İsmail Kaygusuz
2 Temmuz 93’te Sivas’ta
Madımak’tan yükselen kara duman
Yobazın yüzünün karası ve
Devleti yönetenlerin bağışlanmaz hatasıdır
2 Temmuz 93’te Sivas’ta
Madımak’tan göğe yükseliyor kızıl yalımlar
Seyre çıkmış polisler jandarmalar
İçinde Ozanlar yazarlar sanatçılar
Cayır cayır türküler şiirler
Tutuştu yandı sazların telleri
Şeytan diyor ki,
Saçlarından yakalayıp aynı ateşe doğru sürmeli
‘Çok şükür dışarıdaki vatandaşlara bir şey olmamıştır’ diyen Çiller’i
Aradan tam sekiz yıl geçti, yaralarımız hala kanıyor ve yanıklarımız içten içe sızlamaktadır. 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta kapkara bir gün yaşandı; Sivas yangını planlı bir kırım ve Alevi-Bektaşi toplumuna bir gözdağıydı. 4. Pir Sultan Kültür Şenlikleri’inde şeriatçı ve faşist canavarlar, büyük Alevi ozanı Pir Sultan’a ve onun temsil ettiği Alevi kültürüne, Alevi-Bektaşilere saldırdılar. Halkımızın sanat ve kültür hazinesi olan aydınlarımızı, yazar ve sanatçılarımızı yakarak öldürdüler.
Sivas’ta yaşanan kanlı olayın baş sorumlusu devlet ve dönemin koalisyon hükümetidir. Her ne söylenirse söylensin, bu sorumluluktan kendilerini kurtaramazlar, ellerimiz hep yakalarında olacak. Anımsayalım: Daha şenlikler başlamadan on-on beş gün önce, Sivas yerel basını saldıracaklarını açıkça ilan ediyor. Geceleri “bir grup Müslüman” imzalı tehdit ve düşmanlık dolu bildiriler başta Alevi mahalleleri olmak üzere tüm Sivas’ dağıtılıyor. Devletin güvenlik güçlerinin önünde, günlerce önceden saldırı hazırlıkları yapılıyordu. “Müslüman Kamuoyuna” başlığını taşıyan bildiride Sünni halk cihada çağrılıyor: “Kafirler şunu bilmelidir ki: İslam’ın Peygamberini ve kitabın izzetini korumak için, bu uğurda verilecek canlarımız vardır. Gün Müslümanlığın gereğini yerine getirmenin günüdür” diye yazmışlardı. Ama, hiçbir önlem alınmadı...
Devletin tepe organları, şeriatçı gericiler ve milliyetçi-faşist sürülerinin Cuma namazıyla birlikte başlayıp, gece geç saatlere kadar süren saldırılarına kayıtsız kalırken, Sivas’taki devlet güvenlik güçleri olayların gelişmesini engellemediler. Pir Sultan Abdal Kültür Merkezi’ne, valiliğe saldıran, aydın ve sanatçıların kaldığı Madımak otelini kuşatan bu gözü dönmüş, insanlıkla ilgisi kalmamış kalabalığa, henüz zaman ve olanak varken müdahale edilmedi. İçerideki canlar, güzel insanlar tam sekiz saat kendilerine devletin yardım elini bekledi. Havadan kurtarma helikopterleri gönderecekleri yerde, Cumhurbaşkanı Demirel, “Güvenlik güçleriyle halkı karşı karşıya getirmeyin!” buyruğunu veriyor. Başbakan Tansu Çiller ise, ona karşılık verircesine üzülmeyiniz(!) “devlet oradadır; çok şükür dışarıda oteli saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır” diye demeç veriyordu. Devletin tepesindekiler, halk dedikleri, vatandaşlar dedikleri gözü dönmüş saldırganları açıkça korudu; kitapları, sanatı ve müziğiyle halkı aydınlatan o mazlum canların cayır cayır yanmasına ise göz yumdular. Bu sözleri söyleyenlerin, 15 ve 16.yüzyıllarda salt Sünnilik dışı inanç ve düşüncelerinden ötürü Hurrufi ve Kızılbaşların (yani Alevi-Bektaşilerin) ihrak-ı binnar edilmeleri (ateşte yakılmaları) için fermanlar yazdırmış Osmanlı Sultanlarından ne farkı vardı?
