlanamaz. Ama biz kendi sorunlarımızın saptanması ve mücadele yöntemlerinde anlaşıp birlik olmazsak, genel sorunların çözümüne nasıl katkıda bulunabiliriz?
( Düşününüz ki eviniz, 50-60 ailenin yaşadığı bir sokakta bulunuyor. Sokakta akşamdan başlayıp sabahlara kadar süren gürültü-patırtı sorunu var. Birkaç sokak sakini önderlik ederek, her aileden bir kişiyi bu sorunun çözülmesi için toplantıya çağırıp tartışılmasını ve bir çözüm bulunulmasını istiyor. Eğer sizin kalabalık ailenizde her akşam sofrada başlayan kavga-gürültü, tartışma, radyoyu-televizyonu sonuna kadar açma vb.gürültüler gece yarılarına ya da sabaha kadar sürüyorsa, sokağın gece sessiz kalması sorununun çözümüne nasıl katkıda bulunursunuz? Toplantıya katılsanız bile, ailenizi yakından tanıyan komşularınız size gülerler...)
Alevi örgütlenmeleri içinde bir yandan toplumsal tarih gerçeklerini, heterodoks İslam tarihini, yani Alevilik tarihini inceleme ve tanıma gereğini duymadan, bu alanda bilgilenme çabası göstermeden; tarihsel ve felsefi bir temeli olmayan ya da kasıtlı ortaya atılmış bir görüş olan “Alevilik İslam dışıdır; Hristiyanlık ve Musevilik vb. gibi İslamdan bağımsız bir dindir” varsayımını savunanlar. Bir bakıyorsunuz bunun tam tersi olan “hakıki müslüman biziz; namaz da niyaz da bizim ramazan da. Sünniler Aleviler kardeşdir” sözleriyle Sünniliğe yamayan çıkışlar var. Ali, Ehlibeyt ve Onikimam sevgi ve inancından hareketle İran ortodoks Caferi Şiilerle bütünleşmeye çalışanlar (ki bu alanda kendilerinin gerçek Alevi olduklarını söyleyen Caferi Şii örgütlerine mensup kişiler birer misyoner gibi çalışıyorlar). Öbür yanda ise Aleviliği Türk ya da Kürt uluslarına özgü bir inanç olarak benimsetmek için kökenini Şamanlığa ya da Zerdüşlüğe bağlayan karşıt Milliyetçiler!
Kamuoyunun çok iyiy tanıdığı Prof. Dr. İzzeddin Doğan ise, her türlü medyatik aracı kullanarak, kendi icadı “Alevilik-Bektaşilik-Mevlevilik” temelinde “Alevi İslam” anlayışına Ortaasya Yeseviciliği’ni de katarak hem devleti hem de Türkçüleri memnun ediyor.
Alevi-Bektaşi örgütlerindeki bu savrulma ve karmaşıklık karşısında devlet alabildiğine memnun görünüyor. Devletin, dolayısıyla hükümetin sözcülüğünü yapan Diyanet İşleri Başkanı’nın ağzından Aleviliğe ilişkin görüş ve düşünceleri daha önceki bazı yazılarımızda irdelemiştik. (Bkz. İsmail Kaygusuz, Aleviler Diyanet Siyaset, Alev Yayınları, İstanbul-2004)
Yine Alevi örgütleri çevresinden bir sonuncular var ki, en tehlikelisi olanlardır. Bunlar, hem devlet ve iktidarla sıcak temastalar, hem da yukarıdaki görüşlerin her biriyle farklı mekan ve zamanlarda karşılaştıklarında - ya da buluştuklarında- kendileri gibi düşündüklerini söylemekten çekinmeyen (iki yüzlü değil) çok yüzlüler, yani yüzsüzler takımı!
Kısaca değindiğimiz gibi Alevi-Bektaşi örgütlülüğünün bu inançsal-düşünsel dağınıklığı ve karmaşası Alevi-Bektaşi toplumunun birliğine büyük engeldir. Ve biz, bütün tapınma ve eleştiri, adalet ve eşitlik gibi toplumsal kurumlarıyla batıni-Alevi inancı temelinde bu birliği sağlayamazsak, siyasal/toplumsal birliği de sağlayamayız. O zaman ne kimliğimizi kabul ettirebilir ve ne de, egemen çoğunluğun, yani Sünni inanç toplumunun yaşamakta oldukları inanç özgürlüğünü –ki onlar daha da fazlasını istiyor- elde edebiliriz.
Bugün Avrupa ve Türkiye’de Alevi köy dernekleri dahil, öyle sanıyoruz binden fazla Alevi-Bektaşi örgütlenmeleri çeşitli adlar altında etkinlik göstermektedir. Önce söylediğimiz gibi Türkiye genelinde birliktelik, daha doğrusu bir merkezileşme sağlanamamıştır. Federasyon, konfederasyon ve Alevi-Bektaşi Kuruluşları Birliği gibi bazı merkezi kurumlaşma girişimlerinin de bunu başardığı söylenemez.
