Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Emperyalizm Ve Emperyalizme Yeni (Evrenselci) Bakış

Karam Khella

“Emperyalizm tarihsel aşamaların birbirini izlediği bir zorunluluk (‘historical determinism’) değildir.” “Emperyalizm meydana gelebilir ve –koruma, savunma, direniş ve anti-emperyalist mücadeleyle- önlenebilir.”

“Emperyalizmi sadece lanetlemek yeterli değildir; iyi dilek tek başına emperyalizmi yenmez.”

“Emperyalizmi yıkmak ve ona engel olmak için, onun doğasını, karakterini ve eylemlerini derinden algılamak ve tanımak gereklidir…” 

Kuramın Yapılandırılması ve Emperyalizm üzerine  Evrenselci Kuram

Giriş

Bir örnek olarak Osmanlı yönetiminin kayıtları (vakayinameler), imparatorluğun yükseliş ve çöküşünün nasıl olduğunu  açıklamaktadır. Osmanlı emperyalizmi başladığı gibi aynı yöntem içinde sona ermiştir, yani başlangıç ve bitiş biçimi aynıdır. Örneğin can çekişmekte olan  Bizans ortadan kaybolurken, idealist söylemler içinde genç ve güçlü bir imparatorluk başlıyor ve hızlı zaferler gerçekleştiriyor ve yayılma(cılık) birbirini izliyor.  Uzun bir zaman o, sonsuza kadar sürecekmiş gibi bir izlenim uyandırıyor.  Fakat tam anlamıyla bu doruk noktasından itibaren, ardıl olanın (halef), kendisinden öncekinin (selefin) aynı trajik sonuna ulaşıncaya kadar artık uzun zamanı kalmaz. Geri sayım son perdedir. Şimdi çürümekte olan (can çekişen) eski Osmanlı İmparatorluğunun kendisidir. Yeni gelenler ise Avusturya, Fransa, Almanya ve İngiltere oldu. Sonuçta bunların da yerini Amerika Birleşik Devletleri aldı. Bu sonuncu da artık cançekişmeye başladı. Olasılıkla ABD bütün İmparatorluklar arasında sonucusudur. Her birinin  bir dönem için bir yüksek uçuşu vardı, fakat kendi kendilerini çabuk tükettiler

Emperyalizm üzerine Evrenselci Kuram (1)

Burjuvazi ve Emperyalizme ilişkin Marksist Kuramın Eleştirisi ve Burjuva tarih(çiliği) ve siyasal bilimlerinde emperyalizm

Genellikle biz tarihi, emperyalizmin eğitiminden geçmiş ve onun etkisi altındaki ya da emperyalizmin temsilcileri olan yazarlar tarafından yazılmış kaynaklardan okuyoruz.  Bu  düşünce çeşidi için ‘’Eurocentrizm’’, yani “Avrupa merkezcilik” deyimi kullanılır. Doğrusu böyle bir deyim de hafif kalır.  Bu yazarlar  dünyanın görünüşünü (imajını) öğrendikleri gibi yazarlar: Dünyanın geri kalan kesimlerini dışlama yoluyla,  emperyalizmin yüceliği ve militarizmin üstünlüğünü sürekli kategoriler gibi gösterirler. Onlar, ‘emperyalizm’ ya da ‘militarizmi’ yakışıksız-çirkin-saldırgan ifadelerini kullanmasalar bile, emperyalistik sistemi doğal tarihsel gelişim olarak sunmaktadırlar. Gerçekten orada, tezler ve kuramlar/teoriler yoluyla, gerçek olduğuna inanılan bir dünya görüntüsü ileri süren ayrıntılı bilimlere kadar, terminolojiden başlayan bir düşünce sistemi mevcuttur. Endüstrileşmiş/endüstrileşmemiş, gelişmiş Kuzeybatı/az gelişmiş Güney, Birinci dünyanın karşıtı Üçüncü dünya ülkeleri gibi lügatçenin (sözcükler dizisinin) değişmezler olduğuna inanılır.

Sadece kitle iletişim araçları değil, akademik bilimler ve felsefi araştırmalar da zihinleri  manipüle etmeye (karıştırmaya-bozmaya) katılır. Yalancı gerçeklik (pseudo-Reality), eğer inandırıcıysa,  gerçeklik uygulamasına dönüştürülmektedir. Beceriklilik ve kurnazlık kendisini gerçeklik kabul ettiriyor. Evrenselcilik görüş açısından bilimlerin yeniden yapılması gereklidir. En önemli konulardan bir ’Tarih’tir.

Bununla birlikte diğer teoriler emperyalizmi, iktidar olan güçlerin yükselmesine eşlik eden, onlarla birlikte ilerleyen bir fenomen (olgu) olarak düşünmüşlerdir.  Askeri güç ile emperyalizmin kesiştiği  doğrudur, fakat  zorunlu da değildir. Tarih içinde diğer güçler (örneğin Mısır Firavunluk yönetimi) başkalarına  baskı yapmak için iktidarlarını kullanmazlardı.  Baştan çıkarıcılık-ayartıcılık, kötülüğe yönelme her zaman vardır, fakat bunun etkisi altına  girmek ya da direnmek serbesttir, bağımlılık yoktur.

“Emperyalizm” fenomeninin hiç olmadığına dair ortak genel bir kanı da mevcuttur. Bu kanı,  -örneğin Amerika’da- normal işbölümü olarak üstünlük eğilimini düşündürür.  “Hegomonya” ve “Sömürme” fenomeni-olgusu bu yazarlar tarafından ciddiye alınmaz, hatta yasal-meşru bile kabul ederler. Diğer (bazı yazarlar) ya yadsır ya da sömürme ve egemen olmanın rolünü veya varoluşunu önemsemez. Onları sapmalar, yoldan çıkmalar olarak mazur görürler.

Şu bir gerçektir ki, Avrupa merkezci yazarlar emperyalizmi ayıplamazlar ve hiç olmazsa/en azından teorik olarak bile onunla savaşmazlar. Onlar emperyalistik-sömürgeci yapılanma içinde gerçekten de temel kesimdir.

Bu tür Avrupa merkezci  yazarlar akademik çalışmalar yapabilir; fakat onlar elbetteki cefa-acı çekmezler, tersine emperyalizmden yarar sağlamaktadırlar. Bundan dolayı onlar, emperyalizmi ciddi olarak eleştirmek değil, ilgilenmezler bile.

Bir tartışma açınca, istekli olmadıklarının ya da ne özeleştiri ne de emperyalizmin eleştirisini yapmaya hazır olduklarının hemen farkına varabilirsiniz. Ne yazık ki, Batı’da akademik öğretime ve kamuoyu fikri oluşturmaya onlar egemendir.

Bizim görüşümüze göre emperyalizm politik bir sistemdir. Uygulaması şiddettir, ancak kendiliğinden değil, belli bir plana göre uygulanır. Sözü edilen yazarlar, emperyalistlere nazaran, “Oyunun kuralları” ve “Ulusların oyunu” gibi “Senaryolar”dan konuşurlar. Ancak onlar şiddeti açıklamak için bunları saçma bulurlar.

Bu yazarlar ‘’Psiko-analiz’’, “Anal kompleks’’, “Behaviourism (davranışçılık)’’, “territorialism (toprak/kara egemenliği ya da savunmacılığı), “saldırganlık doğal gelişimle geçen (miras kalan) normal içgüdü” ve bunun gibi kuramlar öğretirler. Diğer bir kısmı daha eleştirel olmaya eğilim göstermekte ve Emperyalizmi bir çeşit psiko-sosyal-siyasi bir hastalık olarak tanımlamaktadırlar. Onlar saldırganlık hakkında Sadizm (acı vermekten zevk alma) ve saldırıya uğrayana (kurbana) ilişkin “mazoşizm (acı çekmekten zevk alma) açıklaması getiriyorlar. Birincisine Thanatophobia (Ölüm Korkusu), ikincisine Thanotaphilie (Ölüm severlik) [Bu tezin yazarı psikoanalist Eric Fromm’dur] adı verilmekte. Daha da ilerisi emperyalizm ve şiddet, “pathological interaction/patolojik etkileşim” ya da “disturbed communication/bozuk, karışık iletişim” olarak tanımlanmaktadır.

Kuşksuz hepsinden sözetmedik, ama gerçekte bu kadarı da yeterlidir. Biz  sadece bu akademik teorisyenlerin hiçbirinin hayali Emperyalizm hastalığı için herhangi bir tedavi/terapi bilmedikleri ya da iyileştirici bir reçete sunmadıklarını eklemek istedik!

Bu ayrıca emperyalizm ve şiddetin Kuzey Batı’da benimsenmesinin nedenlerinden bazılarını da göstermiş oluyor. Batıdaki genç insanlar sadece kabul etmek için değil, aynı zamanda küçük/mikro-emperyalistler olarak kendikendilerini şiddet uygulamak için de eğitmektedirler.   Hemen kabul etmeseler de mikro emperyalistik ortamda uygulama yapmışlardır.

Emperyalizm var olduğu sürece  her insan saldırıya uğrama olasılığına ilişkin korku duyma zorunda kalacaktır. Haçlı seferleriyle başlayan (1054) Avrupa, şimdiye kadar güneye karşı hep savaş yapmaktadır.

Bu sürekli saldırıların herhangi biri için onların asla gerçek bir nedeni varolmadı, fakat halklar kendilerini savunmak için her zaman hazır olmayı öğrendiler. Bu da uluslararası dayanışmayla (oluşan) birliktelik sonucudur. İşte gerçek yardım, kendi kendine-yardım budur.

Mağdur durumdaki taraftan olanlar, olası bir  saldırıyı önlemek için çok şey yapıyorlar, fakat hala  çok daha fazlasını yapmak gereksinimi vardır; emperyalizm ve onun işbirlikçilerinden gittikçe daha fazla uzak kalmak  ve daha büyük topluluklar halinde birlik olma,  özellikle uluslararası işbirliği ve dayanışma alanında çok şeyler yapmak gerekir. Halklar stratejik olarak güçlü  taktik açısından zayıftır. Bu gerçeklik  saldırıya uğramayı daha da mümkün kılmıştır. Şimdi insanlık, sonuçlar çıkaracak, ders alacak-öğrenecek fırsatlara sahiptir.

Bu analiz kuramın/teorinin önemini açığa çıkarıyor. Yukarıda gösterildiği gibi yanlış kuramlar emperyalizme ana destek oluyor. Diğer taraftan doğru teoriler ise halkın emperyalizme karşı zaferini  teşvik etmektedir. İşte bunun için “Emperyalizm(e) ilişkin kuram” sorununu bir çeşit akademik lüks olarak görmemek gerekiyor.  Emperyalizmi doğru biçimde anlamak, onu yıkmak için atılacak ilk adımdır.

İnsan, kurbanlar korksunlar diye değil, fakat emperyalistik tehlike korkutucu olmasına rağmen saldırılar oldu, diyebilir. Emperyalizmin varlığından endişe duymamak, daha fena şeyler getirir ve olayları daha kötüleştirir. Saldırıya uğramak her zaman mümkündür. Teori sadece analiz yapmakla değil, aynı zamanda inandırmak, kullanılacak olanağı zorlayrak ve nasılı açıklayarak yardımcı olur.

