Ağladılar Şah Hüseyin'e
Ali ve Fatma’nın nazlı çiçeği
Yolundu gülzardan güller ağladı
Dedesi Muhammed’in gözbebeği
Şah Hüseyin’im diyen diller ağladı
Ölüm döşeğinde çağırıp yanına
Muaviye dedi Yezid oğluna:
“Hasan’ı ben yedim Hüseyin sana”
Duyan işiten kullar ağladı
O Yezid ki Şam’da halife oldu
Medine valisine buyruk saldı
Şah Hüseyin’i biata zorladı
Bu zulmü gören gözler ağladı
Göçedip bir süre Mekke’de kaldı
Ali ailesi kedere daldı
Küfeliler gel diye haber saldı
Ona mektup yazan eller ağladı
Duydu ki Amr ibn ül-As geliyor
Bilenmiş kılıçlar, ölüm geliyor
Şah Hüseyin orayı terkediyor
Arkasından Mekkeliler ağladı
Akrabalar çocuklar ve kadınlar
Yanlarında elli dört savaşçı var
Küfe’ye doğru çekmişler katar
Eğlendiği konaklar yollar ağladı
Küfe yolunun tam ortasındaydı
Müslim’in katlinin haberin aldı
Üzüldü sızlandı, yoldan kalmadı
Ayağı altında çöller ağladı
Hür bin askerle peşinde idi
Dört bin Kerbela’da onu bekledi
Fırat’a ulaşması engellendi
Bağrı yanan kız gelinler ağladı
Dönek Küfeliler utanmadılar
Yezid’in ordusunda yer aldılar
Sözde Ali Şiası müslümandılar
Ali’yi candan sevenler ağladı
Celal Abbas o ne yiğit er idi
Aldı kırbaları suya yürüdü
Kestiler kolların’ yine durmadı
Kırbadan dökülen sular ağladı
Savaşan güçler genelde eşittir
İnsanlık tarihi hiç görmemiştir
Beş bin zalim yetmiş mazlum ne iştir
Tarihteki tüm dengeler ağladı
İmam Al’ Asgar’ı havada tuttu
Ona İbn-i Sad’dan su talep etti
Zalim su yerine bir ok göndertti
Masumun boğaz’na, yaylar ağladı
Eli silah tutanlar şehit oldu
Hüseyin tek, asker içine daldı
Mübarek bedeni çok yara aldı
Düştü toprağa yerler ağladı
Şimr lâin geldi oturdu göğsüne
Kesti kafasını aldı eline
Onlar nasıl İslamız der kendine
Peygamberini sevenler ağladı
Derviş Baba lanet ehl-i Yezit’e
Bizim tevellâmız ol Ehl-i Beyt’e
Tam yetmiş üç şehit, o susuz çölde
Aşura gününde tarih ağladı.
İsmail Kaygusuz