Örgütlerde değişik düşünce, görüş ve siyasi anlayışların bulunmasına karşı değiliz. Ancak Alevi inancının temel esaslarını (buna inanç dogmaları da diyebiliriz) yoksayma ya da ortadan kaldırma eğilimlerine hoşgörü gösterilemez. Örneğin: Aleviliği İslam dışı sayıp Hristiyanlığa yaklaştırmak, ya da ayrı bir din olarak gösterme. 14 yüzyıldır inancımızın tam merkezinde bulunan mürşid saydığımız ve Tanrının mazharı olduğuna inandığımız ve toplu tapınmalarımız Cem’lerde yakarılan Ali’yi, Şahı Velayet’imizi ortodoks gözle, daha doğrusu Emevilerin bakış açısıyla tanımlayarak Alevi-Bektaşilerin toplumsal belleğinden silmeye çalışma eğilimlerine… Aksine inancımızın ana ilkeleri-temel esasları sık sık ve genişçe açıklanarak Alevi-Bektaşi toplumu aydınlatılmalı.
Hiç kuşkusuz bu ilkelerin yorumlanmalarında değişik düşünce ve görüşler ve tapınma eylemlerindeki, ritüellerdeki çeşitlilikler inanç kültürümüzün büyük zenginliğidir. Ayrıca ilkelerin uygulamalarında çağa uygun değişimler ve yenilenme, yani reformlar da sözkonusu olmalıdır.
Alevi-Bektaşi inanç toplumunun tarihsel miras olarak özünde saklı olan toplumsal bilincin, birlik ve beraberliğe kanalize edilmesi-yöneltimesi için geniş inançsal bilgilendirme ve güven duygusuyla beslenmesi gerekir.
Bu güne kadar Alevi örgütlenmelerinde, açıkça dile getirilmemekle birlikte çeşitli siyasal görüşler öncülüğünde birlik sağlanması denendi. Genellikle örgütler önder kadrosunun açık ya da kapalı siyasal duruşuyla durum belirlendi. Hatta çeşitli siyasi partilere aday yetiştirme kuruluşlarına dönüştü. Bünyelerindeki Dedeler bile örgütsel görüşlerin yorumlarıyla Aleviliği açıklamaya, bu çerçevede temsili Cemler yönetmeye giriştiler.
Bizce artık, Alevi-Bektaşi toplumunda birlikteliği ve merkezileşmeyi sağlayamayan siyasal duruşlar ikinci plana düşürülüp, kesinlikle inançsal yapı öne alınmalıdır. Tanrı-insan birliği inanç anlayışında insan sevgisini kendisine merkez yapan; “yetmiş iki millete tek nazarla bak” ilkesiyle eşitliği, Musahiplik ve Dar kurumlarıyla paylaşımı ve adaleti savunan ve bu inançsal kuralları yaşam düzeni yapmış olan Alevilikte hiç kimse gerici dinsel (fanatik) ögeler arama yanlışına kapılmasın! Bu bağlamda Aleviliği siyasal İslama benzetmeğe de kimsenin hakkı yoktur ve bu doğru değildir. Alevi toplumunu, kendi tarihi, inanç özellikleri ve toplu tapınmaları, yani Cem yürütmeleri temelinde eğitimi öne alarak, geniş biçimde aydınlatma ve güven verme yoluyla birliğe götürebileceğimize inanıyorum.
Dergah’ta Birlik
Birlik olmanın çözüm yolu Hacı Bektaş Veli Dergahı’ından geçer; Anadolu Aleviliğinin ve Alevilerin serçeşmesi, yani inanç ve bilim/bilgi baş pınarından. Boşalan kablarımızı bu pınardan doldurmak ve dağılıp savrulmuş kafalarımızı-zihinlerimizi bu bilgi kaynağından beslemek zorundayız. Serçeşme, “bilim evrendeki bütün değerlerin üzerindedir. Bilimle gidilmeyen yolun sonu kararanlıktır. Herşeyden büyük olan bilim ve hilim, yani yumuşak davranış-hoşgörüdür, çünkü Hakk’a bilimle yol bulunur-ulaşılır, Halk’a yumuşaklıkla-hoşgörüyle. Yolumuz bilim, irfan, sevgi üzerinde kuruludur. Bir olalım, iri olalım, diri olalım” diyerek 13.yüzyıl Anadolu’sunda Alevi halk topluluklarını birleştirip ilk inanç birliğini sağlayan ulu Hünkar Hacı Bektaş Veli’dir. 21. yüzyılda bizim birliğimiz de ancak onun kurduğu Dergah’ın çevresinde toplanmakla gerçekleşir. Yıllardır yazılarımızla, kitaplarımızla savunduğumuz bu düşünce gerçekleşseydi sorunlarımızın pek çoğu çözülmüştü.
Hacı Bektaş Veli Dergahı ve Hacı Bektaş evlatlarından dönemin postnişini, yani onu-ecdadını temsilen Mürşid postunda oturan ulu kişinin inanç önderliğinde birlik olmanın önemini kavrayamıyan; dahası bazı politikaların veya kişisel ve kesimsel çıkarların etkisiyle Hacı Bektaş Veli’yi bile dışlamaya çalışan Alevi örgütlerinin bu olumsuz yaklaşımlarına karşı devlet, Dergah’ta Alevi-Bektaşi birliği sağlanmasının önemini, ancak kendisi açısından tehlikesini anlamakta gecikmedi. Neydi bu tehlike? Alevi-Bektaşi toplumu birlik sağladığı takdirde, ilke nüfusunun üçte biri gibi hatırı sayılır bir çoğunlukla Türkiye siyasetine ağırlığını koyabilir, böylece “Alevilerin oyları çantada keklik” olmaktan çıkardı. Çünkü merkezileşen Alevi toplumunun yaratacağı birlik gerçekten “iri ve diri olur” ve istemediği, desteklemediği bir parti asla iktidar olamazdı.
