ALİ BİN ABU TALİB’İN (600-661) YAŞAMI VE KİŞİLİĞİ
İsmail Kaygusuz
Muhammed'in kuzeni Abul Hasan ya da Abu Talib oğlu Ali (Yüce,Ulu) 600 yılında (28.Fil yılının Recep 13'ü Cuma günü) Mekke'de Kabe'nin içinde doğdu. Annesi Fatima bint Asad üç gün boyunca Kabe''nin içinde kaldı ve dördüncü gün doğum yaptığı için, kolları arasında cevherini (değerli yavrusunu) taşıyarak dışarıya adımını attı. O Muhammed'in çok ince dikkati ve sevgisi altında yetiştirildi. Ali'nin kendisi şunları söyleyerek çocukluk anısını herzaman aziz tutmaktaydı:
"Peygamber beni kollarının arasında büyüttü ve kendi lokmasıyla besledi. Her nereye giderse, annesini izleyen deve yavrusu gibi onun peşinde giderdim. Her gün onun karakterinin yeni bir görünüşü, soylu kişiliğini dışarı çıkarır (yayar) ve onu alıp kabul eder. Buyurduğu şekilde de kendisini izlerdim"
İbn Abid Hadid (ö.1257) "Sharh Nahj al-Balagha" yapıtında İbn Abbas'ın söylediklerini, Muhammed ve Ali'nin birbirlerini çok derinden sevdiklerini alıntı olarak vermektedir. Muhammed, Ali'ye öylesine düşkündü ki, Ali genç bir delikanlıyken bir keresinde onu bir iş için görevlendirip gönderdi ve Ali'nin dönüşü uzun zaman aldı; bunun üzerine endişelenmeye başladı ve Tanrıya dua etti: "Tanrım, Ali'yi bir kere daha görmeden canımı alma!"
Ahmad bin Hanbal "Masnad"da " Muhammed'in diğer herhangi bir sahabisi hakkında, Ali bin Abu Talib'i övenler kadar çok ayet ve hadis yoktur " diye yazmaktadır. İbn Abbas ise, "Ali hakkında inmiş olduğu kadar hiçbir kimse hakkında bu kadar çok ayet inmemiştir" diyor ve bir başka fırsatta "Ali'nin lehine inmiş olan Kuran ayetleri sayısının 300 olduğunu" söylüyordu.
Abdullah bin Ayyash bin Abu Rabiah, "Ali'nin bilgi ve görüşleri mükemmel idi. O, İslamı ilk kucaklamış (kabul etmiş) biri olarak, aynı zamanda Tanrının elçisinin damadı olma onuruna da sahip bulunuyordu. Yalnızca o, hadisleri anlayacak mükemmel yeteneğe sahipti. Savaşta çok cesur, barışta ise merhametli ve cömertti" diye yazmaktadır. Muhammed'in peygamberlik misyonuna inanan ilk insan değerlendirmesi yapan ilk tarihçilerin tartışma çıkışı yapmış oldukları görülür.
