Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

CEM’LER, MUSAHİPLİK VE DÜŞKÜNLÜK ÜZERİNE



CEM’LER, MUSAHİPLİK VE DÜŞKÜNLÜK ÜZERİNE

İsmail Kaygusuz

I. Cem ve Erkanları ya da İnancımızda Tapınma Kurumlarının Dünü ve Bugünü

Alevi-Bektaşi Cem ve erkanlarının günümüze ulaşan uygulanmakta olan ritüellerinin çoğu, Anadolu Aleviliğinin 16.yüzyılda yarattığı büyük Kızılbaşlık siyasetinin ürünü olan İmam Cafer Sadık Buyruğu kitabında biçimlendirilip bazı genel kurallar çerçevesine sokulmuş. Çok kullanılan bir söylemle “başımız Buyruğa bağlanmış”tır. 13. yüzyılda Hacı Bektaş Veli ’nin düzenlediği düşünce ve inanç ilkelerine, dönemin (16.yy.ın) sosyal, ekonomik ve siyasal koşullarına uygun olarak açılım sağlanmış;  bu ilkeler geliştirilmiş ve yeni eklemlemelerle değişimlere uğratılmıştır.

İmam Cafer Buyruğu’nda  Cem’in  özellikleri şöyle vurgulanır:

“Cem’de büyük küçük, güzel çirkin  bir olur ve dahi Cem cennettir; müminleri (erkekler) melek, müslümleri (bacılar) huridir. Yedikleri cennet taamı, içtikleri cennet şarabı, giydikleri cennet esvabıdır...Pirlerin mürşidlerin evleri Mekkeleridir. Onları ziyaret edenler binbir kere hacı ve gazi olurlar; günahlarından kurtulup masum ve pak olurlar...”

Bu inanç anlayışı Ortodoks İslama tamamıyla aykırıdır. Çünkü Alevilik , içinden çıkmış olduğu İslamiyeti batıni/tevil yorumlarıyla şeriat karmaşası ve doğmalarından arındırıp, akılcı bir anlaşılırlık içinde, birçok inanç ve felsefeleri de özümseyerek, toplumsal kurumlar biçiminde geliştirip yaşama geçirmiştir. Bu kurumlar Alevi-Bektaşi toplumunun sosyal, ekonomik, adli ve ahlaki gereksinimlerini eşitlik ve paylaşımcı ilkeler çerçevesinde karşılayabilen bir içyönetim ve yaşam düzeni oluşturmuştur. Alevi-Bektaşi inanç toplumu, İslam dinini kendisi gibi algılayıp ve kendisinin tapınma biçimlerini uygulamadığı için dinsiz sayan; İslam dışı ve kafir görerek katlini vacip sayan  baskıcı Şeriat devletlerinin adalet sistemlerine, yani kadısına-kudatına güvenmediği için kendi adalet düzenlerini de yaratmışlardı. Şeriat temelli egemen yönetimlerin tüm baskı ve zulümlerine, resmi din dayatmalarına, işte bu,  nesnel dünyayaya yönelik tapınma kurumlarıyla yarattıkları düzen sayesinde göğüs gererek varoluşlarını sürdürebilmiştir.

a. Cem’de Görülüp/Sorgulanma/Başokutma Erkanı; manevi temizliğe ulaşma ya da düşkün sayılma

“Görgü ve ayn” sözcükleri eş anlamlı ve “göz ve görmek”le ilgilidir.  “Ayin” sözcüğünün ses benzerliğiyle birlikte taşıdığı anlam ağır bastığından ötürü,“Ayn-i Cem” yerine “Ayin-i Cem” kavramı kendini kabul ettirmiş, Bu yüzden Cemler sadece dinsel bağlamda değerlendirilmiş. Bunun böyle olmadığını en güzel biçimde Hatayi şu dizelerle veriyor:

“Murtaza Ali’dir pirimiz bizim
Göregeldiğimiz sürer gideriz
Kırklar’dan ayrılmış sürümüz bizim

Cennet cehennnem korkusun çekmeyiz
Burda sorulmuştır sorgumuz bizim

Kazancımız meydana getiririz
Eksiğimiz var ise bitirürüz
Aşna meşrep evinde otururuz.”
( yani huyunu-husunu bildiğimiz dostlarla birarada bulunuruz İ.K.)”

Oniki hizmet sahibi canlar tek tek dar’a durup, dualarını alarak hizmetlerinin başına geçmesiyle Meydan açılır ve Görgü Cemi başlamış olur.. Bu Cem’e girmeye musahip olmuş canlarla , genellikle o günlerde musahib olacak adaylar hak kazanmıştır.