Onun için devlet bir yandan, Alevi kitle örgütlerinin ayrılıkçı fikirlerini teşvik ederek, alabildiğince parçalara bölünmesini isterken, öbür yandan, Hacıbektaş ilçesiyle birlikte Dergahı öne çıkartıp, kutsal merkez olarak dinsel turizm çerçevesinde önem kazandırıyordu. Bununla da kalınmadı. Bir dönemin başbakanı Mesut Yılmaz, Hacı Bektaş Veli’nin Sulucakarahöyük’te 750 yıl önce kurmuş olduğu bilim ve inanç merkezi ve dönemin bir çeşit halk üniversitesi olan dergahından esinlenmiş davranış göstererek, Hacıbektaş’ta tarih ve Alevilik araştırmaların yapılacağı ve çeşitli bilimlerin okutulacağı bir Üniversite ya da Fakülte’den sözediyor. Arkasından, hiç de dostça olmayan “Bektaşi Alevileri” ayırımcı kavramını ortaya atan, sonra da “Yavuz’la Şah İsmail’i barıştırmaya” soyunan başbakan Bülend Ecevit, Gazi Üniversitesi/Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Merkezi’ne açıktan destek vererek orayı Alevilik-Bektaşilik araştırmaları yapan ve bu inanç toplumu hakkında bilgi ve siyaset üreten tek devlet (resmi) kurumu yaptı. Özellikle de Hacı Bektaş Dergahı çevresiyle sıkı ilişkilere girmek ve orayı yönlendirmekle görevli kılındı. Kısacası devlet, Alevi-Bektaşi inanç toplumunun Dergah çevresinde birlik sağlaması , erinde gecinde geliştirip ulaşacağı süreç olduğunu iyi kavradığı için, kendi yönlendirmesi altında ve Türk-İslam felsefesi anlayışı içinde bunun gerçekleşmesini düşünüyordu. Daha açık konuşursak, bu gün devletin (isterseniz siz derin devletin deyiniz) Alevilik siyasetini bu kurum yönlendiriyor; Devlet Bakanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ve Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Ali Bardakoğlu’ya bu konuda öneriler sundukları gibi, zaman zaman onları frenliyorlar.
Gazi Üniversitesi bünyesi içinde araştırma merkezi olan bu kurum “Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırmaları Dergisi” aracılığıyla ürettiği bilgileri yayınlıyor. Alevi-Bektaşilik inanç ve felsefesine, edebiyat ve tarihine, düşünür ve ozanlarına ilişkin yayınladığı makalelerde verdiği bilgiler bizim gerçekliğimizden tamamıyla uzak ve birliği değil, parçalamayı getirmektedir. Ama yine de geniş bütçelerle hazırladıkları TV belgeselleri ve yayınlarında, birkaç Ocakzade Dede ve Babagan Bektaşi Babalarıyla ilişkilerinde etkili oldular.
Ancak bu etkili devlet kurumu, çok uğraşmalarına –hatta çeşitli vaadlerine- rağmen Hacı Bektaş Veli Dergahı’nı ele geçiremedi. Bizim gözümüzde büyük bir başarı olan Gazi Üniversitesinin bu başarısızlığı, Hacı Bektaş evladı Dergah postnişini, yani ecdadının postunda oturan değerli Mürşid Veliyeddin Ulusoy’un aydın, ilerici ve bilinçli kişiliği, olgunluk ve bilgi düzeyiyle birlikte büyük sezgi gücü sayesindedir. Ama peşini bırakmış değiller; her fırsatta onlardan çağrılar alıyor, ziyaretinde bulunuyorlar.
Bir kez daha yineliyorum: Devlet, Dergah’ta birliğin büyük önemine ve erinde gecinde Alevilerin bunu gerçekleştirme sürecine gireceklerine inandığı için, orada insiyatifi kendi eline almak, resmi siyaset felsefesi olan Türk-İslam sentezi anlayışına uygun biçimde yönlendirmek istemektedir. Bu nedenledir ki devlet ziyaret girişimlerini sıklaştırıyor. Yoksa bizim gibi Hacı Bektaş Veli evladı Postnişini Mürşid bilerek saygılarını sunmak için değil. Alevi-Bektaşi toplumu olarak bu insiyatifi devletin elinden alıp, Dergahı’mıza sahip çıkarak orada birlik olmayı sağlamazsak, bu parçalanmışlığı-savrulmayı ve kaosu hiçbir zaman aşamayız.
Neler yapılabilir ve neler yapılmalıdır?