Emperyalizmin varlığı tarihsel ve hala günümüzün bir gerçeğidir. O varoldu, ama olmaması gerekirdi. Yeterince bilinç ve dünya çapında yardımlaşma/işbirliği oluştuğu  durumda emperyalizme engel olmak, onu önlemek olasıdır. Emperyalizm yüksek derecede trajik bir kaza ile –fakat sakınmalar ve sınırlamalarla- karşılaştırılabilir, ancak bu doğal bir felaket değildir. Bu kaza (emperyalizm) bir taraftan gelen plana göre, diğer tarafı yıkmak-zarara uğratmak için oluşturuldu; anlık ve peşepeşe gelen koşullar birikiminin bir sonucu olarak oluştu. Emperyalizm saldırılabilir kurbanın görüldüğü herhangi bir yere saldırmaya hep hazırdır.  Halklar arasında yeterince  dayanışma ve işbirliği, sadece emperyalizmin önünü kesmek için değil, fakat onu yenmek için de gereklidir. Saldırıya uğrayan kurban her durumda, hatta teslim olduğu zaman bile, bir saldırıyı önleyemez. Irak ABD’nin bütün taleplerini zaten yerine getirmişti, ama onlar saldımakta ve 17 Ocak 1991 yılından beri Irak halkına acı çektirmeyi sürdürüyorlar. Irak ABD taleplerini tamamladığı halde bile, daha da şiddetli saldırıyı 20 Mart 2004’den itibaren gerçekleştirildi. ABD ordusu Irak’ın kendi kendisini savunamıyacağını umuyordu. Sonuç olarak saldırgan hayal kırıklığına uğradı. Yiğit Irak halkı direnebildi ve hala direnmeyi sürdürüyor.

En kabul gören tayinedici, geçerli  kuramlar (teoriler) Hobson (1902) ve ilkesel olarak Hobson’u yineleyen, fakat Sosyalizme geçiş için emperyalizmin gerekli olduğu tahminini ekleyen Lenin’in tezleridir. Bundan sonra da çok sayıda kitaplarda bu iki yazarın tezleri, daha ilerletilerek ya da hiç geliştirmeksizin yinelendi durdu.

“Emperyalizm” konusuyla ilgilenen bu kitapları okuyanlar, gelişmeyle karşılaşıldığını ve genel olarak çıkar ve kazançlar bakımından (Hobson) yararlı olduğunu ileri sürüyorlar. V.İ.Lenin’e göre emperyalizm kaçınılmazdır, çünkü o “tarihsel bir gerekliliktir” (“Tarihsel determinizm”) Sonra bile, bu yazarlar emperyalist sistemi eleştirirken, onun kaçınılmaz olduğunu hesaba katarlar. Gelişme olarak kabul görür ve avantajları (yararları) için talep edilir, ancak örneğin Hobson’a göre dezavantajları da vardır.

Lenin’in Hobson’dan farkı şudur; Lenin emperyalizmi, sosyalizm ve komünizmin yükselişinin önkoşulu  olarak görmektedir. 100 yıl sonra her iki teori de güncelliğini korumaktadır. Geniş bir biçimde benimsenmiş fikirlerdir. Birini eleştirmek diğerini de eleştirmek demektir, çünkü temelde  benzer görüşlerdir.

Emperyalizmle ilgilenen Tarihsel Metaryalizm ve Marksist Teori

Emperyalizm Üzerine Lenin’in teorisi

Marksist görüşte, toplumların tarihsel olarak, en başından şimdiye kadar hatta sonuna kadar birbirlerini izlediğini belirleme vardır. Erken-ilkel toplumdan köleliğe, köle toplumundan feodalizme, feodalizmden kapitalizme ve kapitalizmden sosyalizme ve komünizme kadar olan gelişim son (aşamadır) uçtur, gereklidir, dehşet vericidir. Onların hepsi “üretim ilişkileri” yasasına göre, kendisini izleyen topluma “gebe kalarak” gelişip büyür. Örneğin Marks, Engels ve Lenin’i izleyerek Stalin tarafından temsil edilmiş olan ‘‘Tarihsel Metaryelizm”e göre, insanlık tarihi en başından sonuna kadar beş toplumdan ibarettir. “Toplum” “üretim ilişkileri” ve “yasal gelişim” tam anlamıyla tarihsel materyalizm tarafından belirlenmiş terimlerdir.

“Kapitalizm” bu toplumların dördüncüsüdür. Kapitalist dönem birkaç aşamaya ayrılır: Endüstri Devrimi ile başlayan “Rekabetçi Kapitalizm” “Tekelci  Kapitalizm’’e geçer. Sonuncusu “Emperyalim” (Lenin Emperyalizm ile Tekelci Kapitalizm’i aynı anlamda kullanır) olarak tanımlanır. Bu birbirini izleyiş  zorunlu görülür. Tarihsel Materyalizm tartışmalarında, bu çağlar ve ardıllarının kaçınılmaz olduğu (Tarihsel determinizm) anlatılır.

Biz bu tarihsel görüşle, özellikle “Tarihsel Determizm” tezi ile hem fikir değiliz. Beş toplumdan her birinin tarihsel gerçeklik olduğu ileri sürülüyor, fakat eğer eleştirel bakılırsa, onlar (sadece) zihnin soyut bir kurgusudur. Materyalist yazarların tarihi böyle görmesi doğrudur, fakat bu sadece  Atina, Roma ve olasılıkla Sparta için, ve hatta sonraki belirli zamanlar için bile doğrudur. Fakat tarihsel materyalizme yönelmiş materyalist yazarlar Dünya tarihini iki kentin tarihi gibi görmektedirler.

Emperyalizme gelince, tarihsel metaryelizm onu -diğer çağlar gibi aynı biçimde- kaçınılmaz olarak düşünüyor ve yoksa başka türlü gelecek aşamada gelişim olmayacağının kabul edilmesi gerektiğini vurguluyordu. Somut gerçeklikte ise emperyalizmden acı çeken halk onu yasal olarak(meşru) tanımadı. Bir kez başlamış olan emperyalist sistem, daima halkların muhalefetiyle karşılandı, çünkü onlar emperyalizmin her yargısını reddetti. Ancak şu gerçektir ki, emperyalizmin (yönetenleri) yönetimi kamuoyu görüşünü kendi çıkarlarına çevirmeye çalıştı; bunun için emperyalizmin gerekliliğini iddia eden kuramları yaygınlaştırdı-popüler yaptılar.

Biz bir tarihsel gelişimin, evrimin varolduğunu kabul ediyoruz, fakat bir ardıl (yani birbirini izleyen beş gelişim çağı) biçiminin zorunluğunu asla. Seçim için olasılıklar olarak harekete geçecek çok sayıda fikirler ve seçenekler herhangi bir zamanda varolur. Halklar bireyler(de olduğu) gibi onlardan birisini seçer. Bu da diğerlerinden uzaklaşması demektir. Olmuş olanın, mutlaka olması gerekililiği yoktu. Tarih insanın varoluşu, yani ilk ortaya çıkışıyla (anthropogenic) başlar.

Dahası Marksizm, emperyalizmin bir “üretim ilişkisi” olduğunu öğretir. Tarihsel materyalizmin sistematiğine göre, emperyalizm üretim yasası aracılığıyla ortaya çıktı demektir. Bu “yasa insan iradesinden bağımsız olarak gelişir” (Marks, Ekonomi Politiğe Giriş’te kelimesi kelimesine böyle diyor). Bunu izlersek; emperyalizm insan eylemi sonucu ortaya çıkmadı, fakat gözle görülemez, değiştirilmez, kaçınılmaz (olarak) tarih içinde belirdi. Sonuç, değer ölçülerinin-kuralların hareketiyle çıkarılır.

Emperyalizmin, tarihte-Kapitalizm ile Sosyalizm arasında-belirli yeri, kendi kaçınılmazlığı vardır. Tarihin içindeki bu gelişim aşamaları yasal(ara bağlı)dır. İnsanoğlu tarafından etkilenmez, fakat diğer dolaşık yol insanoğlunun  üretimi, “üretim ilişkileri” aracılığıyla olur; zira bu belirlenmiş herşey, toplumların herbirindeki insanları da kapsar. Emperyalizm önlenemez. O öngörülen dönemi geçirmek zorundadır. Sonra kendi iç çelişkileri (gereğince)ne bağlı olarak parçalanır ve bununla Sosyalizme yol açılacaktır, ama emperyalizmden önce değil; demek ki Kapitalizm tam anlamıyla gelişmiştir. Kendi iç çelişkileri-zıtlıklarıyla yıkılır, fakat dış etkilere bağlı olarak değil; yani insan gücüyle, emeğiyle ya da anti-emperyalist mücadeleyle. Lenin de kitaplarında emperyalizm üzerinde anti-emperyalist hareketler için eleştiriler getirir. Aynı şekilde Marks da önce anti kapitalist hareketleri eleştirmişti. Çünkü bunlar kapitalizmin ve emperyalizmin tam olarak gelişmesini ve sonuçta tarihin gelişimini engelliyordu.

Biz bu görüşleri reddediyoruz.  Bizim düşüncemize göre   emperyalizm bir “üretim ilişkisi” değil, “şiddet ilişkisi”dir. İnsan tarafından yapılır, tersi değil. Öyleyse o önlenebilir ve önlenmelidir de.

Marksizme göre, emperyalizm belirli politikaların, örnek olarak söylersek devlet politikalarının ürünü değildir. Emperyalizm, ekonomik ve yasal ivmenin (Nomism) doğasındadır. Bundan dolayı, Marksist terminolojiye göre “üst yapı” değil, “altyapıdır, temel”dir.

Biz bu görüşte değiliz: Emperyalizm yapılır ve özellikle devlet politikaları tarafından yapılır. Bununla birlikte ekonomik çıkar ve kazançlar sağlamak için de yapılır; ama Marksizmin tanımladığı gibi,  yani üretim hareketinin gizli-saklı nesnel/objektiv kurallarına itaat ederek/boyun eğerek, yasal anlamda değil. Tersine o,  baskı yapan zalimle, zulme uğrayan arasındaki güç ilişkilerine bağlıdır.

Marksizm, kısa ve kestirmeden söylersek, Lenin’in emperyalizm hakkındaki teorisi,  daha derinden inceleme (analiz) ve ilk izlenimden daha farklı biçimde eleştiri yapar. Lenin kendi taleplerinin aksine emperyalizmi eleştirmez. Fakat ne yazıkki emperyalizmi doğrular. Onun “emperyalizmin tarihsel bir gereklilik olduğu” iddiası metin içinde  açıkça anlatılır; emperyalizm kabul edilmelidir, çünkü kaçınılmazdır. Marksist teorinin sistematiğine göre emperyalizm, tarihin seçimli-ihtiyari  fenomeni değil, zorunluluktur.

Biz tersine  emperyalizmin, onu uygulayan kimselerin üretim yöntemi olarak düşünüyoruz.. Ancak onlar, kendi yaşam biçimini, ahlaki yasalar ve insanlık geleneklerine karşı  sadece tecavüz-şiddet yoluyla sürdürebilir, gerçekleştirebilirlerdi. Bundan dolayı emperyalizm, “Üretim(le) ilişki(si)li”değil, fakat “Şiddet(le) ilişki(si)li”dir.

