“Bak Raif onbaşı, dedi asteğmen; bu koridor ve merdiven başlarından sen sorumlusun. Dört tane de er veriyorum emrine!”
“Emredersiniz komutanım!” deyip sertçe bir selam çakarak, emri yineledi Raif onbaşı.
“Burası sağcıların koridoru, solculara dikkat!” Ne demek istemişti asteğmen? Anlıyamadı Onbaşı, ama yine “emredersiniz komutanım!”la uğurladı onu. Erleri değişik yerlere yerleştirdi, koridorlara açılan kapılarda görevlendirdi bazılarını. Kendisi de merdiven başına dikeldi biraz. Sonra yürümeye başladı koridorda iki yana…
Henüz sabahın sekiziydi. Koridorlar boş, koridorlar uzun ve loştu, kasvetliydi. Koridorlar sonsuzluğa açılıyordu sanki. Gözlerinde büyümüştü onbaşı Raif'in, tıpkı bu gece düşünde gördüğü sığır yolu gibi...
Düşünde; toprak damlı, tek pencereli evinin önünde uzanan sığır yolunda yürüyordu. Köyde sıraya konulmuş olan sığır gütme nöbetini yapıyordu; elinde kocaman sopası ve sırtında ekmek torbası ilerliyor ve “haylayın ha haylayın, sığırtmaç gidiyoooooor!” diye ünü çıktığınca bağırıyordu. Ahırlardan çözülüp çıkarılan inekler, danalar, tosunlar, eşekler ve öküzler önüne katılıyor; sığır sürüsü büyüdükçe büyüyordu. Yol uzuyordu, Fakültenin koridorları uzuyordu. Ucuca eklenmişlerdi sanki düşte gerçeği birleştirmek için. Köy perişandı, ama yol ışıklıydı, apaktı. Koridor boş, koridorlar can sıkıcıydı. Korku, kuşku ve ölüm dolaşıyordu bu sessizliğin ardında. Süngülü askerler görevlendirilmişti ölümü kapı dışarı etmek için ve makinalılar taşıyorlardı ateş kusan. Bu araçlarla mı “ölümü ve korkuyu” kovacaklardı Üniversite koridorlarının sonsuzluğundan? Oysa sığır yolu apaktı onbaşının düşündeki. Meeeeeleyerek, möööööleyerek, anırarak ve kuyruklarını sallayarak önünde yürüyordu sığır sürüsü. Babalar, analar, bacılar, çocuklar tarlalara çift sürmeğe ekin ve ot biçmeğe, yemlik kenger toplamaya ve de tezek kurutmaya gidiyorlardı sabahın bu saatlerinde. İnsanları ve hayvanlarıyla tüm köy, doğan güneşe doğru ıslıklarla türkülerle yürüyordu. Ve Raif torbası sırtında, türküsü dilinde, sopası elinde sığırların bir günlük çobanıydı. İşi bu sığırları özgürce otlatmaktı, sulamak ve öğle uykusuna yatırmaktı dut ağaçlarının gölgesinde. Yol uzuyordu onbaşının düşündeki, kalabalık da artmıştı insan hayvan karışımı. Koridor da dolmaya başlamıştı öğrencilerle. Şimdi ise eli tetikte; sırtındaki makinalı tabanca vardı ekmek torbası değil. Dilinden türküyü atmış, sövgüler okuyordu. Gözlerindeki sevecenliği, korku ve kuşku örtmüştü.
Korkunun ve ölümün nöbetini tutuyordu. Düşündeki sığır yolunda durduydu ya bir ara; sevdalandığı kızı, Hatçe'sini gözlüyordu o zaman. Abdullah dayının kızı Hatçe, yanağını pencerenin kırık camına dayamış kendisine bakıyordu. Sonra evden çıkıp önünden geçerek, köy çeşmesine gidiyordu. Sevdiği de bir türlü kavuşamadığı; başlık parasını tamamlayamadığı için alamadığı; tamamlamaya az kalmışken askere çağrıldığı için kavuşamadığı Hatçe'siydi. Şu merdivenden çıkan kız ne denli ona benziyordu. Ama o camdan bakan, bakarken içini yakan Hatçe'siyle tam benzeşmesi için saçlarından sarıyı, dudaklarından kırmızıyı, yanaklarından allığı, yani tüm yapaylığı sıyırıp atmalıydı kafasında. Öyle yaptı. Gözlerindeki uzun nesneleri de çıkardı; yüzü şimdi tam tamına Hatçe'ninkiydi. Ama lunaparklarda fotoğraf çektirilen değişik giysilerin içindeki uyduruk yüzlerin resmine benzetti. Tuttu tüm üstündeki giysilerini de soyup, Hatçe'sinin çiçekli fistanını giydirdi düşüncelerinde..
Onbaşı Raif bir haftadır Edebiyat Fakültesindeydi. İlkokul mezunuydu kendisi. Hayalinden bile geçiremediği Üniversiteye bir asker olarak, yani güvenlik için girmişti. Normal koşullarda yüzüne kapatılmış bu kapıların, elinde makinalı taşırken ardına dek açılmasına bir türlü akıl-us erdiremiyordu ya, neyse! Bu kızı tam beş kez görmüştü bir hafta içinde. Her seferinde de aynı duygular içinde, aynı şeyler yinelenmişti. Hatçe'si kadar arzulamış ve onun kadar yakın bulmuştu kendisine. Acaba sağc ı mıydı yoksa solcu muydu? Kız yalnız değildi bu kez merdivenden çıkarken. İki polis ve birkaç öğrenci birlikte yürüyorlardı. Tam yanından geçerken kafasını çevirip kendisine baktı, hafifçe gülümsedi. Ne denli Hatçe'sini andırıyordu Tanrım! Onbaşı Raif'in içi geçti birden, düşünde olduğu gibi. O da mı anlamıştı acaba? Ama çok tedirgin görünüyorlardı. Merdiven korkuluklarına arkasını dayayıp, peşlerinden baktı. Solcuların elindeki koridordan çıkmışlardı. Belki bir hocadan imza alacaklardı, onun için iki polisin koruyuculuğunda gidiyorlardı.