Bu konuda “Neler yapılabilir ve neler yapılmalıdır?” başlığı altında birkaç yıl önce yazdığımız ve çeşit yerlerde yayınlanmış olan makaleden birkaç paragrafı bazı küçük eklemelerle sizlerle paylaşmak istiyorum:
“...Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu savrulmayı Sünnileştirilmiş Türk İslamlığı’nda toparlama çabasına girmiştir. Öyleyse, bu durumda neler yapılabilir ve neler yapılmalıdır? İvedi olarak öneriler ve çözümler üretmeliyiz.
Alevi-Bektaşiler toplum olarak, dernekler, kültür merkezleri, cemevleri ve vakıflar biçimindeki tüm örgütlerinin sokulduğu gericileştirme sürecinden çıkarmanın yolları araştırmalıdır. (Şimdi bu süreç anlamsız temelsiz tartışmalarla parçalanmışlık ve kaosa dönüşmüştür) Bu bakımdan, Aleviliğin tarihsel özüne uygun biçimde yeni düzenlemelere ve örgütsel yapılanmaya gitmeleri gerekli görülüyor:
1)Dernekler, kültür merkezleri ve cemevleri, sadece Alevi sanatçıları çağrılı geceler ve göstermelik ’12 Hizmet Cemleri’ düzenleme kuruluşları olmaktan çıkarılmalıdır. (Temsili Cemler daha düzenli yapılmalı; eğitici öğretici yönü öne çıkarılmalıdır).
a)Yan kurumlar ya da kol etkinlikleriyle eğitim, araştırma-inceleme ve bilgilendirmeye ağırlık vermelidir. Edebiyat ve sanat (müzik-resim-dans) ve tiyatro etkinlikleri hızlandırılmalı.
b) Alevi Dernekleri, birlikleri ve vakıfları ortak amaca yönelik çalışma ve araştırmaları hızla artırmalı. (Çeviri çalışmalarına ağırlık verilip, yabancı dillerdeki Alevi kaynakları araştırılarak türkçeleştirilmelidir.) Böylelikle Aleviliğin evrensel kültür tarihine katkıları araştırılıp ortaya çıkarılmalıdır. O zaman bu dernekler, bilim adamları ve araştırmacıları çekecek; inanç, kültür, doğru siyaset ve eğitim merkezlerinin kaynaklanma ve ilgi odakları olacaktır. Hepsinden önemlisi Alevi toplumu, kendi tarihlerini doğru tanıyacaktır. Alevi toplumu kendi gerçek tarihini bilmediği için bugününü değerlendiremiyor, savrulup duruyor(buna şimdi kaosu ekleyelim).
2)Alevilik inanç ve toplumsal-demokratik örgütlenmelerine piramidal bir biçim kazandırılması, Alevilerin birliği için bu önkoşul olmalı. Piramidin tepesinde Hacı Bektaş Dergahı ve dergahın bulunduğu bu tarihsel kent bulunmalı. Uzun devrede, tabandan tavana geniş kapsamlı araştırmalar, inançsal-kültürel etkinlik ve çabalarla bu piramid oluşturulabilir. Kısa dönemde piramidin oluşturulması ise tepeden başlayarak gerçekleşebilir. (Bu gün hiç zaman yitirmeden, hızla bunun yöntemleri üzerinde düşünce üretip, öneriler geliştirmeliyiz.) Önce bir yayın organı bu hizmeti üstlenerek, tüm alevi kurum ve kuruluşları ikna edip katılım ve katkılarıyla Hacı Bektaş ilçesinde, bir “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” toplanmasına önayak olabilir. Böylesi bir kurul sürekli ve yoğun çalışmaları ve oluşturacağı alt kurul ilişkileriyle “Hacı Bektaş Alevilik Araştırmaları Yüksek Enstitüsü ya da Akademisi”nin temellerini atmalıdır. (Bu gün önceliği Hacıbektaş’ta Postnişin’in başkanlığı altında en az üç en fazla bir hafta sürecek bir ön toplantı almalı. Bu toplantıya olabildiğince fazla Demokratik kitle örgüt temsilcileri katılmalıdır.Temsilci gönderen Örgütler toplantının harcamalarına maddi katkıda bulunmalı. Temsilciler sadece “Dergah’ta Birlik” temelinde önerileriyle gelmelidir. Bu toplantıda bir yayın üzerinde karar kılınır ve ilk sayısında bu öneriler yayınlanarak geniş biçimde Alevi-Bektaşi kamuoyunun bilgilendirilmesi sağlanır ve tepkisi alınır) Özgirişimi, mutlaka alevi toplumunu arkasına alacak olan bu “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” ele almalıdır. Hazırlayacağı proje çerçevesinde devletten destek istenmelidir. Proje desteğine olumsuz yanıt alındığı takdirde ilk genel seçimde, “Hak Muhammed Ali’yi seven boş oy kullansın!” benzeri Alevi söylemleriyle toplu protesto sağlanmalıdır.
Alevi-Bektaşi İnançlı Zenginler Sorumluluk Almalıdır
Kökenine yabancılaşmamış, açıkçası kazanç ve çıkarları için sünnileşmemiş; içinden çıkmış olduğu toplumun inanç ve geleneksel kültür ögeleri ve ahlak kurallarına saygılı alevi zenginleri bulunduğuna inanmak istiyoruz. Bu kişiler de toplumdaki bu savrulma ve yalpalamalar (karmaşıklık) hakkında kafa yormalı. Üzerinde ciddi ve tarihsel bir sorumlulukla eğilmelidir. Türkiye Cumhuriyetinin hala kurtulamadığı Sünni-Osmanlı devlet anlayışının dayattığı Aleviği şiileştirme-sünnileştirme sürecinin önüne maddi varlıklarıyla, harcamaları ve çeşitli ilişkileriyle setçekme şevk ve gayreti içinde olmayı görev bilmelidirler.