Marksizm’de, emperyalizm kişiliksizleştirilmiştir. Üretim süreci içinden doğar. Köle Toplumundan başlıyarak, Feodalizm aracılığıyla Kapitalizme ve burada rekabetle Tekelci (Kapitalizme)liğe doğru gelişim, kendi süreci içerisinde insan iradesi ve kararlarından bağımsız olarak (birbirini izler), birinden diğerine miras kalır. Tekelcilik sırayla ulusal (Kapitalizmden) çokuluslu Kapitalizme dönüşür. Marksist teoriye göre sonuncusu Emperyalizm (olarak nitelendirilir) ile eşleştirilir. Marksizm’e göre emperyalizm öznesiz varoluşu(a başla)r.


Bize göre ise tarihte hiçbirşey öznesiz değildir. Emperyalizm, insan aracılığıyla diğer insanlar karşı şiddet uygulanmasınyla oluşur. Emperyalizm, özellikle militarizm bir  kişilik işi/eylemi olarak varolur. Emperyalizm nesnel (objective) değil, fakat ajanları/temsilcileri/uygulayıcıları tarafından gerçekleştirilen öznel (subjective) bir süreçtir.

Marks ve Lenin’e göre herşeyiyle birlikte emperyalizm, insanın varlığıyla ilgili (anthropogenic) değildir, yani insan eliyle ya da eylemiyle oluşmaz.

Biz  bu fikri kabul etmiyor ve emperyalizmin anthropogenic oduğunu şiddetle vurguluyoruz. Emperyalizm bir tarafın, halklara karşı saldırgan ve baskıcı eylemidir. Ve emperyalizm  bilinçli bir karardır; o planlanmış hegemonyadır; diğer insanları sömürmek için kanlı zulüm ve şiddetin vicdansızca   uygulanışıdır.

Lenin, gelişim ve ilerlemenin en yüksek derecesinin emperyalizm olduğunu, fakat aynı zamanda onu sosyalizmin ön hazırlığı olarak düşünürken; biz  emperyalizmi, uygulayan kişilerin ve devletin bozulmuşluğunun bir ifadesi olduğu görüşümüzde ısrar ediyoruz. Emperyalizm insanlık tarihinin en uç noktadaki çürümüşlüğüdür. Emperyalist kültür, ne sosyalizmi ne de diğer uygarlık fikirleri veya insanlık tasarımları üretip geliştirebilir. Emperyalist sistem, ortadan kaldırılıncaya kadar her şeyi mahvetmeye devam edecektir.

Yüksek derecedeki uygarlıklar yalnızca emperyalizm karşısında özgürlük ve insanlık için mücadele veren kültürlerden doğar; yani asla baskı yapan, ezenden değil, baskı yapılan ve ezilen taraftan. Kendi özgürlüğü ve sonuçta tüm insanlığın kurtuluşu için savaşım veren Güney(dir) halklarıdır.


Marksizm “Ekonomik Krizi”n nedenlerini açıklamakta  başarısızdır, Kapitalizmin temeli (olan) değer değişimleri, Marksistçe konuşursak, “Üretim fazlası/artığı”ndan dolayı mutlaka ekonomik krize götürmez. Bizim düşüncemize göre “Ekonomik Bunalım”, emperyalist ekonomilerden, yani  (emperyalist) savaşlardan (bunu aşağıda açıklayacağız) dolayı oluşur.

Marksizm kuramsal olarak emperyalizme değinirken, herhangibir yöntemle, savaş yapma konusu üzerinde durmamıştır. Çünkü Marksizm, “Militarizm” hakkında herhangi bir teori/kuram önermez. Marks’ın “Kapital”inin  ne 3. ve  4. cildinde, ne de Lenin’in “Emperyalizm Teorisi”nde de Savaş Fenomeni (olgusu) hakkında  kuramsal (teorik) yanıtlar vardır.

Ekonomiler Emperyalizm için temeldir” (kuralı), bir Marksist ve Leninist tezdir. Biz de,  “Ekonomiler Emperyalizm için temeldir”diyoruz. Ancak aynı söylem, kullanılan sözcüklerin uyumuna rağmen birbirine özdeş değildir, zira her tasarımdaki ekonomiler farklıdır.  Marksizme göre ekonomiler, Marks’ın Kapital’inde  matematiksel olarak yoğun biçimde tanımladığı yasal bir ilişkidir

Marksist ekonomiye göre,  ekonomide yasal  bir ilişki vardır.  Marks bunu matematiksel olarak Kapital’inde tanımlar. Kapitalist üretimin Emperyalizme kadar olan Temel formülü “cc+vc+s=v”,  Marksizm’e göre nomistic (geçerli yasaya uygun)  bir harekettir:

cc= sabit kapital

vc= değişken kapital

s= artık değer

v= değer

Bizim anlattığımız  ekonomilerde hiçbirşey yasal değildir,  başka birşeydir. Nomistic (yasaya uygun) yapılmaz, seçimle yapılır. Emperyalist ekonomiler, birbirini  bencillikten dolayı sahibolma arzusu, açgözlülük, başkaları üzerinde güç uygulama ve denetleme arzusu için izler; sağ kalmak-ömür sürmek için değil, fakat diğerlerini köleleştirmek için. Emperyalist ekonomilerde insanların ihtiyaçları asla tatmin olmaz, yaşamak için geçimini sağlamak yada yüksek hayat standardına sahip olmak bile. Bu, tektaraflı sınırsız zenginliğe ulaşma arzusuyla sahiplenmedir. Yapıcı değil, yıkıcıdır; adalete, eşitliğe, başka insanlarla barış içinde birlikte yaşamaya bile hazır olmayan, daha doğrusu katlanamayan bir saldırganlıktır. Emperyalizm için insanların varlığı önemli değildir, bu nedenle akıldışıdır/akılcı değildir.

Eğer emperyalistler bütün Yerküreye sahibolma hayallerini gerçekleştirirlerse de, zaten harcayıp tüketmekte oldukları bundan daha fazlasını tüketmiyecekler. Yüksek yaşam düzeyleri ve lüks içindeki yaşantılarıyla bile biyolojik sınırlarını geçemezler ki. Tersine, dünyaya sahiplenirken de doymak bilmedikleri için, zaferlerinin tadını çıkarmadan önce kendi kendilerini tehlikeye atıyorlar. Emperyalizmin planları hayaldir, göz boyamadır. Gerçekçi bakarsak o, başkalarını, dünyayı ve kendi sosyal temellerini yıkıyor. Yıkıcıdır ve sonuç olarak kendikendini de yokedendir emperyalizm. Diğer taraftan biz, ekonominin genel anlamının farkındayız. Fakat onun emperyalizme öncülük etmesi gerekmez. Eğer bir süper güç olsaydım, petrolüne sahip olmak için Irak’ı yakıp yıkmaz ve petrole sahibolmayan başka ülkelere baskı yapmak için de ona (Irak’a) saldırmazdım. Fakat en büyük arzum karşılıklı çıkarlar temelinde Irak ile dostluk ve iyi ilişkiler kurmak olurdu. İkimiz de kazanmış olacaktık. İnsanlığın geri kalan kısmı sevgiyle ve karşılıklı kazancı için katılabilmesi olasıydı.

Aksine emperyalizm, yalnız insan gücü değil araç-gereçler olarak da  kazanabildiğinden daha fazla değerleri kaybederken soykırım yapmaya bile hazırdır. Bu kayıplarına rağmen o yıkmayı denemektedir. Sevgiyi değil, nefreti bilir. Sahip olduğu değerler iyi ve güzel değil, düşmanca değerlerdir; erdemli olmak yoktur, sadece kötülük vardır özünde. Emperyalizmin ve emperyalistlerin, kötülük dışında  hiçbir iyi şeye de sahip değildirler. Hiç kimse, kendi kendisini mahvetmeden önce başkalarını yıkarak yokedemez; yani başkalarını yokederken kendisi de yokolup-yıkılıp gider.

Lenin, Emperyalizmin  egemen sınıfını “Finans Oligarşisi” olarak tanımlar. Lenin burada, bu deyimi ilk ortaya atan Rudolf Hilferding’i ( “Das Finanz Kapital”,  Vienna 1920) izler.

Biz böyle bir Oligarşi’nin varlığını inkar etmiyoruz, fakat bu tanımın kesin ve pek de yeterli olmadığı kanısındayız. Günümüzün ekonomisinde mali işler (finances) kişisel ilişkilerden çok fazla uzaktır, çok  kişiliksizleştirilmiştir. En düşük gelirli insanlar bile, herhangibir bankada kendilerine ait bir hesabı bulunduğundan, bu birikimleriyle savaş yapmaya katkıda bulunurlar.

Bununla birlikte, Pazara, Bankacılığa, IMF ve Dünya Bankası, Askeri-Endüstri-Kompleksine egemen olan ve  Emperyalist devletlerin ve aynı zamanda Militarizm/Ordu yöneticileri de dahil bir emperyalist Oligarşi mevcuttur. Bu beyaz oligarşi savaş hakkında karar verir. Saldırganlık ve işgaller için karar verici odur. Dolayısıyla bunların “Finans oligarşisi” olarak  tanımlanması eksik kalacaktır. Bu Amerika daki beyaz baskın güçlü azınlık, müttefiki Avrupa ile oluşturduğu “Saldırgan Askeri Oligarşi”dir.

Dürüst olmak gerekirse, emperyalizm üzerine Marksist teori, emperyalizme ilişkin bütün kuramlar-teoriler arasında  en açık ve en iyi geliştirilmiş olandır. Böylece eleştirilere en açık olan da odur. Diğer teoriler daha az sonuçlar çıkarmış ve o denli kesin ve açık biçimde açıklayıp tanımlayamamıştır. Bundandır ki, Emperyalizm üzerine Marksist Teori  en geniş bir biçimde kabul görmektedir.

İnsanlık tarihinin bir diğer yazımı şimdi başlıyor. Emperyalizm tarihte çok kısa bir dönemdir. Daha fazlası da olacak, sadece sıkıntıların ve cançekişmelerin başındayız. Bu, geniş halk çoğunluğunun çıkarları  ve gereksinimlerine karşı olan basit gerçekten dolayıdır.

Emperyalizme ilişkin  Evrenselci  Kuram (2)

Evrenselcilik/Üniversalizm Emperyalizmle ilgileniyor. İlk basit soru: Emperyalizm nedir? Bu soru diğerlerini de yanıtlamak için anahtar sorudur.

Tarihsel  olarak emperyalizm

Önce emperyalizmi tarihsel olarak anlamaya calışalım. Emperyalizm M.Ö. 30'lu yıllardan daha önce başladı. İlk emperyalistik sistem Roma -tarihsel dönemleri  dışında-İmparatorluğu'dur. O sistem kısa zamanda yıkıldı. Roma İmparatorluğu'nun yıkılışa yaklaşmasını gerçekleştiren I. Konstantinos Doğu’ya taşınarak Bizans İmparatorluğunu kurdu. Bizans kendi topraklarının geri kalan kısmını Osmanlılara bıraktı. Bunlar halkın özgürlük mücadelesine  katılmadılar,  tersine onlara baskı yaptı. Sonra sırasıyla Osmanlı İmparatorluğu da yıkıldı. Sultanlar, halkı batının genç emperyalistlerine teslim etmeyi tercih etti.

Osmanlıların Türk geleneklerinden daha çok, emperyalist devletler zincirine bağlı oldukları  açıktır. Onlar Türk halkını yalnızca kendi tutkularının doyurulması  ve çıkarlarının sağlanması  için sosyal taban olarak kullandılar. Osmanlı yönetiminde boyunduruk altında tutulan halklar, (Osmanlı'ya) saldıran güçlere karşı kalkan olarak kullanılıp tüketiliyordu. Böylece onlar Batı emperyalizminin kurbanı oldular.