Cem erkanlarının herbiri başlıbaşına bir söyleşi, konferans konusudur. Bu nedenle sadece Görgü Cem’indeki Görülüp-Sorulma’ ile Musahiplik uygulamasına kısaca değineceğiz:
Genellikle Görgü’ye her keresinde iki musahib, eşleriyle/bacılarla birlikte dört can olarak dar meydanına çıkar. Ayaklar yalınayak, başlar açıktır; bacılar neçek indirir, yani başörtülerini, yazmalarını omuzlarına düşürürler. Bellerine kemerbest bağlamış, ayakları mühürlü (sağ ayağın baş parmağı solunkinin üzerinde) Pir huzurunda, yani Ali Meydanında Mansur Darı’na dururlar. Rehber  Dar’da bulunan canların sağına geçip Meydan’a niyaz/secde ettikten sonra şunları (gülbenk) söyler:

“Allah Erenler! Bu canlar; Muhammed-Ali divanında, erenler meydanında,   Pirin huzurunda elimiz erde, yüzümüz yerde, özümüz dar’da; erenlerin Dar-ı    Mansur’unda canımız kurban, tenimiz tercüman diyorlar. Bu fakirlerin elinden,  dilinden ağrınmış-incinmiş can karındaş  varsa dile gelsin, bile gelsin! Haklı hakkını dilesin. Bu canlar ‘haklıdan ve Hak’tan gelen hakkıma razıyım’ derler, Allah Eyvallah!”

Postta oturan Dede onlara bu ilk hayırlıyı, yani duayı verdikten sonra dar’daki talipleri sorgulamayı ve telkinlerini sürdürür:
“Eyvallah kapısındasınız; döktüğünüz varsa doldurun, ağlattığınız varsa güldürün, yıktığınız varsa kaldırın! Doğru gez, dost gönlünü incitme. Pirine mürşidine teslim-i rıza ol! Söyledikleriniz meydanın, sakladığınız sizin olsun! Dil verdik konuşasınız, el verdik tutasınız, göz verdik göresiniz! El gövdenin kaşındığı yeri bilir; doldurun döktüklerinizi, güldürün ağlattıklarınızı...”

Cem’deki canların hepsi birbirine eşit ve yol bacısı/kardeşidir. Kardeş kardeşin, oğul babanın ve baba oğulun, kadın kocasının ya da koca hanımının yanlışlarını kusur ve kabahatlarını Meydan’a dökebilir. Kendisine yapılan bir haksızlığın bedelini isteyebilir. Dede böyle bir durumda, tanıklarıyla birlikte onları da dar’a  çekerek dinler, yüzleştirir. Dede yargıç örneği sorgulama yaparken, Cem’de bulunan tüm canlar, erler ve bacılar eşit oy sahibi bir çeşit adalet heyeti/jürisi durumundadır ve son yargıyı bu Cem erenleri verir.  

Saklanmış bir yüzkızartıcı suçu, ya kendisi itiraf eder ya da oradaki canlardan biri ortaya korsa dar’daki kişi düşkün sayılır; eğer verilecek düşkünlük cezasını çekmek istemez ya da dayanamazsa Cem’den çıkarılır. Ağır cürüm, zina vs.gibi toplumca kınanan bağışlanamıyacak suçlar işlemiş, haksız yere eşini boşamış ve nikahlı kadın kaçırmış kimseler zaten düşkündür; yedi yıl boyunca Cem’e alınmadığı gibi toplumdan da tamamıyla dışlanmışlardır. Yasal cezalarını çektikten sonra da Cem’e alınmak için Dede’nin verdiği ve Cem erenlerinin onayladığı Düşkünlük cezasını çekmesi gerekir. Bu kişilerin musahipleri de düşkün sayılır, yol kardeşi olarak görevini yapmadığı ve musahibinin yaptıklarına engel olmadığı için.

Dar’da sorgulananlardan biri, bazı canlara karşı kabahatlı ve haksız bulunursa, onlar tarafından bağışlansa ya da zararları karşılansa bile, cemaatın keseceği cezayı  ödemek zorundadır. Maddi durumuna göre ondan Cem’de hazır bulunanlar için bir kurban kesmesi, sofra açması, lokma dökmesi vb. cezaları(!) yerine getirirler. Bu, cemaatın “edep-erkan duruş” hakkı, yani görülen canların ayakta dar’da kaldıkları sürece onların da diz üzerinde oturarak dar çekmelerinin karşılığıdır. Eğer Cemaat toplu halde, “ biz Şah’a kadar razıyız, Hak da razı olsun!” diye üç kez seslenirse, Dede dualarını vererek dar’daki canları indirir. Talibin görülmesi sitemden (tarık altından) geçirilerek tamamlanır. Görgüden geçen talipler manevi temizliğe ulaşmış ve tüm saflığıyla gönül huzuru içinde Hakk lokması yemeğe hak kazanmıştır.

b. Dün bunlar aynen uygulanıyordu, ya bu gün?