Onlara diyoruz ki, vicdanınız ve cüzdanınızla bu sorumluluğu duymalısınız. İlk aşamada:
a)Alevilik ve felsefesini, inanç ve toplumsal tarihini akılcı, bilimsel (yani hurefalara sapmadan, kılıç-gürz kahramanlıklarından arındırılmış) yöntemlerle incelemeyi üstlenmiş bir periyodik yayını (dergi) teşvik edip maddi destek sağlayabilirsiniz. Laik ve demokratik siyaset içinde Alevi kültür ve inancı, müziği, dansı ve Türk ve İslam tarihindeki alevi hareketlerinin rolü ağırlıklı programlar yapacak olan bir RADYO-TV kanalının kurulması özel girişimini gerçekleştirebilirsiniz.
b)Alevililik inaç, kültür, felsefesi ve tarihi v.b. üzerinde araştırma ve inceleme yapan bilim adamı ve araştırmacılara yardımcı olur. Ürünlerini yayınlaması ve okuyucuya, halka ulaşması süreçlerinde destekleyebilirsiniz Sözünü ettiğimiz “Alevilik Bilimsel Üst Kurulu” projesi ve “Heterodoks İslam (Alevilik) Araştırmaları Enstitüsü” kurulması çalışmalarına sonuna kadar yardımcı olur. Çalışmaların geniş çapta kamuoyuna duyurulmasını sağlayacak harcamalar yapabilirsiniz.
Aleviliğinizi unutmadıysanız, kökeninizi inkar yoluna sapmadıysanız, önemli bir inanç kuralımızı anımsatalım: “Keseleriniz söküle Hak yoluna döküle!” Hakkın, yani Tanrının paraya pula ihtiyacı yoktur; Alevilik inancında Hakk’a doğru yolalan halkımız, toplumumuz için gösterin cömertliğinizi. Şimdiye kadar ne yaptım diye de vicdanınıza bir sorunuz! Kendi kendinizle ağır bir hesaplaşmaya girmelisiniz; özünüzü dar’a çekiniz, vicdanınız rahatlayacaktır...!”
Devlet Aleviliği nasıl görüyor ve tanımlıyor?
2 Şubat 2004 tarihinde Milliyet’in web sitesindeki “Sohbet Odası’nda Diyanet İşleri Başkanı Prof Dr. Ali Bardakoğlu konuk olarak ağırlanmıştı. Başkan, köşe yazarı Derya Sazak’ın Diyanetin yeniden yapılanması ve Alevilerin temsili hakkındaki sorusuna verilen yanıtlardan, AKP hükümetinin uzun döneme yayarak kafalarına ve dinsel anlayışlarına göre -Alevilere rağmen-Aleviler için bazı adımlar atmaya karar verdikleri anlaşılıyor.
Başkan’ın Aleviliği tanımlamasına gelince: Bugüne kadar Diyanet dahil Sünni çevrelerin çeşitli kesimlerince “Alevilik Türk Sünniliğidir; Alevilik Türk İslamı, halk İslamı, Anadolu İslamıdır; Alevilik Hanefi mezhebinin bir tarikatıdır; Alevilik bir meşrebdir...”biçiminde yapılan tanımlara göre, biraz da uzlaştırıcı olmaya çalışıyor. Ancak temelde Diyanet İşlerinin öteden beri yaptığı Alevilik değerlendirmesinme fazla birşey getirmiyordu:
Yeni Başkan Aleviliğe, bir “Hanefi tarikatı” demiyor; “İslamın içinde bir kültürel anlayıştır, mezheptir” tanımı getiriyor. Ama hangisi? Kültürel anlayış mı, mezhep mi? Bu açık değil. Yoksa ikisini de mi kapsamaktadır? Ya da iki kavramı aynı anlamda kullanmaktadır. O zaman her iki durumda, basit bir mantık önermesini kullanarak; genel anlamda ‘mezhep” denildiğine göre biz de Sünniliğe “İslamın içinde bir kültürel anlayıştır” (mı) diyececeğiz? Sünni İslam tarihçisinden, İlahiyatçısından tutunuz da bakanına Başbakanına kadar ilgisi olan olmayan herkes Aleviliğe bir tanım getiriyor, “inanç değil kültürdür, kültürel anlayıştır”; tapınma törenlerimize de “halk oyunları, folklor” ya da “cünbüş-eğlence” diyorlar.
Hem sonra bizi ve inancımızı kafalarına ve keyiflerine göre tanımlama hakkını onlara kim verdi? Hangi ahlak ölçüsüne sığar bu? Örneğin, Alevi yazar ve araştırmacılar;
“Sünniler camide dedikodu yapmak ve birbirini çekiştirmek için toplanıyor; namaz dedikleri de eğilip doğrularak, yere uzanarak yaptıkları bir takım cimnastik hareketleridir. Bu nedenle Sünnilik bir çeşit bereysel ve toplumsal kültürel alışveriştir” biçiminde tanımlamalar yapsa tepkiniz ne olur ? Doğrusu bu bir merak konusudur!