Bu tarihe (geriye) kısa bakışla, insan  bugünkü emperyalizmin geçmişin mirası olarak algılamakta kolayca hata yapabilir. Bir yandan bugünün emperyalizmi hiç yoktan ortaya çıkmış değildir. Öte yandan o, uluslararası ilişkilerde, politik uygulamalarda ve hatta insan davranışı açısından bile oldukça yeni bir şeydir.

İlk başlardan beri Avrupa Kolonyalizmi Avrupa dışındaki insanlığa saldırı olarak başladı. (Bu) saldırganlıklar o zamana kadar,  genel anlamda varolan iki ordunun birbirine karşı yapılan ve bir tarafın teslim olmasıyla sonuçlanan savaşlar gibi bir savaşma değildi. Ne de olsa o bir askerler savaşıydı ve siviller bir askeri kesim gibi savaşa dahil değildi.

Avrupanın saldırganlıkları, başlangıcından itibaren tarihte tamamıyla yeni birşeydi. Saldırılar doğrudan doğruya halklara karşı yöneltiliyordu. Şimdiye kadar, Batının askeri doktrinine göre, halk düşman ve kurbandır; askeri harekat amaçtır. Savaş, o bölgedeki insanlara karşı planlanıp uygulanıyordu. Avrupalılar savaşmadılar, fakat direnişlerin olmadığı yerlerde bile  kırımlar yaptılar. Bu gibi durumlarda verilen resmi direktif: Halkı yok et-bilgileri topla ve sakla. Bunun anlamı, Avrupalı'lar katliamdan önce yerli halktan gereken bütün bilgileri toplarlar. Özellikle kaynaklar, doğal metaller, hammaddeler, maden kaynakları ile bunların yerleri ve kullanımları hakkındaki bilgileri toplarlar; yani kısacası, emperyalizm için önemli olan her ne varsa onları. Bu nedenle Avrupa devlet ve hükümetleri, 18. ve 19. yüzyılda Afrika Asya ve Doğu araştırmaları  için merkezler kurdular. Önce Afrika ve Güney yarım küreye sözde "kaşif" ve "araştırmacılar", gönderdiler.

Daha sonra temizleme emirleri verildi. İşgalciler kendilerine cömertce “hoşgeldiniz” diyen, evsahipliği yapan yerlileri bile yokettiler. Avrupalıların dünya halklarına karşı işlediği suçların tarihi henüz yazılmadı. Afrika'daki ve diğer yerlerdeki toplumların yokedilişi  esasta sözlü tarih olarak korundu. Hala halkların belleklerinde canlı olarak duruyor. Güneydeki bazı devletler sistematik olarak, kendi toplumlarına karşı yapılan emperyalistik suçların tarihini araştırıyorlar. Arşivlerde bazı belgeler saklanmaktadır. Hatta bazı müzeler bazı objeleri ve resimleri sergiliyorlar. Fakat bütün bunlar gerçeğin yalnızca çok küçük kısmını yansıtıyor. Bu satırların yazarının bizzat kendisi Güney’in bazı bölgeleri hakkında bilgi toplayabildi. Fakat bütün çabalara rağmen, bu bilgilerin yalnızca birkaç ayrıntısı yayınlandı.

1492'ye kadar Amerika'da 100 milyon civarında yerli halk  yaşıyordu. Amerika'nın fethinden sonra nüfus sistematik olarak yokedildi; doksan milyon öldürüldü. Buna hiç gereksinim yoktu, zira yerli halk Avrupalı'ları güzellikle karşılamış ve orada herkes için yeteri kadar toprak vardı. Fakat Avrupalı'lar için işgal yeterli değildi. Aynı trajedi daha sonra Afrika'da da tekrarlandı. Büyük sayıda genç nüfus zorla köleleştirildi. Bunların üçte ikisi gemilerle Avrupa'ya ve oradan da Amerika'ya götürülürken yolda öldü. Dar ,havasız yere fazla insan sıkıştırılmasından ve işkenceden insanlar öldüler. İşgal edilen halklar bu cinayetlere karşı savaştılar ve Avrupalıların korkunç baskı ve cürümleri altında ezildiler. Avusturalya yerlileri de Avrupalı Kolonistlerinin en büyük kurbanlardan biriydi. Onlar B(ritish)- ve C(erman)- silahlarıyla yok edildiler. Bunlar,  Avrupa'nın Güney’i nasıl işgal ettikleri ve sömürgeleştirdiklerine dair yalnızca bir kaç örnektir.

Haçlı seferlerinin başlangıç tarihi 1054'den beri, ABD de dahil olmak üzere Avrupa, Güney'e saldırmaktan geri durmadılar. Bütün bu saldırıların herbiri, insanlığa karşı suçları ve büyük cürümleri beraberinde getirdi. O zamandan beri beyazların Güney'e karşı savaşı hiç durmadı. Soykırım, Avrupa saldırganlığının kuşkusuz ayırdedici uygulaması. Avrupa'lı yazarlar (soykırım) tarihi hakkında tamamıyla suskun kaldılar. Bu kırım ve cinayetlerin resmi olarak tartışılmaması ve kınanmaması trajedinin bir kısmıdır. Bu, aynı zamanda böyle sürdürülmesi isteminin bir kanıtıdır. Tarihteki tek istisna, Yahudilere yönelik, 3. Nazi Alman Yönetimi (Reich) döneminde yapılan soykırımın resmi olarak kabul ve itiraf edilmesidir. Bu istisna kanıtlıyor ki, pek çok tanınmayan ve itiraf edilmeyen soykırımlar vardır. Bunlar doğal olarak tazminat ve zararların bedelini ödememek için kabul edilmemektedirler.

3. Nazi Alman Yönetimi (Reich), Doğu Avrupa'da 20 topluluğu yok etti. Şimdiye kadar hiçbir resmi kanal bunu belirtmedi. Naziler tarafından koğuşturmaya uğratılan, katledilen sadece Yahudiler tanınıyor. Fakat Yahudilere verilen tazminatta bile hala adaletsizlik sürmektedir.  Almanya tarafından İsrail'e ödenen,  3. Reich Nazi Alman (Hitler’in 1933-1945 dönemi) yönetimi döneminde varolan soykırım tazminatı değildir.  O, İsrail'i silahla ve mali yardımlarla güçlendirip Arap bölgesini distabilize etmek için bir emperyalist çıkardır-kazançtır. Demek ki, bu Siyonist toplum yalnızca askeri bir organizasyondur. Üretici bir yapısı yoktur, Batı’dan gelen devlet yardımlarına bağlıdır, özellikle Almanya ve ABD'den gelenlere. İsrail soykırım politikaları lobisine ek olarak  ordusu ve askerleri için finans sağlamaktadır. Böylece askeri (savaş) makine devam etmektedir. Diğerlerine karşı ise değil tazminat olmadığı gibi, adaletsiz tutum sürdürülüyor. En çok çeken kurban da  toplum Filistin  toplumudur.

Batının Güney'e karşı savaşı 1054'den beri durmaksızın devam ediyor. Şimdiye kadar o  yalnızca askerlere değil, herkese karşı savaş yapılıyor. Hatta asıl kurban siviller olmaktadır. Doğrudan topluma saldırarak savaş yapma, ABD'nin standart  doktrinidir.

Bu strateji kendi öz dilinde (1864'den beri kullandığı) "Düşman halk"deyimiyle  biçimlendi. Buna göre, saldırılar sivil ve asker ayırımı yapmaz. Kore ve Vietnam savaşından beri "hedef yoketme" ve "mayınlama" konusunda uygulamalar yaptılar. NATO ve ABD' nin Irak senaryosu gereği, Ocak 1991'den beri su depoları, elektrik santralları ve hastahaneler, okullar, tarlalar, yiyecek depoları, evler, hava ulaşımları, sığınaklar bombalanıyor.Yani, toplumu ve uygarlığını kökten imha ediyorlar. Bu hedeflerin  askeri bir anlamı yoktur; onların amacı ülke nüfusunu toptan demoralize ve diğer toplumları tehdit etmektir.

Bu tür eylemler istisna değil, Batı'nın standard savaş yapma yöntemleridir. Bu, yüksek düzeyde organize edilmiş terörizmdir. Devlet terörizmi ulusal ordular ve daha çok bir terör örgütü olarak varlığını sürdüren NATO eliyle uygulamaya konuluyor.

Son 250 yıllık dönemde Avrupa ve ABD'nin Güney'e saldırıları, halklara yönelik işledikleri suçlar aynı yöntemlerle yineleniyor Uyguladıkları ilkelerin bazıları şöyle özetlenebilir:

1. Zorlayıcı eylemler/müdahale, ambargo uygulamak,abluka altına almak.

2.Otarşiyi (kendi kendine yetme) kırma ve gereksinmelere zarar verme.

3.Alanları harabeye çevirme-alan saldırısı.

4. Mevcut yaşam için normal koşullara izin vermemek.

5.Ülkeyi uzun süre düzelemeyecek şekilde çökertmek(Churchill bunu 100 yıl olarak açıklar).

6.Geri çekilirken düşmanın yararlanmaması için herşeyi yoketme politikası.

7. Kıtlık felaketi politikası.

8. Düşman halk olarak nüfusun (toptan) katledilmesi.

Bunlar Batı'nın Güney'e saldırı yöntemlerinin en önemli olanlarıdır. Bu nedenle Avrupa ve ABD'nin tarihte saygınlıkları yoktur. Bütün bu saldırılar insanlığa karşı işlenmiş suçlardır. Oysa bunlar resmi anlaşmalarla ve uluslararası hukuk tarafından yasaklanmıştır. Fakat ABD ve işbirlikçilerini bu andlaşmalar durduramadı, örneğin Kore ve Vietnam'da yapılanlar. Ayrıca aynı durum Irak savaşında da yineleniyor.

Bu zemin üzerinden açıkca söyleyebiliriz ki, Avrupa kolonyalizmi ve ABD emperyalizmi insanlık tarihinde bir kırılmadır. Tarihte kolonyalizm ve emperyalizmin suçlarının karşılaştırılabilineceği benzer bir durum yoktur.

Yukarıdaki politikalar aynı zamanda Güney'in gelişmesinin nasıl geri bıraktırıldığını ve Kuzey-Güney bölünmesinin nasıl oluştuğunu da gösteriyor.

Süreklilikteki  Süreksizlik

"Süreklilikteki süreksizlik" Evrenselci Tarih Kuramı’nın en önemli parçalarından biridir.

Bu konuda Avrupa merkezci görüşten iki noktada ayrışıyoruz. Birincisi o, tarihte ara vermeler ya da  daha çok “kırılmalar” öneriyor. Biz süreksizlik içinde sürekliliği keşfediyoruz. İkinci nokta, birinci hata ikinciye götürüyor. "Kırılmalar/boşluklar” sadece tarihteki “aralıkları/fasılaları” değil, yeni gelişmelerin de sıfırdan başladığı anlamına gelmektedir; biz bu görüşe katılmıyoruz: Yaratılış yoktan olmaz ya da yoktan var olmaz (no creation ex nihilo).

Bunun anlamı, süreklilik ve süreksizlik üzerine olan tartışmalar her durum için çok dikkatlice incelenmeli; nerede süreklilik, nerede süreksizlik oluyor? Genel olarak konuşulursa, yıkıcı işlem ve eylemler durumunda süreksizlik egemendir, yapıcı eylemlerde ise süreklilik.. Emperyalizm’e gelince, o yıkıcı bir eylem ve uygulamadır.