2 Temmuz 93’te Sivas’ta
Madımak’tan kara dumanlar yükseliyor gökyüzüne
Madımak’tan kızıl yalımlar yükseliyor
Ama içindekilerden tek çığlık yok
Edibe’nin saçları yandı
Kirpikleri kaşları yandı
Sonra ateş tüm bedenini sardı
‘Yetiş ya Ali!’ dedi sustu
Olayı, karanlık güçlerle birlikte şeriatçı gericiler ve faşistler elele vererek planlamışlardı; devlet bundan haberliydi. Yazar Aziz Nesin tahrik aracı (!) olarak kullanılacaktı. Çünkü seksenli yılların ikinci yarısından itibaren Alevi toplumunda başlayan uyanış; kendi öz kültürünü tanıma ve tanıtma, inanç kimliğine sahip çıkma sürecine girilmiş olmasından rahatsızlık duyuluyordu. Bu süreç, demokrasi gelişiminin hızlandırılmasını ve demokrasinin olmazsa olmaz koşulu laikliğin tam anlamıyla uygulanmasını getirecekti. Faşistlerle şeriatçılar her ikisine ve her zaman düşmandır. Devlet ise halkına demokrasiyi layık görmüyordu. Bu anlayışlar birleşince plan tamamdı ve uygulamaya konuldu; Alevi-Bektaşi toplumuna kolay kolay unutamayacağı bir gözdağı vermek gerekiyordu. Bu gözdağını, Madımak Oteli’nde otuz yedi canı cayır cayır yakarak verdiler:
Dışarıda itler kurtlar ulurken
Onlar nefes söyleyerek
Onlar semah dönerek
Onlar şiir okuyarak
Ve onlar saz çalarak yandılar
Hasret’in önce sazı tutuştu
Elinden bırakmadı onu
‘Merhaba çocuk’la karşıladı alevi
Ah ‘Dört Kurşun’ olsaydı dedi
‘Bu canı sana vermezdim’
Koca Nesimi’in
Bıçak vurulmamış kızılbaş bıyıkları
Tutuşmuş yanıyordu
Üç telli curasını bırakmamış
Hala Olef Palma’ya ağıt söylüyordu
Onlar Yaşarken Işık Olmuşlardı
Onlar alev alev yandılar yakıldılar; ama yanarken halkın yüreğini ışıttılar ve Alevi toplumunun bilincine aydınlık taşıdılar. Devletin ve diğer tüm karanlık güçlerin planları tutmadı; verdikleri gözdağı geri tepti. 2 Temmuz kırımıyla Alevi-Bektaşi toplumu silkinip attı üstündeki ölü toprağını. Yurt içinde ve yurt dışında sivil örgütlenmeler, dernekleşmeler çığ gibi büyüdü; sık sık laiklik, demokrasi, özgürlük adına, kültürel sanatsal etkinlikler yapılarak, Faşizm ve şeriatçı gericiliğe karşı çıkıldı. İnançsal ve siyasal boyutlarda da çeşitli gelişmeler ve tartışmalar sağlandı.
Bu gelişmeler doğrultusunda devlet, Türkiye nüfusunun üçte birini oluşturan bir inanç toplumuna gözdağı dayatmasının yanlışlığını, korkutma ve baskının tam tersine patlamaya neden olacağının farkına vardı. Bunun üzerine, onları egemen inanca (Sünniliğe) asimile etme siyasetine yapıştı ve bunu kuramsal üretimler içinde Diyanet aracılığıyla aralıksız sürdürmektedir. Ancak Alevi-Bektaşi toplumunda 2 Temmuz’la büyüyen örgütlenme ve dernekleşmeler yanlış politik sapmalara uğradı; devlet partilerine politikacı yetiştirme işlevi yüklendi. Pek çokları büyük çapta devletle işbirliği yapma, uyum ve kazanç sağlamaya yatkın biçime sokularak vakıflaştırıldı.