Alevilik, İslam dininin Sünnilikten farklı ve ona aykırı (heterodoks anlamda) batıni yorumudur; İslam’ın dışında ayrı bir din değil, Kuran ayetlerinin teviline, iç ve mecazi anlamlarına uygun düşen diğer birçok eski dinsel ve felsefi inançlardan ögeler özümsemiş bir syncretic(birleştirmeci-bağdaştırmacı) inanç sistemidir.
Sünnilik İslam dininin kendisi değildir; dört İslam fıkıh okulunun (ya da mezhebin) kurucusunun yorumladıkları İslami yorumlardan oluşan (zahiri) inanç sistemidir. Alevi inancında Muhammed rehber, mürşid Ali’dir ve Muhammed’in rehberliğinde Ali’ye varılır; bu demektir ki Muhammed’i tanımadan Ali’ye varamaz ve Ali sırrına eremezsin. Allah-Muhammed-Ali üçleminde vahdede (Birlik) ulaşılır. Alevi inanç anlayışında Muhammed zahiri (açıklığı, biçimsel tapınmaları), Ali batını (gizli tapınmayı; yani ‘ölmeden önce ölme, ahiret hesabını burada görme; benliği öldürerek özünü tanıma ve el ele, el Hakk’a-hakikata ulaşmayı) temsil eder. Ali’den sonra ikinci büyük batıni üstad İmam Cafer Sadık’tır. Alevilerin batıni tapınmaları Görgü Cemlerindeki adab-erkandır; cemlerde yapılan “Ali meydanında malı-varlığı ortaya koyup; malı mala, canı cana katma” törenleridir. Alevi adab-erkanını anlatan “Buyruk” metinlerinde; “Eğer sorsalar, ikrar-ı tercüman nedir?” sorusuna şu yanıt verilir: ‘Cevap: Şah-ı Merdan kuluyum, Al-i aba nesliyim, İmam Cafer Sadık mezhebindenim. Rehberim Muhammed, mürşidim Ali’dir.” Ozanlarının hemen hepsinin deyişlerinde düvazimam nefeslerinde de belirtildiği gibi, Anadolu Alevi-Bektaşileri İmam Cafer Sadık mezhebine bağlıdır; ancak bu ortodoks Caferiliğe, yani İran Şiiliğine aykırı, heterodoks mezheptir; batıni-Kızılbaş Caferiliktir.
Diyanet İşleri Başkanı Profesör Bardakoğlu, Aleviliği “İslamın içinde kültürel bir anlayış” olarak değerlendiriyor.Ve: “Sünnileri çok dindar, Alevileri az dindar, noktasından çıkarıp söylemimizi ortak paydamız olan İslam çizgisine çekmemiz lazım” diyor. İyi de ortak paydamız İslam, ama Alevilerin Tanrı ve dinsel inanç anlayışı ile Sünnilerinki farklı birbirinden, çok da aykırı. İslam çizgisinde ortak olduğumuz tek önemli ilke “Kelime-i Şehadet”; onu birlikte söyleriz, ama biz fazladan olarak içimizden de “Aliyyün veliyulllah” (Ali Tanrının dostudur) deriz.
Ayrıca “Anadolu'daki Alevilik, Osmanlı döneminde Sünnilik, halifelik içinden çıkmış bir eğilimdir, Şia'dan kaynaklanan bir şey değildir” gibi sözler ettiğine göre, heterodoks –batıni anlamda Aleviliğin çıkışı hakkındaki bilgisi de çok zayıf. Sünniliğin, mezheplerin ortaya çıktığı Abbasi halifeleri döneminde oluştuğu doğru da, Anadolu’da 16.yüzyılda doğduğunu söylediği Aleviliğin kendisi değil, Aleviliğin Kızılbaş siyasetiydi; çünkü Alevilik Anadolu’ya yüzyıllar önce (9.yüzyılın ilk yarısından itibaren) gelmişti.
Aleviliğin Ortaya Çıkışı ve İnançsal Özelliklerine Değinmeler
Özellikle Halife Osman (644-656) döneminde gulat ve guluvlar (taşkın/azgın ve aşırılar) adı verilen Ali tanrısallığı inancıyla başlayıp; bölgesel din, inanç ve felsefi akımlardan bazı ögelerle birleşerek (syncretisme) sürekli yenilenen, değişik adlarla yönetimlerin resmi dinine (Ortodoks İslam ilkelerine) aykırı ve çoğu kez karşıt gelişen Heterodoks akımları ayrıntılarıyla bilmemesi olanaksızdır. 12.yüzyılın başlarında yazılmış Şahristani’nin al-Nihal al-Milal’ında anlatılan 100’e yakın heterodoks gruptan %90’ı anthropomorphist (insan biçimli Tanrıya inanma) ve Ali-Ehlibeyt tanrısallığını temel alan batıni-Alevi kümeleşmelerdir. Özellikle İmam Bakır (ö.740) ve İmam Cafer (ö.765) çevresindeki bu proto-Alevi kümeleşmelerin büyük bir bölümü, insan biçimli Tanrı, Ali-Ehlibeyt tanrısallığı, İnsan-Tanrı birliği kavramları, düşünce ve inançlarını Kur’an’ın batıni (ésotérique) yorumlarından çıkarmışlardır.