Burjuva düşüncesine göre bütün egemenlikler insanlık tarihi için doğal ve karekteristiktir. Avrupamerkezci görüşte emperyalizm ya da diğer bir deyişle güç kullanma ve saldırganlıklar tarihin yaygın bir olgusudur. Oldukça tehlikeli bir görüş noktası, emperyalizm sonsuzmuş (ebedi) gibi değerlendirilmektedir: O insanın varoluşuyla birlikte ortaya çıkar. Hatta bu görüşe göre, Homo Sapiens (ilk düşünen insan) de vahşiydi ve diğerlerine şiddet uygulamıştır. Bunun için, Avrupa merkezci düşünceye göre, günümüz emperyalizmi alışılmamış ve hiç de özel bir durum değildir.

Biz bu görüşe katılmıyoruz. Emperyalist düzen ve  uygulanım insanlık tarihinin özel bir olgusu değildir. Tam tersine, insanlık oldukça fazla eşitlikçi, adil ve barışçıl dönemler yaşadı. Farklılıklar elbette ki varoldu , fakat emperyalistik nitelikte değildi.


Onların Anlayışı Emperyalizmin Sürekliliğidir...

Öyleyse Avrupa merkezci tarih değerlendirmesi ile, bizim görüşümüz arasındaki ana farklılığı anlamalıyız. Bu değerlendirme  “Emperyalizm”in açık olduğunu ileri sürmektedir; yani o sürekli vardı. Biz, buna karşı olarak araştırıp, iki sistemin daima birbiriyle yarışmakta olduğunu ileri sürdük: Bunlar, onbir dönem içinde belirttiğimiz krolonojik listemizin en üstünde yer verdiğimiz üniversalist (evrenselci)  ve emperyalist (sömürgeci) sistemlerdir.  Emperyalizm belirli dönemlerde egemen oldu, sonra sınırlı alanlar içinde  sürekli olarak özgürlük hareketleriyle savaştı.

Öte yanda Evrenselci Sistem,  reaksiyoner güçler dışında asla kavgaya girmedi. Bir sistem, Evrenselcilik'ten saptığı, ayrıldığı andan itibaren, karşıtıyla ya da muhalefetle mücadele derhal içindedir. Emperyalizm, doğduğu (Roma dönemi) İ.Ö. 30 yılından itibaren her keresinde, yükselen direniş hareketleriyle karşılaşmış ve ona karşı mücadele etmek zorunda kalmıştır. Emperyalizm her seferinde yenildi. Açıkçası, onun geri gelmesini önleyecek yeterlikte güç harcanmadı. Emperyalizmin sürekliliği görecelidir, onun süreksizliğinden dolayı direnişler tarafından sonlandırdı.

Emperyalizmin kendi içindeki sorun, bir tarafta sürekliliği, öbür tarafta süreksizliği, yani sürekli olmayışıdır. Batı emperyalizminin uygulamaları, onun çıkışından itibaren tek bir örnek olması; tarihte kendilerinin öncesi yok, ayrıca başka sistemlerde de benzeri yok. Gerçeklerin mantığına üstün olan mantık yoktur. Biz, son dönem emperyalizmini inceleyelim:

Emperyalizm'i Anlamak:

Militarizm ve emperyalizm

Savaş yapmaya ilişkin konu “anlaşmazlık araştırma” grubuna aittir. Göreceli olarak Batı’daki en çok para ayrılan araştırma bu konudadır. Nedeni oldukça açık. Bu dal kendi varoluş nedenini, savaşların önlenmesi bakımından anlaşmazlık çözümleri araştırma olarak ileri sürmekte. Bu haklı gerekçe saf  beklentileri tatmin edebilir. Fakat gerçekte, “anlaşmazlık araştırması”(grupları), onları savaş yapmaya ve aracılığı haklı çıkaran bir duruma getirmek için potansiyel çekişmeleri/itilafları incelemektedir.

Literatürü  gözden geçirirken biz, kabul edilebilir “Militarizm üzerine bir Teori”nin varlığını göremedik. Kuşkusuz, bazı yazarlar (böyle) bir kuramın varolduğunu ileri sürüyorlar. Ancak gerçekte, ne ciddi bir inceleme ne de tamamıyla "savaş" yapmaya ilişkin bulunan bir kuram/teori yoktur. Bunun nedeni açıktır: Emperyalizm, halkın hatta elit tabakanın bile militarizmi anlamasını ve onun akılcı bir biçimde yansıtılmasını istememektedir.

Bazı yazarlar militarizmin –diğer anlamlarının yanında- politikaların tamamlayıcısı  olduğunu düşünmektedir (Clausewitz).  Bazıları ise militarizmi olasılıkla bir şeytan,  fakat gerekli bir düzenleyici yöntemi olarak değerlendiriyorlar. Yine bir kısım yazarlar, savaşları günlük ve kaçınılmaz –birlikte yaşadığımız- olaylar sayarken; diğer bazıları militarizmi ve emperyalizmi oldukça karmaşık olarak açıklamaktadırlar. Savaşlar çıktığı  zaman, tarihsel ilişkiler (dikkate) alınmadan bazı şeylerden ayrı tutulurlar. Genel olarak söylersek iyi yapılmış bir  “Militarizm Teorisi” yoktur.

Büyük çoğunlukta yazarlar belirli savaşlar, muharebeler dizisi,  yoğun askeri politikalar ve eylemler, savaş malzemelerinin üretimi ve ekonomisi-örneğin ihracat-ithalat ekonomisi- üzerinde tartışmalar yapıyorlar; ama ortak ve genel bir bilgi kuramı, “savaş üzerinde bir kuram” diye birşey gerçekten yoktur.

Bu arada, burjuva kesiminde neden savaşa ilişkin bir başarısızlığın varolduğunu da anlayabiliyoruz. Solcuların bu boşluğu neden doldurmadıkları, tam anlaşılır durumda değildir. Hatta Marks'ın kendisi de bunu analiz etmeyi çalışmadı, hatta başlamayı bile denemedi. Oysa Marks'ın (1818-83) ve Engels’in(1820-95) yaşamı, tarihte o zamana kadar görülmemiş saldırgan savaşların olduğu döneme rastlamıştır. Bu savaşlar nedeniyle Avrupa sömürgeciliği ve Batı emperyalizmi kuruldu, ama ne Marks ne de Engels, bu somut  tarihsel durumla ilgili olmadılar; bazı meydan savaşları üzerine yazmış oldukları birkaç yoruma rağmen, ilkesel söylemler içinde  olguları asla yansıtmadı ve tarih içindeki gerçeklik için bir kuram üretmediler. Onlar somut durumdan habersiz kaldı, fakat  “mal-emtia”, “değer”, artık değer” ve “(sermaye)birikimi” soyut söylemlerle hareket ettiler ve bunun için Marks deri ve pamuğu ele aldı, ama askeri üretimi değil.

Solcular tarafından verilen, fakat burjuva kesimi tarafından da alınan genel yanıt, “kriz yönetimi”dir. Bu gerçekten hem herşeyi açıklamakta, hem hiçbirşeyi. Örneğin o, neden askerlerin 1942-43 yılında  Stalingrad’da kitle halinde ölmeye hazır olduklarını ya da diğer milyonlarcası, sonunda öldürülecek (olan) diğerlerini  öldürmeyi kabul ettiklerini açıklayabilir. Bu, savaşa ilişkin birkaç antropolojik sorulardan yalnızca biridir. Başka yaklaşımlar daha birçok soruları doğurur.

Net sonuç: Savaş hakkında teori, kuram  yapılanması ve antropolojik, tarihsel, toplumsal, siyasal, kültürel verilere ulaşmak ve de kuramsal deyimler içinde savaşın son ekonomik açıklaması, hem burjuva hem de Marksist düşüncede ihmal edilmektedir.

Ayrıca, varolan sınırlı kuramsal girişimler öneri getirmiyor, birşey sunmamakta; olasıyla onlar nedensellikleri bile incelemiyorlar (örneğin “petrol için savaş” gibi yakın bir açıklamayı, belli bir basit yöntemle değil, fakat tüm olasılıklarıyla savaşı köklere, temele dayalı, yani radikal sonuçlara götürecek yöntem içinde yapmak gerekir). Onlar sadace olgusal mantık çerçevesinde (phenomenological) bir açıklamayla yetinmektedir. Bir olay olarak üstükörü bir savaş anlayışını yineleyip duruyorlar. Bundan başka, savaş yapanların haklı çıkarılması için basit bir yöntemle onu (savaşı) açıklamakta ısrarlılar. Akademik siyasal sahnelerle, gerçekten konunun köklerine, derinliklerine kadar tam olarak girilmez ve neden-sonuç ilişkileri üzerinde kurulu tezlerden çıkarılıp verilmez. Daha da  önemlisi, savaşların sonsuza kadar (ebedi) nasıl önleneceği, hem militarizmin hem de emperyalizmin nasıl yenileceği ilkesi doğrultusunda bir kuram işletilmiyor.

Biz bu paragraflarda, bir yanda saldırı/baskı, öbür yanda hükmetmek ve sömürmek arasındaki ilişkileri bulma ve açıklamayı denemekteyiz. Bu görüldüğü kadar apaçık değildir. Çünkü biz eğer Irak’ın petroluna gereksinim duyulduğunu söylüyorsak, savaş yapmamız  değil, dostluk ve dayanışma içinde çıkarların değişimiyle karşılıklı yararlanma ve ortaklık ruhuyla yaklaşıp Irak ile barış yapmak gerekiyordu. Barışsal değişim ya da değiştokuş ve ortaklık etme -çok daha ucuzluğa ek olarak savaş güvenlik vermezken, üstelik petrolü de hepten tüketirken-, kuşkusuz daha güvenilir bir durumdur. Ordu petrol alanlarını denetim altında tutsa bile, petrolu güvenceye alamaz; o sırada  saldırganlara karşı petrol üzerinde dönüşlü olarak yapılan sabotajlardan dolayı -ki  kolayca yangın çıkarılabilir-  düştüğü durumlarda kendisini koruyamıyacak direniş oldukça yoğun olacaktır

Şu halde “nedensellikleri keşfetme”, “petrol savaşı” örneği için bir tuzak olabilir. Böylesi  nedensellikler tehlikeli bile olabilir, onlar bir çeşit sessiz kabulu teşvik edebilir. Bir savaş, saldırma nedeni  için petrola gönderme yapılarak açıklanabilir. Herkesin petrola gereksinmesi vardır. Sonra savaş, en azından sessizce haklı çıkarılır. Herkes artık, savaş için geçerli bir neden bulunduğundan dolayı tatmin edilmiştir. Böylesine basit bir düşünme yöntemi bir süre için doyurucu gelebilir, ancak inandırıcı olmadığı  için  bir sonuç gibi yansıtılamaz. Kore ve Vietnam’ın hiç petrolü yoktur. Oysa bu ükelere karşı otuz yıl boyunca savaşlar yaptılar.