Öyleki, Ibn Hisham (1st vol., p. 245), Tabari (2nd vol., p. 56) vb. Ali bin Abu Talib'in, Muhammed'in elleri altında İslamı ilk kabul eden erkek olduğunu açıklamaktadır. Nuruddin Ali bin Ibrahim Shafayee "Sirat-i Halabiya"de belirttiğince, "Ali Muhammed için bir oğul gibiydi, bunun için, onun inancı tam başından beri Muhammed tarafından tebliğ edilen inanç idi. Masudi (d. 346/958) "Muruj adh-Dhahab" (2nd vol., p. 283) yapıtında şöyle konuşmaktadır: "Müslüman tarihçiler ve dinbilginleri arasındaki bilinçli genel kanı, Ali'nin putların önünde asla dua etmediği ya da asla kafir, gayri-Müslim(non-Müslim) olmadığıydı; bundan dolayı onun İslamı (ilk?) kabul etmesi olmaz ve olamaz
614 yılında, Tanrıdan çağrı aldıktan hemen hemen dört yıl sonra Muhammed yakın akrabalarını dine davet etti. Bunun için, kırk Haşimi konuğunun eğlenmesi için süt dolu bir kase, bir kuzu bir şölen hazırladı. Muhammed misyonunda kendisine kimin yardım edeceğini bu konuklar meclisinden sorduğu zaman, hiç kimse yanıt vermedi. O anda sadece Ali, Muhammed'e İslam davası için hizmetlerini sunmak üzere ayağa kalktı. Thomas Carlyle "Heroes and Hero-worship" (London, 1850, p. 77) kitabında derki: " Yine de bu gülünebilir birşeyi kanıtlamaz; çok ciddi bir şeydi. Genç Ali'ye gelince, kimse birşey söyleyemez) sadece onu sever. Kendisinin gösterdiği gibi, şimdi ve bundan sonra daima sevgi dolu ve ateş gibi cesaretli soylu düşünceye sahip bir yaratık!"
Muhammed'in Mekke'den göçtüğü gece, doğrusu Ali için çok tehlikeli bir andı; çünkü o gece cesurca Muhammed'in yatağında yatmaya istekli olmuştu. Ona emanet edilen, 22-23 yaşlarındaki bir genç adamın üstleneceği küçük bir görev değildi, fakat o bunu uyguladı; Ali hiç çekinmeden bağlılığını gösterdi. O, kendi yaşamını tehlikeye atarak Muhammed'i temsil etmeye-yerine geçmeye çağrıldı.Zira, başkanlık hedeflerinin engellenmesininden korkan katıllerin, onun yerine Ali'yi öldürmeleri olasılığı çok yüksekti. Tarihçi Tabari " Ali'nin kendi yaşamını Muhammed'in uğruna kurban etme iradesi(istekliliği), insanlık tarihinde tektir" diye yazarken, Shibli Nomani "Sirat al-Nabi" (tr. by Fazlur Rahman, Karachi, 1970, p. 247) yapıtında, "çok kritik bir andı ve Ali biliyordu ki, Kureyşliler Muhammed'i öldürmeyi planlamıştı. Onun yatağının o gece bir cinayet tam anlamıyla yerine dönüşmesi tasavvur ediliyordu, fakat o bir güller yatağı oldu" diyordu. Bu olay üzerine Ali adına şu Kuran ayeti gönderildi: " Ve insanlar arasında bir kişi vardır ki o kendisini, Tanrının hoşnutluğunu kazanmaya verecektir(feda edecek?) ve Tanrı kendi kullarına merhametlidir."(2, 207) Hicretin ikinci yılında Ali, Muhammed'in kızı Fatima ile nişanlandı ve bu Ramazan ayında gerçekleşti. Evlilik töreni ise iki ay sonra, Zilhicce ayı içerisinde gösterişsiz ve debdebesiz basit bir biçimde düzenlendi.
Abu Muhammad Ordoni "Fatima the Gracious" (Qumm, 1992, p. 131) yapıtında bu basit evlilik törenini şöyle betimliyor: " Peygamber bir su testisi-küpü istedi ve suyun bir miktarını yudumladı ve onunla gargara yaptıktan sonra küpe geri boşalttı.. Sonra Fatima'yı çağırdı; onun omuzlarına ve başına o sudan serpti ve aynı şeyleri Ali'ya da yaptı." Bazı kaynaklara göre, Ali evlendiği zaman 21 yaşını 5 ay ve 15 gün; Fatima ise 15'ini aynı şekilde 5 ay ve 15 gün geçiyordu. Ali'nin, Medine valisi olarak bırakıldığı dönemde olan Tabuk seferi dışında bütün kutsal savaşlara katılmış olduğu söylenir. Bu valiliği sırasında, Muhammed "Ya Ali! Sen bana Harun'un Musa'ya olduğu gibisin"demiştir.("Masnad", 1st vol., p. 174) Onun yılmaz (gözüpek) cesareti, metaneti-dayanaklığı ve (kaçırmaksızın-çekinmeksizin) sınırsız bağlılığı, onu bütün savaşların-seferlerin ana kahramanı yaptı.