Asım Bezirci
Yeni kitabının başında yakalandı alevlere
Kağıtları yanıp kül olunca
Kömürleşmiş kalemiyle duvara
’Beni okuyun’ diye yazdı
Parmakları yanmadan önce
Akarsu sazına düzen vermekteydi
Dumanlar gözlerine dolduğunda
Alevlere dolanmış eşini farketti bir an
Kırmızı ne de yakışmıştı
Tutup öpmek istedi onu
Elleri kavruldu
Birden o türküsü
Yanacağını söylediği türküsü aklına düştü
Hüzünlendi
‘Akarsu’yum yansam da
Kül olup kavrulsam da’ dedi
Sonunu getiremedi
Yanıp kül oldu
Her yıl 2 Temmuz’u şiddetle kınarken, şehitlerimizi büyük saygıyla anarız. Anma günleri ve geceleri vardır; ağıtlar yakılır, gözyaşları dökülür, ertesi gün unutulur. Gün vardır yolu aydınlatır ve o yolda yürüyenlere güç sağlar; bir oluşumun simgesi olur. 2 Temmuz gününü biz, gözümüz yaşlı, ama başımız dik ve gelecekten korkmadan bir emanet gibi aldık, o demokrasinin ve laikliğin simgesi oldu. Bu acı simge yukarıda söylediğimiz gibi, Alevi-Bektaşi toplum bilincini aydınlatan, harekete geçiren meşale olmuştur.
Ne var ki, bu süreç durağanlaşmış ve yanlış yönelmelerde yaşamaktadır.
Bugün hala Alevi toplumu, hemen hemen kırk yıldır sosyo-politik ve ekonomik değişimlerden ötürü işletip uygulamadığı için, inanç ve tapınma kurumlarını unuttuğu gibi, tarih ve kültürü hakkında da yeterli bilgiye sahip bulunmamaktadır. Sağlıklı ve doğru bilgilerin ışığında değil, geleneksel evliya söylencelerinin alaca karmaşası içinde kendilerini tanımaya, kimliklerini kanıtlamaya çalışıyorlar.
Bağlı olduğu inanç sisteminin temel yapısı hakkında tam bilgi sahibi olmayan Alevi toplumu, Sünni, Şii ve Alevi inanç ve tapınmaları arasında savrulup durmaktadır. Alevilerin birey olarak büyük çoğunluğu bilgisizlik, bir kısmı korku ve bazıları da çıkar hesaplarıyla bu savrulmanın içindedir. Asimilasyoncu devletin istediği de Alevi toplumunun böyle bir gerici sürece girmesidir. Alevi araştırmacıların bir çoğu ne yazık ki, kitaplarında sadece geleneksel bilgileri, söylenceleri ve nefesleri-deyişleri yinelemekten başka bir şey yapmadıkları için sürece hizmet etmektedirler.
Bu inanç toplumu, gerçek anlamda Alevi-Bektaşi bilincine kavuşması için yeni bir 2 Temmuz yalımı bekleme durağanlığı ve yanlışından hızla uzaklaşmalıdır. Her şeyden önce yakın ve uzak geçmişini, yani kendi toplumsal mücadeleler tarihini en iyi biçimde öğrenmesi gereklidir. Alevi halkların toplumsal tarihine de Sünni bakış açısından bakıldığı için, kuşkusuz egemen inancın çıkarları işletilmekte; onu kendi tarihinin küçük bir parçası görüp, bütünselliğini yok saymaktadır. Oysa Sünnilik ya da Ortodoks İslam tarihi, yönetenlerin, yani devletlerin tarihidir. Alevi toplumu, Ortodoks İslam (Sunnilik) dışında bir koca inanç, düşün ve siyasal tarihe sahip olduğunun bilincine varmalı, ayrıntılarını öğrenmelidir. Çünkü Alevi-Bektaşi toplumu siyasal geçmişini iyi bilmeden, şimdi ve gelecekte, ne inançsal ne de siyasal konumlarını belirleyebilirler. Yeni yangınlar ve saldırılar beklemeden kendimizi tanıyalım.
2 Temmuz 93’te Sivas’ta
Pir Sultan sevdalıları gencecik semahçılar
Uçarak alevlere karıştılar
Pir Sultan’ı dar’a çeken yezit soylulular
Onları ateşe atmışlardı”
Otuz yedi can yanıp kavruldu
Kömür oldu kül oldu
Düşlerinde hep yananlar ise
Kurtarılanlardı...
Londra, Temmuz 2001