Biz nedenselliklerin rolünü yadsımıyoruz. Örnek olarak söylersek, ABD’nin  ana enerji kaynağı olarak  tüm  petrol kaynaklarını ya da en önemli savaş araç-gereçlerini, yine örneğin “Bakır”ı denetim altında tuttuğu varsayılabilir; sonra onların sayesinde herkesin ve her devletin haklarını gasbetmeye muktedir Dünya İmparator’u (Imperator mundi), Dünyanın efendileri olacaktır. Bu mantıksaldır, fakat savaş yapmayı açıklamaz. Zira savaş meydanlarında ölenler de öldürenler de dünyanın efendileri asla olmayacaktır. Onlar kurbanlar tarafından da sevilmiyecekler. Kaybolan sevgi, asla herhangi bir zenginlikle ödüllendirilemez. Bununla birlikte herhangi bir hedefi olan savaşta ölenler, savaştan kazançlı çıkanlarla özdeşleştirilmez.

Militarizm

Tanımlama: Herşeyden önce “Militarizm” deyimini tanımlayalım. Biz  bütün halkların kendi hakların savunmayı ve  herhangibir saldırgana ya da kendi egemenlikleri, bağımsızlıklarına, özgürlük ve kaynaklarına  yapılan saldırılara karşı direnmeyi “Militarizm” sözcüğüyle ifade etmiyoruz. Bizim  sözettiğimiz “Militarizm”, diğer halklara saldırmak, baskı ve sömürüyle onları yıpratan-yoksullaştıran savaş makinesine sahip saldırgan amaçlı ordu ve askerlerden bir makina yapılanmasıdır; devletin kurumsallaştırdığı bir  meslek olarak savaşma, savaş yapma aracıdır. Esas olarak buradaki savaş gerekli bir şeytan değildir. Potansiyal (içgüçsel) mücadeleler incelenmeli ve bir saldırının haklılığı ya da doğrulanması keşfedilmelidir,  Son yüzyıllık zaman diliminde, Almanya, Fransa ve İngiltere ve  son altmış yıl içinde de özellikle ABD  gibi baskıcı ve saldırgan devletlerin nasıl kolayca böyle durumlar yaratmaya muktedir olduğu korkunç gelişmeleri dikkatle inceledik. Böyle durumlar gerçekte varolmasa bile –bana göre- kışkırtmalar, askeri propagandalar ve kitle iletişim araçları (mass medias) aracılığıyla yaratılmaktadır. Saldırgan devletler askeri bir yapı üzerinde kurulur. Onların savaşlara gereksinimi vardır ve mümkünse her zaman, heryerde tüm silahları kullanarak onları yapar. Militarizm, emperyalizmin aracıdır diye kısa bir tanımlama yapabiliriz.

Geçmişe-geriye bakış: Saldıganlık politikaları Haçlılar olarak 1054’de başladı. O zamandan beri asla ara verilmedi, dur-durak bilmedi.Yangına yakalanıldığında, başarı sınırlıdır ve bütün durumlarda o, sonraki saldırı için kullanılır. Haçlı saldırıları, Endülüs’e karşı “Reconquista”nın başladığı 1492’ye kadar artarak yükseldi. “Reconquista”nın hemen ardından 1492’de Amerika’ya karşı  “Conquest”(Fetih) başladı. 1798 yılında Mısır’a karşı girişilen  Avrupalı sömürgeci saldırılarla yeni bir nitelik başladı. Çünkü bu girişim saldırgan Avrupa için bir başarısızlık olduğudan dolayı, 1815 Viyana ve 1840  Quadruple (Dörtlü) konferansları aracılığıyla yeniden örgütlenme yapıldı.

Daha sonraki iki kongrede, yani Berlin 1878  ve Berlin 1884’de küresel askeri saldırı için giriş/başlangıç yapıldı: 1945 yılından itibaren saldırgan Avrupa devletleri, anti-emperyalist mücadeleler aracılığıyla çok fazla yıpratıldı. O zamandan beri, Nato ve Nato’ya bağlı devlerin desteğiyle ABD saldırgan devlet önderliğini yapmaktadır. Bu küresel strateji aşaması hala sürüyor. Onu yöneten güçler, başta Batı Avrupa’yla uyum içinde olan ABD’dir.  Bu politik sistemler, “Askeri Endüstri Kompleksi” aracılığıyla her çeşit silah üretimi üzerinde temellendirilmiştir. Onların en büyüğü ve politik güçleri de tekelinde tutan ABD’nin AEK (Askeri Endüstri Kompleksi)’dir. AEK, ABD’de ana ekonomik sektördür. ABD içinde ve kısmen dışnda (görülmeden) gerçek  politika yapan odur. İki ABD siyasi partisinin değişen yönetici kadrosunun gerisinde sürekli siyaset yapımcısı AEK’dir; bu durum hükümetlerle birlikte değişmez ve her başkanın yönetimini o düzenler, karşıtı olamaz.

Kuzey Amerika ve Batı Avrupa’daki (Kuzeybatı Grubu) tüm bu saldırgan güçler  Nato içinde birleşmiştir. Böylece AEK, Devlet ve Nato arasında organik bir birlik (unity) oluşturulmuştur.

En başından beri ABD, ne birlikte yaşama (işbirliği) ne de iyi niyet deneyerek barış yapamadığı bütün ülkelere, sürekli olarak savaş götürmektedir. Savaşın bir hükümet ya da bir yönetimin bazı kişileri, örneğin ABD Başkanı, onun, olasılıkla Pentagon dahil savunma bakanı  tarafından yapıldığına inanmak genel bir basitleştirmedir. Savaş yapmak üzerine kurulmuş olan sistem, bildiğimiz gibi, şimdi Batı Avrupa ve ABD’de toplumun bütün kurumlarına yansıtılarak dayatılmıştır; örneğin Okullar, kültür, boş vakit geçirme (eğlence) endütrisi, edebiyat, kısacası toplumun bütün sektörlerine.. Kitle iletişim araçları, en önemli emperyalist savaş yapım silahlarından biridir. Savaşı onlar hazırlamakta, savaşa eşlik etmekte ve bir sonrakininin hazırlığı için savaş incelemelerini yapmaktadır. Dünya ise son savaştan sonra ve gelecek savaştan önce yaşayan bir kurban olarak savaşa katılıyor!

Saldırganlık Kültürü

Bir saldırı, savaş duyurusuyla  başlatılmaz, başka türlü de işlemez. Örneğin ABD ve Nato’ya bağlı saldırgan diğer devletler gibi profesyonel savaşçı bir devlet çok daha derinden saldırıya başlaması gerekir. Bütün kültür, eğitim, sanat, bilimler, boş vakitleri değerlendirme, sinema (Hollywood), tiyatro bile askerleştirmeli, militarize edilmelidir. Moral ve güzel ahlak insan davranışlarına yön vermemelidir. Bireyin kendisi de saldırgandır. O, savaş yapan makrokosmosun tam bir mikrokosmosudur. İnsan bağlı olduğu saldırgan devletin birimidir. Bu savaş yapan toplumda insancıl değerlere yer yoktur. Onlar hala mevcuttur, ama sadece ikiyüzlülük (riyakarlık) hedefleri için.

Askeri toplumda bireyin psikolojisi, kurulmuş kişilik olarak şiddet ile gelişir. Ancak bozulmuş bireyler, başkalarını bozmaya, yıkmaya muktedir olabilir. Ve yalnızca bozulmuş bir toplum diğerini  haklarını bozabilir. Saldırgan ve baskıcı bir devletin kendisi kollektif ahlakça çökmüş, insani bakımdan çökmüştür. Savaş yapmak bütün günahları, suçları ve olası cürüm ve cinayetleri birleştirir. Savaş önce evde, gerçeği, empati ve dayanışmayı kısacası hertürlü insancıl değeri sevmeyi terkedip, güzel ahlak ve morali bozarak başlar. İflas sadece devlet düzeyinde (örneğin CIA içinde) mevcut değildir; o aynı zamanda eğitim, bilimler, iletişim ve kitlesel iletişim araçları ve halka ait her çeşit kurumlar benzeri  diğer bütün boyutlarda  da egemen olur.

Emperyalist toplum ile emperyalist birey arasındaki gittikçe artan karşılıklı ilişkileri ortaya çıkarıyoruz. Makro-mikro kosmos (büyük-küçük evren) karşılıklı olarak kendikendilerini yeniden üretiyorlar. Saldırgan bir devlete hoşgörü gösteren bir toplum- savaş yapmaya, istila ve saldırılara karşı ciddi biçimde namusluca direnenler dışında- tamamıyla çürümüştür.

Saldırganlık çürümüşlüğün en yüksek derecesidir. Muharebe alanlarında öldüren ve kendilerini öldürülme riskine atan askerler, kokuşmuş derin bir çürümenin son adımı, son durağı olan saldıran savaşın tam ön safında bulunmaktadır. Sonuçta onlar sadece otomatik olarak ateş ederler ve devlet dahil, toplum, ekonomi, siyaset, kitle iletişim araçları ve de toplumsal ve bireysel yaşamın bütün diğer sektörlerinin askeri makinesinin yalnızca tamamlayıcı bir parçası, aksesuarıdır. Görevi sadece savaş yapmak ve  saldırgan ordu için asker sağlayabilmektir. Sonra mümkün olduğunca işlerini Emperyalizm ve Militarizm için  yapmaktır:

Diğer halkları kuşatmadan /işgalden önce, kendi halkının zihinleri işgal edilmelidir!

Emperyalizm  halklara karşı yalnızca militarizmin araçlarıyla savaşmıyor. O aynı zamanda, psikoloji, iletişim ve “bilgilendirme” araçlarıyla kültürel cephe üzerinde de savaş yapıyor. “Bilgilendirme/bilgi toplama kuramı -Information Theory” ve  “İletişim kuramı- Communication Theory” köken olarak askeri araştırmalar ürünüdür. Zaten bütün bilimler de topyekün savaş için kullanılmaktadır. Emperyalizm sadece profesyonel katiller değili, aynı zamanda, herhangi bir yer ve zamanda herçeşit silahları kullanarak savaş yapmaya hazır olan bir saldırganlık kültürü ve toplumu da yarattı. Bu cinayet mesleğinde nedenler ikinci plandadır. Onlar herzaman bulunabilir; Akademik araştırmalar tarafından yaratılır, devlet temsilcilerinin genel konuşmaları içinde iletilir, fakat savaş dili, savaş psikolojisi ve sosyolojisi içinde, hepsi sıralanmasa da en azından “felaket psikolojisi ve sosyolojisi” içerisinde uzmanlar tarafından yazılır.

ABD kendi sınırlarından çok uzakta olan , Kore, Vietnam, Irak, Yugoslaya, Somali gibi ülkelere saldırıp, onların varoluş temelini ve kültürünü yıkarken, ABD’de yaşayan halk, binlerce mil uzaktaki bu saldırıların vatanlarında kendilerini korumak için olduğuna inanmaktadır. Ayrıca onlar, savaşın kendilerine yüksek bir yaşam standardı güvencesi verdiğine de inanıyorlar. Savaş, işleri büyütüp geliştirir. Saldırganlık, anavatanda rahatı-sakinliği sağladığı için sürdürülüyor

Sevinç ve zevk çabayla ilgilidir.  Saldırılarıyı benimseyip kabul eden  bir halk çoğunluğu (nüfus), diğerlerini yıkımına sessiz kalan halk, insanlık bakımından kendi kendisini yıkıma götürmektedir.