Meydan savaşların kritik dönemeçlerinde levhayı lehe çeviren Ali'nin yiğitliği ve kollarının gücü oldu. Ve Çoktarıcılık üzerinde İslamın zaferini güvenceye alan, onun tarafından kazanılmış yengiler oldu. Tarih öncesi zamanlardan beriArap savaşlarında adet olduğu üzere Bedr savaşında, her gücün savaşçı yiğitleri, meydan savaşı-operasyonlar başlamadan önce safların önüne çıktılar. Hamza ile Ubeyde, Ali Mekkeli şampiyonlarla teke tek çarpıştı. Uhud savaşında, Ali savaş meydanından Müslümanlara saldırıldığında Ali Muhammed'e canlı kalkan oldu.
Ali'nin yılmaz-gözüpek cesareti ve yiğitliği, İslamın zaferiyle sonuçlanan Hendek savaşında Amr bin Abdu-wudd'u öldürdüğü zaman daha fazla görüldü (anlaşıldı). Hayber savaşı esnasında, kumandanı Markab olan Kamus dışında beş Yahudi kalesi fethedilmişti. Muhammed ilk önce, kaleyi kuşatmak için İslam ordusunun başına Ebubekir'i atadı. R.V.C Bodley'in "The Messenger" (London, 1946, p. 271) kitabında yazdığına göre,"Abu Bekir bu kaleye doğru kahramanca bir atakta bulundu, ama geri çekildi. Sonra Ömer denedi, tam boğazın-gediğin ağzına gelmışken, geri çekilmek zorunda kaldı." Bunun üzerine Muhammed bir açıklama yaptı: " Yarın İslam ordusunun bayrağını, asla geri çekilmeyen ve öylesine zorlu bir savaşçı bir kişiye teslim edeceğim ki o, Tanrının ve Onun Peygamberine dosttur ve onlar tarafından da dost kabul edilmiştir. Tanrı onun ellerinde zaferi bağışlayacaktır"
Ertesi sabah, Yahudiler teslim olmayı kabul edinceye kadar saldırıyı ve savaş yapmayı yönetmek üzere Ali'ye görev verildi. Üzerinde çelikten bir göğüslük-zırh kopçalanmış kızıl renkli bir yelek giymiş olan Ali, kaleye doğru ilerledi. Kılıcıyla dev cüsseli bir adam olan Harith'i öldürdü. Kardeşinin öcünü almak için Yahudilerin en büyük şampiyonu, karşı saftan ileri çıktı ve Ali'yi teketek kavgaya çağırarak ona meydan okudu. "Bütün Hayberlilerin bildiği gibi, bana Markab derler; sert ve kıllı (güçlü) kollarıyla savaş saflarında korku yaratan bir savaşçıyım ben!"diye bağırdı. Ali Müslüman ordusunun saflarından ilerledi ve onun boş gururlu meydan okumasına, "Ben ki, anası tarafından bir sahra arslanı Haydar adıyla çağrılan kişiyim; hasımlarımı dev terazisinde tartarım!" diye yanıtladı. İkisi birbirine yaklaşınca, Marhab Ali'nin üstüne üç çatallı mızlağıyla bir hamle yaptı, Ali onu ustalıkla (elçabukluğuyla) boşa çıkarttı. O hamlesini yenilemeden önce Ali, dayanılmaz-direnilemez kılıcıyla kalkanını ikiye ayıran bir vuruş yaptı. Bu öyle bir vuruştu ki, çifte turbanının arasından geçti ve kafasını bölerek göğsüne kadar indi. Marhab cansız yere düştü. Muslim savaşçıları yek vücut olup ileri atıldılar ve kaleyi zapdettiler; zafer kesindi. Huneyn savaşı esnasında Müslüman ordusu düşmanın yağdırdığı ok yağmuruna karşıkoyamadı. Onların bazısı dağıldı fakat Ali çok sayıda hasımlarını kılıçtan geçirdi.