Şimdi soralım: Görgü Cemi kurulsa, bu kurallar çerçevesinde görülüp sorulacak talip var mı dersiniz? Kendimizi aldatmayalım. Hangimiz –eğer varsa- musahibimizi ve eşlerimizi yanımıza alıp, Hak Meydanı’na çıkarak Pirin ve Cemaatın huzurunda özümüzü dâr’a çekeriz? Yaptığımız yanlışların, işlediğimiz kabahatların, yalanların ve kötülüklerin hiçbirini meydana döküp hesabını verebilir miyiz? Veremeyiz.  Babalarımız, dedelerimiz ve atalarımız;  onca yasaklayıcı baskı ve zulümlere karşın, kar kapıyı kesince, gecenin karanlığında doğanın güvencesine sığınarak, kış mevsimi boyunca Cem’lerini  gizlice ve eksiksiz yapıyordu. Dedelerimizden biri bu dünyaya geri gelse, yolumuzun erkânlarına göre topumuzu “düşkün” sayıp, hepimizi “düşkünlük dârı’ndan geçirmek isteyecektir. Bir büyük Alevi iş adamı başı açık, belinde kemerbest, yalınayak ayakları mühürlü Mansur dâr’ına duracak ve:

“Ben bu büyük varlığı, bu sınırsız sermayeyi işçimin, çalışanlarımın emeklerinin artık değeriyle elde ettim. Onların emeklerinin tam karşılığını vermedim. Muhammed Ali divanında, Hak Meydanındayım.  Boynum kıldan incedir  Pirimin huzurunda; malımla canımla meydandayım, haklı hakkını istesin.  Verilecek her türlü cezaya razıyım, Allah Eyvallah”
mı diyecek? Demez.

Bir talip Pir huzuruna çıktımı; bunlar sorulur ve hak sahipleri hakkını ister. Oysa resmi din konumundaki ortodoks İslam, yani Sünnilik de Şiilik de, “bu serveti sana veren Cenab-ı Allahtır; senin kısmetini  levh-i kalemde alnına yazmıştır...”diyor. Bu inanç ve anlayış kuşkusuz ona daha yakın gelecektir.  Öyleyse bu kişilerden taliplik de Dedelik de bekleyemezsiniz; o yerini bulmuş, öz çıkarlarına uygun olan resmi inancın yanındadır. Buna rağmen Alevi toplumunun önderliğine, hatta kendilerini bu toplumun temsilcisi görüp, haklarını savunmaya da soyunur... Bunlar ozanın dediği gibi, asla “Kırkların Cemi’nde dâr’e düş ol”amazlar. Dâr’a düşmek, nara (ateşe) düşmek olur, yapamazlar.

Oysa Görgü cemleri ortamı, Alevilerin  hem yaşam düzenini hem de yaşayış biçimini belirlemiştir. Aleviliğin “eline, beline ve diline sahipol” ahlak kuralından daha önemli ilkesi “malı mala, canı cana katmak”tır, yani sevginin sonsuzluğunda bütünleşerek, malı-mülkü birleştirip ortaklaşa kullanmak ve eşitlik (koşulları) içinde yaşamak!

c. Musahiplik törenine kısa bir bakış

Musahiplik törenini, musahip tutma darı çerçevesinde toparlayıp özetlersek: Rehber ya da mürebbi musahip olacak çiftleri, her bakımdan gerektiği gibi hazırlamıştır. Genellikle “ölmeden önce ölmeyi” simgeleyen, kefene dolanmışçasına akbezlere sarılıdır Meydan’a geldiğinde. Ayakları yalınayak, başları açıktır. Bellerinde, kemerbest (belbağı) vardır. Rehber, canları eşiğe niyaz ettirir. İçeri girip, dedenin huzurunda  “Mansur darı”na dururlar. Pir: “Ey talipler bu bir uzak yoldur, gelemezsiniz! Gelme gelme, dönme dönme! Gelenin malı, dönenin canı! Bu yol demirden yay, oddan gömlektir giyemezsiniz, gidiniz!” dedikten sonra, onlar geri gider; eşiğe varıp, gene gelirler. Bu durum, üç kez tekrarlanır. Musahiplik, yola girerken malını mülkünü, kendine ait olan herşeyini meydana koyup, ortaklığa sunmaktır. Dede, yüzüstü yatar durumda, yani eşleriyle “Fazlı dârı”ndaki musahip canların üzerlerine örtülü kefeni simgeleyen akbezi kaldırır,  bir gülbenk okur. Böylece yola girmiş, ikrar vermiş bu canlar, edeb-erkân durumunda, yani “Nesimi dârı”ndadır şimdi. Artık zakirlerin musahiplik üzerine söyledikleri nefes ve düvazlar dinlenir. Arkasından yeni yola girmiş canların, tarık altından geçmelerinden sonra, doluları içilecek ve kestikleri kurban lokmaları yenilecektir...