Koridor kapılarındaki erler dalgındı. Parmakları tetiklerinde bulunduğu silahların namluları başka yana, kendi gözleri başka yöne bakıyordu. Uzun boylu bir kız öğrencinin sarı saçlarından dolgun göğüslerine inen bakışları, bir başka kızın dar blucin pantolonundan fırlayan kalçalarına veya bir diğerinin yırtmaçlı eteklerinden görünüp görünüp kaybolan düzgün bacaklarına yapışıyordu. Askerler öylesine dalgın ve şaşkınlar ki, çok kez yanlarından geçen öğrenciler, elleriyle silahların ucunu itiyorlardı kendilerine çarpmasın diye. Bu çevrenin öylesine yabancısıydılar ki, onlar da düşlerini yaşıyorlardı.
Onbaşı kızın ardından çekmemişti bakışlarını. Düşünde de böyle Hatçe'ye bakıyordu, evden çıkarak bakraç elinde suya giderken. Bahar sabahının hafif rüzgarında başörtüsünün altında ta beline uzanan saçları dalgalanıyordu. Çiçekli şalvarı içinde yılan gibi kıvrılan vücuduna içi geçerek bakıyordu; evin köşesinde birini gördü ansızın, Hatçe'sine bir işaret çakmıştı. Aklı başından gitmişcesine bağırmış ve sığırların arasında bir kovalamacadır sürünce, düşünün bu kesimi samki ana-baba gününe dönüşmüştü. Bunu düşünürken, öğrenciler kümeler oluşturmaya başlamışlardı. Birden polislerden bıyıklı olanından bir işaret çakıldığına tanık oldu onbaşı Raif. Hemen ardından, “vurun Allahsız Komünistlere!” diye bir ses yükseldi. İki kümenin arasına düşmüştü aşağıdan gelenler. Vuruyorlardı anlaşılmaz bağırışlar içinde, Bir yandan kalabalık büyürken “kahrolsun komünistler! Komünistler Moskova’ya! Milliyetçi Türkiye! Allahsızlara ölüm!” diye tempo tutmaya başlamışlardı. Solcuların bulunduğu kattan ise, “faşistlere ölüm! Demokratik Türkiye!” karşılığı veriliyor ve merdiven başına yıpılmış bağırıyorlardı.
İşaretin farkına varmasıyla düşünden ayrılan onbaşı Raif, daha ilk saniyelerde tek tabanca sesiyle birlikte kızın çığlığını da duymuştu. Hemen “ulan bırakın onları!" diye bağırarak, saldırgan gruba doğru koştu. Polislerin ortadan kaybolduğunu görünce, “dağılın ulan, yoksa vururum!” deyip aralarına girerek, dipçik atmaya başladı. Onbaşının korkusuzca saldırısı saldırganları dağıtmaya yettiydi. Bu arada ansızın erlerden biri mi şakınlıktan, yoksa görünmez bir el mi tetiğe basmıştı? Saniyesinde tarandı onbaşının bulunduğu alan. Çığlıklar ve haykırışlar yükseldi. Bir anda koridor boşaldı. Onbaşı bacağında büyük bir ağırlık hissetti, başı döndü. Birden gözleri faltaşı gibi açılmış durumda, iki adım ötede can çekişen iki erkek öğrenci ile hareketsiz yatmakta olan kıza doğru kendini attı. Zaten vurulmuştu, zorla sürükledi vücudunu silahı bir yana atarak. “Hatçeee!” diye çığlık atıp, saçları kırmızıya kesilmiş ve yanakları kan gölü içindeki kızın üstüne kapandı. “Sana kıydılar Hatçe'm, askerlik biter bitmez evlencektik. Başlık parasını tamamlamaya ne kaldı ki?” bağıra bağıra ağlıyordu. Artık anlaşılmaz olmuştu sözleri. Düşünü yaşıyordu Onbaşı Raif yine. Düşünde de işmar atan adam Hatçe'sini tek kurşunla yere sermişti...
Akşamın sekizinde gözlerini açtığında hastanede yatıyordu onbaşı Raif. İki mermi çıkarmışlardı bacağından. Tüm olanları acı acı anımsadı. Birkaç arkadaşı başucundaydı, gülümsedi onlara. Kıpırdayamıyordu, yatağa bağlı olduğunu anladı. Nerede bulunduğunu kavrayamadığı bu anda televizyonda bir bayan sunucu haber okuyordu:
“…Bu gün saat on sıralarında Fakültelerden birinde slogan atan öğrencilere jandarma, susmalarını ihtar etmiş. Ancak öğrenciler askerlere saldırarak silahlarını ellerinden almak istemişlerdir. Bunun üzerine havaya ateş açan jandarmaların silahlarından seken mermilerden biri kız, üç öğrenci öldü; olayı çıkardıkları anlaşılan bir sol fraksiyona bağlı elli öğrenci gözaltına alınmıştır...”
“Vah yurdumun haline, diye hayıflandı Onbaşı Raif, acaba bu olay hangi okulda oldu?” Arkadaşlarından kimse yanıt vermedi. Kendisinin içinde yaşadığı olaydı bu. Gerçeği yakalayamadı onbaşı. Daldı yeniden ve dün geceki düşünün yorumuna girişti, gündüzleyin Fakültede görüp yaşadığı kanlı olayı düşünerek.