İşte kökeni bu erken heterodoks akımlara dayanan, onların batıni inançlarından kaynaklanan Anadolu Aleviliği(-Bektaşiliği), Ortodoks İslam (Sünni) inancına aykırı bir Tanrı ve tapınma anlayışına sahiptir. Büyük Alevi düşünür ve ozanı Kaygusuz Abdal’ın (14. 15.yüzyıl) Vücudname’sinden yaptığımız aşağıdaki alıntılar bu anlayışı, yorum gerektirmeyecek bir biçimde yansıtmaktadır:
“Evvel ü ahir menem...Cümleye Mabud (Tanrı) benem, Kabe benem put benem; Alem külli vücudumdur vücudum, Özüm özüme kıluram sücudum (yani secdeleri, tapınmamı kendime yaparım İ.K.). Eşya-yı mahluk Halik’ten ayrı degüldir(yani yaratılmış nesneler-maddeler, yaratıcısıyla birdir; ayrı olamaz, herşey Tanrıdır İ.K.).”
“Pes adem kendüyi bilmek mücerred (soyut) Hakk’ı bilmek gibidür...Zira ki mahluk (yaratık, yaratılmış), sıfat-ı Hak’dur....Yirde ve gökte her ne var ise adem(de)dür. İşte yirün gögün ‘Halifesi’ ‘adem’dür. Her ne ki istersen ademde bulınur...”(Kaygusuz Abdal, Vücudname’sinden)
Şeyh Bedreddin (ö.1420) de, “Hakka erişmek, onunla birleşmek demek insanın kendi saf varlığına erişmesi demektir” diye açıklıyor. (Varidat, s.125)
Bunlar gerçekte Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ında söylediklerinin başka sözlerle anlatımı ve genişletilmesinden başka bir anlayış değildir ve tasavvuftaki vahdet-i vücud ‘dan (insan-Tanrı birliği), vahdet-i mevcud’a (pantheism) uzanan Tanrı inancıdır. Bu çeşit Tanrı algılaması olmasaydı, ne hümanizm yani insanseverlik, ne de doğa-çevre sevgisi oluşurdu.
Demek ki Batıni-Alevi inanç anlayışında insan, Tanrının yeryüzünde hem vekili, hem mazharı, hem de kendi parçalarından bütüne ulaşan birliğidir; adı Tanrı, Ali, Muhammed, Ehlibeyt beşlisinin ya da Allah Muhammed Ali üçlüsünün birliği, Muhammed Hanefi, Haşim, Muhammed Bakır, Cafer, İsmail, Salman vb. olsun farketmiyor. Hepsi de birer insandır. Bunlar, tarih boyu değişmez dogmalara sahip ortodoks İslamın bidat ve sapkınlık olarak gördüğü ve hiçbir zaman hoşgörü göstermediği anlayışlardır. Egemen ortodoks yönetimler tarafından , bu özgür inanç biçimlenmelerine eğilim duyanların oluk oluk kanları akıtılmış, derileri yüzülmüş, birçoğu da diri diri yakılmışlardır.
Ali, veliliğin ve velilerin şahı (Şah-ı Velayet), İmamların atasıdır. Ve Batıni-Alevi inancında tüm zamanların/dönemlerin velileri, İmamlar ve kurtarıcı yüce kişiler (insan-ı kamiller) Ali olarak nitelendirilir ve birer Tanrısal mazhardır; tek aydınlatıcı ışık olan olan Tanrının parçaları ve yansımalarıdır. Her sıradan inanan da ‘Ali’nin hizmetinde bir Salman olmaya’ çaba gösteririr.
İşte Alevi-Bektaşiliğin gerçek inancı ve Tanrı anlayışı budur. Bunlar Hanefi Sünnilik anlayışına sığar mı? Ortodoks İslamı yeniden canlandıran, yani “İhya-ı Din”yapan ( ve batıni Aleviliğin büyük düşmanı); namazı, abdesti, dahası “tuvalete girerken önce sol ayağınızı atınız” diyecek denli İslami yaşayışı katı kurallara bağlayan İmam Gazali’nin (ö.1111) doğmatikleşmiş Sünnilik düzenlemesiyle asla bağdaşmaz Alevilik.
Derya Sazak’ın yaptığı söyleşide, Diyanet İşleri Başkanı önce “Alevilik İslamın içinde bir kültürel anlayıştır” diyordu daha sonra “Alevilik Anadolu kültürünün bir parçasıdır” söyleminde karar kıldı.