Emperyalizm’de Devlet

Emperyalist devlet militarizm temeli üzerine kurulmuştur. Emperyalizm, o toplumdaki üretim yöntemidir. Emperyalist toplum içindeki ulusal ekonomiler- akedemik ve Marksist ekonomilerin de ileri sürdüğü gibi- aslında malların ve değerlerin değişimine bağı(m)lı değil, fakat savaş yapma amaçlı silahların üretimine bağlıdır. Bu sistem, ne değer ne de emtia/malların değişimine, fakat diğer halkların üretimlerini ve kaynaklarının soyulmasına bağlıdır. Bu parazitliktir, üreticilik değildir; o, artık-değer yaratmaksızın tüketmektedir. Devlet esas olarak, sömürü ve saldırganlığı uygulamak için güç kazanmış, iktidardadır. Devletin diğer bütün servisleri- (diplomasi, en üst yapısı, eğitim, sağlık, sosyal bakımı vb.) savaş yapmanın  emrinde, savaşa göre ikinci plandadır. Sivil üretim bile militarizmle ilişkilidir. O, diğer ekonomistler kadar Marks’ın “Kapital”inde, “kapitalist” dediği emperyalist devlet içinde üretim, genel olarak artık-değer üretilmesine bağlıdır, iddiasından tamamıyla farklıdır. Savaş yaratmaz, savaş değerleri yıkar-tahribeder; onları kitlesel ve geri dönülmez biçimde yakıp-yıkar, yokeder.

Bunun için saldırgan – kurbanlarını yendiği durumda- sömürür ya da daha doğrusu onları soyup soğana çevirmekte. Çalışma-işyapma yerine genç insanlar asker olarak yaşamaktadır. Emperyalist devletin zenginliği, ilkesel olarak zorbalık/şiddet, soygun ve sürekli talanlarla birikir/oluşur. Bundan dolayı ABD, giderek artan büyüklükte ham madde miktarına ve endüstri üretimine sahip olmaktadır, Fakat ABD, onlara gereksinim olan diğer halkların elinden zorla almış, gasbetmiş olarak kullanıyor. İnsan emeği bile bu gasbın içindedir.

Emperyalist toplumun yaşam yolu parazitlik, başkalarının üstünden geçinmektir. Kuşkusuz o, hiçbir zaman bu parazit yaşam yolunu kendi seçimiyle değiştirmeye hazır olmayacaktır. İşte bunun için biz, Marks’ın devlete ilişkin kuramıyla hemfikir değiliz. Batı’da devlet militarizm temelinde kurulmuş ve parazittir. Onun ideolojisi –ya da Marks’ın terimiyle- üst yapısı ırkçılık ve ikilemciliktir. Dünyanın sömürenler ve sömürülenler, Kuzey ve Güney olarak ikiye ayrılması işte budur.

NATO

04. 04. 1949 tarihinde kurulmuş olan Kuzey Atlantik Andlaşması Organizasyonu (NATO), Emperyalizmin en saldırgan emperyalist devletlerin ulusal ordularıyla birliktir. Türkiye, 1952 yılından beri Nato üyesidir. Doğu Avrupa “Tarihsel Sosyalizm”inin varolduğu dönemde NATO, Sovyetler Birliği ve diğer Sosyalist devletlerin, barışçıl dış politikalar ve birlikte yaşama ilkesini benimseyip uygulamaları gerçeğine rağmen, bir güçler dengesi istemiyle varlığına haklılık kazandırdı.

Olaylar, NATO’nun kuruluşundan 6 yıl kadar sonra 14. 05. 1955) Varşova Paktı’nın kurulmasını getirdi. Varşova Paktı üyeleri bu durumda, NATO’nun üstlendiği aynı adımı çözmeğe hazır olduğunu bildirdi. NATO ise Doğu’nun bildirimini iyi karşıladı, ama tam tersini uygulamaya koydu. Militarizmi güçlendirerek yanıtladı: 12.12.1979’da, 108 Pershing II atom (başlıklı) Füzeler, 464 Cruise Roketlerini içeren NATO-Doppel- Kararları alındı. Ayrıca bu kararlara “Doppel” adını veren ulusal orduların güçlendirilmesi de hızlandırıldı. Sosyalist ülkeler silahsızlanma  ve askersizleştirme (demilitarisation) önerilerini yinelediler. Bunlar şükranla-kadirbilirlikle karşılanmalıydı, fakat Batı askeri politikalarını sürdürdü. 1985’ten itibaren  Gorbaçov’un yönetimi sırasında Sovyetler Birliği, Batı’da büyük sevinçle karşılanan “Zero Option” (Sıfır Seçenek) diye bilinen büyük adımlar atıldı.

Ondan sonra bile Emperyalist blokta hiçbirşey olmadı; askerleri ve orduları azaltmak yönünde  ya da askeri bütçe harcamalarını daraltan örnekler gibi herhangi bir karşılıklı adım atılmadı. Batı’nın ikiyüzlü politikaları, Varşova Paktı’nın bizzat uygulamalı olarak çözüme başladığından beri -Tarihsel Sosyalizm hala iktidarda olduğu zamanda ve hatta 1989 Prag Bildiriminde de geçerliydi- açıkça ortadadır. Varşova Paktı 30. 06. 1991’de tamamıyla ve sonsuz olarak çözüldü.

Dünya çapında halk kitleleri ve uluslararası kamuoyu, varlık nedeni ortadan kalkması dolayısıyla NATO’nun da buna koşut olarak çözülmesini talebetti. NATO devletleri içindeki barış örgütleri bile NATO’nun ortadan kalkmasını istemektedirler. Bu talep, kitlelerin ölümü ve savaş olan NATO için anakronik (zamana uyumsuz, zamansız) değildir. Onun ortadan kalkması Dünya barışı ve insanlığın güvencesi için kaçınılmaz bir önkoşuldur. Birleşik Devletler’deki barış hareketleri bile NATO’nun çözülmesini talebetti. ABD Savunma bakanlığının yanıtı  saldırganlıktan çok (az da olsa) savunmacıydı. O sadece NATO’nun varlığından dolayı değil, operasyonlarının derecesinin artırılmasından dolayı da özür diledi. NATO’nun artık kendi statüsüne bağlı kalmak zorunluğu olmayacak: saldıran olarak değil, fakat sadece saldırıldığı zaman tepki göstererek harekete geçecektir. Bir “Savunma örgütü” olarak kendini tanımladığı halde, başlangıçtan beri saldırgan oldu. Bu saldırıcılık deyimleri içinde de sunulmamalı, çünkü saldırganlıklar kamuoyuna haklı gösterilemez. Bu nedenle ABD Savunma Bakanlığı 1990’da resmen şimdi artık NATO’nun görevi, kendi sınırları dışında, yani “Alan dışı ya da İş dışı” operasyon yapmak olmasını  istedi.

Biz bu yanıtı daha açık biçimde uygulama sırasında anlıyoruz: NATO pek çok ülkeye karşı saldırılarını sürdürüyordu: 1991’den beri Irak’a, 1992’den beri Yugoslavya’ya, 2001’den beri Afganistan’a ki bunlar NATO’nun kurbanlarının tamamı değil. NATO gerçekten tarih içinde varolmuş en büyük cinayet ve terror örgütüdür.

NATO içindeki  iki ana grup üyelerini birbirinden ayırmak zorundayız: Bir yanda  ABD, İngiltere, Almanya vb. gibi saldırgan üyeler ve diğer yanda destek için kullanılan üyeler. Sonuncu grup üyelerin statüsü, NATO askeri gücü tarafından uygulamada onların işgal sırasında bile kullanılmasıdır. Örneğin Yunanistan, Türkiye, Portekiz, İspanya, İrlanda, Danimarka ve Polonya böyle ülkelerdir.

NATO kendi askeri güçleri olan bir organizasyon olarak mevcut değildir.  Saldırılar ulusal ordulara ait birliklerce yapılır, fakat genellikle bir kumandan altında ve çoğunlukla da ABD askeri  yanlısı tarafından.

NATO için eğer ekonomik endüstriyel temel MİC ise, o her emperyalist devletin görülmez hükümetidir ve özellikle de ABD’nin.

MIC (Military Industrial Complex) 

Emperyalist devletlerde üretim  askeri üretimdir, askeri yapı(da) anlatıldığı gibi sivil sektör bile. Hem askeri hem de sivil temel endüstrisi eşdeğerdir. Bir sivil araba ya da bir tank emirle oluşturulan bir program tarafından  hemen üretilebilir, aynı şekilde sivillerin kullanımı ya da savaş yapmak için bir aircraft (hava yastıklı bot) da yapılabilir. Ancak sivil üretimler de aslında savaş için örgütlenen bir toplum hizmetine yapılmaktadır. Genel olarak ekonomilere askeri seçkilerle yön verilir. Sivil yönetim askeri kurumla ilişkilidir; onların herikisi de militarist devlet tarafından birleştirilir. Böylece savaş yapımı onun ana hedefi olur. Kısacası askeri kurum sivil yaşam hakkında da karar vermektedir.

Emperyalizmde toplumun temel ekonomik organizasyonu bu Askeri Endüstri Kompleksi’dir. O, savaş için  sivil yaşam için de üretim yapar.

Tezlerle Emperyalizme İlişkin Evrenselci Kuram (3)

(Özet)

1. Emperyalizm, “üretim ilişkileri”yle kendikendini doğurmaz (autogenic değil), insanın ortaya çıkışıyla ilgilidir (anthropogenic”dir).

2. Emperyalizm aşamaların birbirini izlediği bir zorunluluk (“historical determinism”) değildir Emperyalizm meydana gelebilir ve –koruma, savunma, direniş ve anti-emperyalist mücadeleyle- önlenebilir.

3. Emperyalizm, tarih içinde üretim ilişkilerinin gelişmesi süresinde, örneğin, bir yasal aşama olarak miras kalmış değildir. Emperyalizm, gelişimleri birbirini izleyen üretim hareketi gibi gören kuramsal Marksist tarih anlayışından da doğmaz.

4. Sosyalizme geçiş ekonomik yasa aracalığıyla değildir. Emperyalizmin sosyalizm için gerekli bir adım olduğunu ileri sürmek (V.İ.Lenin) yanlıştır. Emperyalizm ve Sosyalizm dahi, halk onlardan herhangi biri için yeteri kadar savaşım verdiği herhangi bir zamanda oluşabilir/varolabilir.

5. Emperyalizmde ekonomik ilişkiler nomistik (yasalara uygun) değil, fakat şiddetle ilişkilidir.

6. Emperyalizm insanlar tarafından alınan politik kararlarla oluşur.

7.Emperyalizm militarizmin araçlarıyla, şiddet ile uygulanır. Emperyalizm asıl olarak, diğer halklara karşı, onları bağımlı kılmak için, kendilerini ve kaynaklarını sömürmek amacındaki istilacılardan gelen şiddete dayalı  saldırı eylemleriyle oluşmaktadır,

8. Emperyalizm bir üretim ilişkisi değil, şiddet ilşkisidir.

9. “Emperyalist Oligarşi”: Emperyalizm, örgütlenmiş ekonomik emperyalist oligarşinin belirleyip yönlendirdiği devlet tarafından yapılır. Bu grubun ekonomik kurumu Askeri Endüstri Kompleksi (MIC)dir. Emperyalizmde egemen sınıf, saldırgan beyaz askeri oligarşidir.

10. Emperyalizm üretici değil, Parazit’tir.

11. Emperyalizm üreten değil, fakat eşya ve emtiayı, değerleri, artık değerleri yıkıp yokedendir. Emperyalizm saldırganlık ve savaşa bağlı olduğu için, o, ürünlerin-üretilenlerin sürekli yokedicisidir.