Hudeybia andlaşmasını hazırlamada Ali bir katip-bir sekreter rolu oynadı. O, anlaşmanın altına Tanrının Peygamberi Muhammed yazdı. Kafirler buna itiraz ettiler. Onlar, kendisinden Abdullah oğlu Muhammed yazmasını istediler. Peygamber barışın hatırı için böyle yapılmasını uygun buldu, fakat Ali kendi elleriyle yazdığı bu sözcükleri silmeyi istemedi. Ona göre, bu kutsallığa saygısızlık ve ululama-yüceltme ruhuna karşı olmaktı. Bunun üzerine Muhammed de kendi eliyle aynısını yazdı. Ali gençliğini kılıcın gölgesinde ve ilk erkeklik döneminde onu kullanarak geçirdi. Çeşitli zamanlarda görülen bunaltıcı olaylara karşı tek-elle savaştı. Sıffin savaşında o, koruyucu herhangi bir zırh kullanmaksızın, beyaz bir pamuk dokuma üniforma içinde, Suriye güçlerinin ön saflarına girmişti. Ali sadece vücudunun ön kısmını koruyucu zırhla kapatır, arka kısmı açık ve korumasızdı. Bu yüzden ona birisi sordu: " Arkadan hücum edileceğinden korkmuyor musun?" Ali'nin yanıtı şu oldu: "Bir düşmanın arkadan bana hücum edecek becerikliliğe-ustalığa sahibolduğu günü görmek için yaşayabilmemi Tanrı bana yasakladı." Bir keresinde de bir asker Ali'ye, neden bir işe giderken katırı ata tercih ettiğini sordu. Ali şöyle yanıtladı: "Bir at uzun yürüyüşe dörtnala gidebilir, fakat bir katır, yavaş ve sabit yürüyüşüyle az duraksayarak sadece tırıs halinde yol alır. Ne savaş meydanından kaçan birini yakalamak ne de kendi kaçışımda güvenlik araştıracağım herhangibir eğilme için bir katırı ata tercih ederim."
Onun savaş alanlarındaki davranışı da kendi koyduğu kurala bağlılığını gösteriyor. Bir savaşta teketek vuruşurken (düello yaparken), Ali hasmını yere yatırmış ve kafasını kesmek için kılıcını sıyırmıştı, tam o zaman adam Ali'nin yüzüne bir tokat attı. Arkasından Ali düşmanını bıraktı ve kılıcını kınına soktu. Niçin böyle bir tehlikeli düşmanı canlı bıraktığı sorulunca Ali, "Onu Allah yoluna öldürecektim, diye yanıtladı, fakat yüzüme tokat atınca ölçümü-dengemi kaybettim ve bu bağlamda onun ölümü, kutsal cihad(kutsal savaş ruhundan daha çok misilleme-kıyas güdüsünden doğan bir nedenle olacaktı."
Mekke'nin fethi sırasında, Muhammed Kabe'ye girdi ve 360 putu dışarı çıkarttı. Mekkeliler, Muhammed elindeki sopayla, duvardaki alçak nişlerde duran putları parçalarken, şaşkınlık içinde bakışıyorlardı. Mekkeliler tarafından en fazla değer verilen özellikle dev bir heykel olan Hubal'ınki gibi, el ile ya da sopayla ulaşılamıyacak kadar yükseğe konulmuş o putları kırmak için Muhammed, Ali'nin yardımını istedi. İbn Sa'd (3rd vol., p. 13), Tirmizi (2nd vol., p. 299) ve İbn Majah (s.12) gibi diğer Hadis derleyiciler, Muhammed'in "omuzuma çık ve bu sopa ile yukarıda bulunan bütün putları parçala" dediğini yazmaktadırlar. Ali ayaklarını Muhammed'in omuzlarına basarak yükseldi ve bu büyük temizliği tamamladı. Böylece, cahiliyet döneminin kalıntıları olan putları aşağı savurdu; hatta Kabenin damına çıkıp oradan Hubal'ı çekerek yere çalan o oldu.