Kültür kavramının içerdiği anlamların çeşitliliği bağlamında, Türkiye toplumu olarak, Aleviliğimiz kadar Sünniliğimiz de Anadolu kültürünün bir parçasıdır. Magreb ülkelerinde (Kuzey Afrika), Arabistan, Hindistan-Pakistan, Ortaasya Türki Cumhuriyetleri, Endonezya vb.ülkelerde yaşayan Sünni topluluklar –inancın özündeki birlikteliğe rağmen- birbirinden çok farklı dinsel yorum ve uygulamalar içindedir. Dahası Hindistan-Pakistan ve Endonezya Hanefi Sünniler bile Türkiye Hanefilerinden büyük farklılıklar gösterir. Farklılıklar kültür kavramının bu özelliğiyle ilşkilidir; yaşanılan ülkenin kültürüyle karşılıklı etkileşim ve bütünleşme! Aynı şekilde İran’daki Ehl-i Haklar-Karapapaklar-Kızılbaşlar, Irak’ta Kakailer-Şebekler, Suriye’de Nusayriler-Şahi İsmaililer, Yemen ve Hindistan’da Mustali İsmaililer(Bohralar), Endonezya’da Sasaklar ve dünyanın 22 ülkesine dağılmış Nizari İsmaililer adları altında yaşamakta olan Alevi topluluklar da aynı batıni inanç özelliklerini birbirinden farklı biçimde yorumlamada ve tapınma uygulamalarını sürdürmektedir.
Görünen o ki, İlahiyatçı araştırmacılar ve Sünni ulema, Türkiye’de yaşayan Alevilik ve Alevi toplumuna kendi dinsel ve siyasal inançları doğrultusunda resmi bir ad koymaya, tanımlamalar yapan, dinsel hizmet dedikleri ilkeler getiren kalın kitaplar yazmaya hazırlanıyorlar. “Dinim Muhammed, imanım Ali ve mezhebim İmam Cafer Sadık” diyen, “Allah Muhammed Ali Birliği’inde, Ehlibeyt ve Oniki İmam sevgisinde, Hacı Bektaş Veli’nin Pir’liğinde bütünleşmiş ve onun “eline beline diline sadık ol” sözünü kendisine ahlak kuralı edinmiş koca bir toplumun bin yıllık inancını kültürel anlayış, bireysel ve toplumsal yaşamlarına düzen veren sazı, sözü semahıyla kadın-erken birlikteliğinde yaptıkları tapınma törenlerini kültürel etkinlik-eğlence saydıkları için, onlara din götürmeyi tasarlıyorlar; yani assimilasyon planını başlatma aşamasına girmiş bulunuyorlar. Yaparlar mı yaparlar, çünkü yüzlerce trilyonluk bütçesi olan bir devlet kurumu ve ülkenin en büyük Holdingleri arasında yeralan Diyanet Vakfı ellerinde !
Siyasetçilerden “Aleviler bizim kardeşimizdir” sözünü duymaktan artık gına geldi.
Bize “kardeşimiz” diyenden, gerçekten kardeşçe davranış, sevgi ve yakınlık bekleriz. Bu duygular içinde bize bir adım gelene, biz on adım gideriz. Diyanet’in başı olark inancımıza, toplu tapınmamız Cemimize ve Cemevine saygı göstermeyeceksin. Ona “kültürdür, meşreptir” diyeceksiniz. Bin yıldır camiye gitmeyen ve İslamı sizden farklı yorumlayarak Tanrı ve tapınma anlayışı Sünnilere benzemeyen koskoca Alevi-Bektaşi toplumunu camiye ve kendi ibadetlerinizi yapmaya çağıracaksınız. Osmanlı gibi kolluk gücüyle yapamadığınız için, görsel ve yazılı basın-yayın gücünü kullanarak, misyoner tavrı içinde zihinleri bulandırp onları inançlarına yabancılaştırmaya, yani Alevileri Aleviliğinden uzaklaştırmaya çalışarak bu inanç topluluğuna en büyük kötülüğü yapacaksınız. Sonra yerli yersiz “Aleviler bizim kardeşimizdir” diye söylev çekeceksiniz. İnsan kardeşine bütün bunları yapar mı? Alevi ahlak anlayışında insan kardeşiyle (–ki Alevilikte iki kardeş vardır; bel kardeşi, yol kardeşi ve ikisi birbirinden ayrılmaz-), dostluğu sevgiyi ve de kazancını paylaşır.
Alevi-Bektaşi toplumu, kuruluşundan bu yana kendisine hiç bir hizmet götürmemiş olan bu kurumun bütçesine artık katkı yapmak istemiyor ve istememelidir. Ama asıl istediğimiz, bütçesi- külçesi kesilerek devlet alanından Diyanet’in özel alana kaydırılması ve Hanefi mezhebi inananlarının maddi ve manevi yönetimine verilmesidir. Devlet yalnızca, kendi varlığına ve toplum güvenliğine yönelik tehlikeli eylemini gördüğünde müdahele etmelidir. Din eğitim-öğretimi de resmi alanın dışına çıkarılmalı, sadece müfredat programı ve bunun uygulanması devletin denetiminde olmalıdır.
Ve Alevi toplumu, kendi inancına saygı göstermeyen, Alevi inanç kimliğini tanıyarak onlara hizmet götürmeyen Diyanet için vergi ödemek istemiyor. Diyanet Bütçesi, Alevi inançlıların tahmini nüfusu oranında üçte bir azaltılmalı ve bu miktar Eğitim ve Sağlık Bakanlığı arasında paylaştırılmalıdır. Hiçbir Alevi, kestiğini yemeyen bağnazlara vergisini helal etmez. Buna da hakkı vardır sayın Diyanet İşleri Başkanı!