12. Ekonomik Kriz”: Bu ürünler gerigetirilmez biçimde yokedilirler. Şu halde silahlanma ürünlerinin temelinde (sermaye ) birikimi yoktur. Ekonomik krizin gerçek nedeni budur (Marksizm açıklamayı başaramamıştır).

13. Başarışızlık: Savaş ve saldırganlıkları izleyen başarı/refah, bunalımdan ya da çeşitli olayların biraraya gelmesinden doğan gelişme olduğu için yanlış olarak açıklanmaktadır. O, yenilgiye uğratılmış ülkelerin soyulmasıyla oluşur, neden budur.

14. Savaş Ekonomileri her çeşit savaş iş dallarına bağlı olarak gelişir. Bu düzenlemeler örtülü olmayan (açık) devlet ödemeleriyle finanse edilmektedir. Demek ki gelişim hayalidir, sahtedir; peşpeşe enflasyon gelir.

15. Kendine özgü parasal enflasyonla birlikte ekonomik krizin en önemli belirtisi olan Enflasyon, savaşın ve değerleri yoketmeyi sürdürmenin sonucudur. Bu çeşit ekonomik kriz, örneğin enflasyon olarak, gözle görülür biçimde kendini gösterir. Emperyalizmin savaş hedeflerini izleme durumunda açık kriz gerçekleşmez.

16. Ekonomik kriz  görünmeyen durumdaysa, emperyalizm için saldırganlık hedefine ulaşmıştır; çünkü emperyalizmin kayıpları yenilen ülkelerin kaynaklarının talan ve soygunuyla yerine konulmuştur. Bu karşılık (tazmin), yenilmiş ülkeye ekonomik kriz ihracı anlamına gelir.

17. Süregen (kronik) kriz: Her iki durumda –açık ve görünmeyen-da ekonomik krizler, emperyalist ekonomilerin üretken değil, savaş aracılığıyla yıkıcı olmasından dolayı ortaya çıkar. Değerler geri çevrilmez, dönüş yapamaz biçimde tamamıyla yokedilmiş. Ekonomilerin dönüşümü harabolmuştur.

18. Toplumsal temel: Emperyalizmin kendi toplumsal temeli de çürüktür. Bu grup (temel toplum) generaller, subay ve asker toplama (yazımı) için gizli güçtür (potential), fakat hizmet ve ihtiyaç sektöründekiler de, kitle iletişiminde  ve savaşla ilgili diğer tüm dallarda çalışanlar için de aynıdır.

19. Devlet, kendi halkını ahlak, moral ve insanlık bakımından yıkıntıya uğratmadan önce diğer bir devleti yıkmaya muktedir olamaz; diğer halkları boyunduruk altına alması için, kendi ahlak çöküntüsü  esastır. Bir birey dahi önce kendisi (her bakımından) çökmüş olmalı ki, başkalarını  çökertmeye, yıkmaya muktedir olabilsin.

20.Şiddet sürdüğü sürece barış olmaz: Emperyalizm güçlerini denediği, eyleme geçirdiği sür(dürmesi koşuluyla)ece vardır. Ne barış yapabilir ne de barış yapmaya hazır olabilir, çünkü emperyalizm için barış savaştan daha tehlikelidir.

21. Emperyalist uygarlık yoktur: İşte bunun için emperyalizm çıkışlı yeni bir uygarlık ya da uygarlık alanında yenilenme yükselmesi olanaksızdır. (Lenin’in ileri sürdüğü gibi) ne  sosyalizme ne de diğer bir uygarlığa ait  herhangi bir düşünce-fikir emperyalizmden doğmuş olamaz  Yalnızca emperyalizme karşı mücadele edenler insanlık ve uygarlığın taşıyıcısıdır. Onlar kendi özgürlüklerini kazanırken, emperyalizm temelindeki tüm toplumu da özgürleştirirler.

22. En önemli olan emperyalizmin yenibilirliği gerçeğidir; yeterli bilinç ve örgütlülük oluşturulup, halklar eyleme geçmeye hazır olur olmaz bu gerçekleştirilecektir. Evrenselci bilim, “Kuram-Eylem-İlişki (Theory-Practice-Relation)” üzerinde ısrarcı olmasıyla üstünlük kazanmaktadır. Emperyalizmi kuramsal olarak tartışmak, onun nasıl yenileceği/altedileceği sorunuyla eşdeğerdir.

Antiemperyalist Savaşımla Karşılıklı İlişki-bağlantı Sağlama

Marksizm ve tarihsel Materyalizm, “nesnel(objective) olan, öznel/düşünce-bilinç(subjective) hakkında karar verir” ilkesinden başlarken, Üniversalizm (Evrenselcici kuram) tam bunun karşısındadır.  Evrenselcilik bilinç(subjective) ögesine vurgu yapar. Bilinç-us, nesnel olayı belirler. Bilinç ve irade yaşam yolu ve varoluş hakkında yargıya varabilir, ayrıca “üretim ilişkileri” üzerinde de karar verendir o. Üniversalizm, yani Evrenselcilik, kırılmalar ikinci derecedeyken tarih içinde  egemen olarak  sürekliliği düşünür. Halklar asla özgürlüklerine aykırılık-almaşıklar (alternatives) kabul etmezler. Bu seçki daima canlıdır. Üniversalizm-Evrenselcilik başlangıcından beri devam ederken,  emperyalizm insanlık tarihinin bir duraklaması ve kesintisidir.

Evrenselci kuram subjektif (öznel) öge üzerinde daha fazla vurgu yapar. Erkekler ve kadınlar karar verirler ve emperyalizm yenilebilir. Sonra zaten o, insan eylemiyle düşmeye başlayacaktır ve onun yenilgisi halkların iradesine bağımlıdır. Emperyalist sistem yalnızca iki bin yıl boyunca mevcut olmuştur. Bunlar 24 saatlık insanlık yaşının 29 saniyesinden ibarettir. Emperyalizm ne sonsuza kadar, ne de çok uzun ömürlüdür.

Günümüz dünyasının ana çelişkisi, kuşkusuz emperyalizm ile anti-emperyalizmdir. Hiçkimse bu karşıtlığın dışında değildir. Emperyalizm ne barışa hazırdır ne de barış yapmaya ve birlikte yaşamaya  muktedir olabilir. Yukarıda söylediğimizi bir daha yineleyelim: Barış emperyalizm için savaştan çok daha tehlikelidir. Batı’da devlet militarizm ve parazitlik üzerinde kurulmuştur. Onun ideolojisi –Marksist deyimle- üstyapısı, ırkçılık ve ikilemciliktir. Dünyanın, sömürenler ve sömürülenler, Kuzay ve Güney içinde ikiye bölünmesi budur. Böyle olunca, uluslararası dostluk ilişkileri, barış içinde birlikte yaşama, eşit gelişim ve herkes için eşit yaşam standartı, ticaret ilişkilerinde  ve değer değisiminde adalet; halkların, kültürleri ve ülkelerin eşitliği uygulanması olası değildir.

Emperyalizme karşı anti-emperyalizm tarafında savaşım verilmeli, yoksa emperyalistler dünyayı yıkıntıya çevirmeyi sürdüreceklerdir. Emperyalizmi sadece lanetlemek yeterli değildir. İyi dilek tek başına emperyalizmi yenmez. Onu yıkmak ve ona engel olmak için, onun doğasını, karakterini ve eylemlerini derinden algılamak ve tanımak gereklidir

Şu halde insan varlığının ve yaşamın tüm boyutlarına hem emperyalizm ve hem de antiemperyalizm egemendir. Hiç kimse bu iki cephenin dışında olamaz ve hiç kimse tarafsız değildir. Sonuç olarak emperyalizme karşı, yeni bir (düşünsel) yansımaya gereksinim vardır. Silahlı direnme kadar, kültür ve sanat dalları bu savaşımın parçalarıdır. Aynı yolla emperyalizm halklara karşı bilimleri araç olarak kullanmaktadır. Bilimlerin  antiemperyalist savaşım için kullanılması gerekirliği de  kaçınılmazdır.

İki bin yıldan beri halklar, bağımsızlık ve özgürlükleri için emperyalizme karşı savaşıyor; bazı meydan savaşlarını kaybettiler, ama daha fazlasını kazandılar. Gerçektir ki halklar, emperyalizme karşı verdikleri savaşımda yengiler kazandılar. Bütün imparatorlukların yıkıldığı ve ortadan kaybolduğu yadsınamaz bir gerçekliktir. Halklar çoğunu başardılar; imparatorluklar birbiri ardından ortalıktan yiterken halklar yaşamaktadır. Onlar umutları ve değerleriyle yaşamlarını sürdürmektedirler. Sonuncu/şimdiki emperyalizmin de geleceği yoktur. İnsanlık özgürlük ve barış içinde varlığını sürdürür.

1991’de ABD Irak’a karşı savaşa başlarken, Türkiye ABD’nin en önemli bağlaşıklarından biriydi, 2004 ylında ABD Irak’a karşı kırımcıl savaşına giriştiğinde, Türk halkı kendi ülkelerini savaşa katılmasını reddetti. Onlar her ne kadar Türk halkının demokratik istemi altında tamamıyla isteklerinden vageçmedilerse de, ABD askeri güçleri 13 yıl önceki gibi Türkiye içinde serbestçe hareket edemediler. Bu, Irak’taki direniş için çok önemliydi. Halkların dayanışması işte böyle hızlı ilerlemektedir.  2004 içinde bölge içinde daha fazla değişikler gözlemliyoruz. İran gibi Türkiye de Arap birliğine yaklaştı. Emperyalizme karşı kendi kendini savunmak için bölgesel birlikler çok önemlidir.

Türkiye bütün bölge için çok büyük önemiyle birlikte dünyanın çok dikkate değer bir bölümüdür. Anadolu bir dönüşüm yeridir. Anti-emperyalist mücadele ve Üniversalizm savaşımın geleceği için merkezdir. Emperyalizm cançekişmektedir, fakat o doğal biçimde, biyolojik olarak ölmez. O, halklar yeterince örgütlenip birleştiği zaman yenilecektir. Yıkıcı bir sistem ya yıkar ya da yıkılır; destructio destructorum (yıkanların yıkılması) gerçekleşmelidir. En iyi emperyalizm ölü olandır; daha erken ölürse, daha iyidir. Emperyalizmin yakışıklı bir ölüme sahibolmasına yardım edelim.

Bütün bunlar, Evrenselci Bilgi, Tarih ve Bilim kuramının neden sadece teorik bakımından  önemli olmadığını açıkça göstermektedir. Onların yaşaması  ve yaşamın sürdürülmesi gereklidir.  Klasik düşünme yöntemlerinden çok daha fazla ileri bir duruştan  burjuva ve emperyalist Teorileri, Bilimleri ve Tarih Yazımını eleştirirken Evrenselciliğin rolü, yalnızca kavrayış ve kuramsal yönüyle ilgili değildir. O aynı zamanda bir eylem (aksiyon) olarak da anlamlı ve dikkat çekicidir;  kuramsal olduğu kadar uygulamayı da gösterdi. Emperyalist bilimler yıkıcı ve  saldırgandır. Evrenselci bilimler, düşünce, teori ve pratikte en yüksek ölçüt olarak insan imgesi tarafından esinlenmiş değerlerle taşınıp, ahlaksal olarak derinlere inmektedir. Evrenselcilik yapıcıdır ve bir insanlık kuramıdır; insancıllığı, hümanizmayı uygular. Onun almaşığı yoktur.

Çeviren: İsmail Kaygusuz