631 yılında İslam kesin olarak bütün Arabistan'da kurulmuştu. Bununla birlikte, direnişte bazı soyutlanmış çatlaklar bulunuyordu. Bu nedenle Muhammed hemen arkasından dikkatini Yemen'deki büyük Hristiyan Nacran topluluğuna çevirdi ve onları İslam dinini kabul etmeğe çağırdı. Onları yanıtı, eski peygamberler tarafından çok kullanılmış eski bir gelenek olan bir mubahila (lanetleme, lanet okuma) üretmek oldu. Tartışan kesimlerin her birinden, gerçeğin yanında olduklarını, yalan söyledikleri takdirde Tanrıyı, öfkesini-lanetini onların üzerine koyması çağırarak kutsal yemin etmeleri talep ediliyordu. kısacası mubahila, yalan söyleyen üzerine Tanrının lanetini dileme adetiydi. Başlarında Nacran başpiskoposu Abu Harith ile Abdul Massih ve Ayham'ın başkanlık ettiği altmış kişilik bir Hristiyan heyeti Medine'ye geldi. Muhammed kendisiyle birlikte panj-tan (kutsal Beşliyi) oluşturarak Ali, Fatima, Hasan ve Hüseyin'i yanına almıştı. Hristiyanlar onların ışık (nur) saçan yüzlerini gördükleri zaman dehşete kapıldılar ve altüst oldular. Nacran başpiskoposu fikrini değiştirdi ve kendilerinin mubahila'yı ilerletecek yetenekte olmadıklarını bildirmek için Muhammed'e gitti ve bir andlaşma yapmada uzlaştılar.
Bir keresinde, dört Müslüman Muhammed'e Ali'nin yaptığı birşeyle ilgili olarak şikayete geldiği zaman canı sıkıldı ve şöyle söyledi: "Ne istiyorsunuz Ali'den? Ali benden, ben de Ali'denim; o benden sonra her inananın koruyucusudur." (Tirmizi, 2nd vol., p. 298) Bir başka sefer Muhammed'in "Ali benim kardeşim, mirasçım (vasiyetlerimin uygulayıcısı) ve benim halefimdir; ona itaat ediniz" dediği bildirilmektedir.
Ali'nin hanımları ve çocukları Onun ilk hanımı Muhammed'in biricik kızı Fatima'idi ve o yaşarken başka bir kadınla evlenmedi. Aşağıda sırayla hanımlarının ve onlardan doğan çocuklarının adlarını veriyoruz:
1. Fatima bint Muhammed'den oğulları: 1-Hasan, 2-Hussain ve 3-Muhsin (çocukken öldü), kızları: 4-Zeynep ve 5-Ümmügülsüm
2. Ummul Banin bint Hizam'den oğulları: 6-Abbas, 7-Jafar, 8-Abdullah ve 9-Uthman.
3. Layla bint Masud'dan oğulları: 10-Ubaidullah ve 11-Abu Bakr.
4. Asma bint Umyas'dan oğulları: 12-Yahya ve 13- Muhammad Asghar.
5.Umm Habiba bint Rabia'dan oğulları: 14-Umar, kızları: 15-Ruqaiya.
6-Amama bint Abil Aas'dan oğulları: 16-Muhammad al-Awasat.
7-Khawla bint Jafar bin Qais al-Hanafiya'dan oğulları: 17- Muhammad (Akbar) ibn Hanafiya.
8-Umm Sa'id bint Urwa bin Masud'dan oğulları:18-Ummul Hasan ve 19-Ramla.
Bu listeye göre Ali'nin sekiz hanımından 16'sı oğlan 3'ü kız olmak üzere 19 çocuğu olmuştur.