d. Cem Erkanlarının bazı işlevsel nitelikleri azalmış, değişmiş bulunmaktadır

Musahipliğin inanç bağlamında tasarlanmış toplumsal ve ekonomik yaptırımları,  günümüzün sınıflararası çelişki ve uçurumların derinleşmiş olduğu toplumlarında tüm değerleriyle bugün uygulamaya konulamaz, hayata geçirilemez. Özellikle, malvarlığını ve kazancı “yol kardeşiyle” paylaşma ve ortaklaşa kullanma yaptırımının uygulanması, burjuva kapitalizminde ve günümüz küresel kapitalistleşme süreci koşullarında kuşkusuz olanaksızdır. Yaşanmakta olan sosyo-ekonomik düzen; bireysel mal edinme-servet sahibi olma ve sınırsız kazanç tutkusunu körükleyerek, Alevi toplumunun tarihsel eşitlikçi ve insan sevgisine dayalı “ben”likten uzak paylaşımcı ortak bilincini yokolma sınırına getirmiştir. Kentleşme sürecinde zaten Cem Erkanlarının adli ve ekonomik işlevleri kendiliğinden simgesel işlerliğe dönüşüp ahlaki boyutta ilerliyor, inanç ögeleri tabanında sosyo-psikolojik işlevleri ağırlık kazanmıştır.

Kapitalizmin sınıfsal katmanlarında kaçınılmaz olarak yeralmış Alevi-Bektaşi inançlı toplum kesimleri, musahipliğin en azından birlik beraberlik, yardımlaşma, insanseverlik, alçakgönüllülük, kimseye zarar vermeme, herkesi eşit görme, kardeşçe davranış vb. moral değerlerini önde tutmayı unutmamalıdır. Emekçi sınıfsal konumlarını yaşayan toplum ancak bu değerleri tam yaşatmaya elverişlidir. Buna rağmen en azından Musahipliğin gerçek anlamı sıkça vurgulanıp kavratılarak, sadece bu sosyo-psikolojik bağlamda  biçimsel de olsa uygulanması, toplumsal sağlığımız için çok önemli ve yüksek değerde bir kazançtır. Ayrıca Hak-Muhammed–Ali huzuru kabul edilen  Dâr Meydanında simgesel sorgulanmanın bile, tevhidi, düvazimamı semahıyla yaşadığı coşku içinde vereceği psikolojik dinginlik ve içhuzuru ölçümünün sınırı yoktur.

Ayrıca, Alevi-Bektaşi toplu tapınmasında “Düşkünlük” kapsamının da daraltılması zorunluktur. Topluma veya bireylere karşı, yüzkızartıcı ya da  ağır suçlar işlemiş ya da çeşitli nedenlerden ötürü eşinden boşanmış taliplere ağır “düşkünlük dâr’ı çektirilmesi” ya da kısa ve uzun süreli, “yola alınmaması, toplumdan tamamıyla soyutlanması”  gibi bir çeşit maddi-manevi işkenceden geçirilmesi biçiminde cezalandırmalar uygulanamaz.. Çağdaş laik ve demokratik devletin ceza yasalarının işlevlerini Cem erkanları herhangibir biçimde üstlenmemelidir.  Ama kuşkusuzdur ki  Alevi-Bektaşi canlar, “döktüğünü doldurmuş, yıktığını yapmış, ağlattığını güldürmüş, ağrıttığından-incittiğinden razılık almış, kendi nefsi dahil  herkesle barışık” olarak Cemlere girmek ve işlevleri daraltılmış da olsa tüm tapınma ritüellerini bu koşullarda yerine getirmekle yükümlüdür.

Bu gün Alevi-Bektaşi  inanç toplumu olarak bu bağlamda birlikteliğimizin ve değişim kararlarının  merkezi ancak ve ancak Serçeşme Hacı Bektaş Veli’nin Dergâh’ıdır. Hünkar’ın gösterdiği “bir olalım, iri olalım, diri olalım” hedefine ancak bu gerçekleştiğinde ulaşabiliriz, inanç yapımızı ve erkanlarımızı onunla orada yeniden tanımlayabiliriz. Hacı BektaşVeli Dergâhı’nın simgesel de olsa tarihsel işlevine yeniden kavuşturulması birliğimiz ve dirliğimiz için başkoşuldur.