Oku, bilgilen, fikir sahibi ol; zihnin ve gönül dünyan zenginleşsin! Dr. Ismail Kaygusuz

Serçeşme Hacı Bektaş Veli ve Hünkâr Dergâhı

İsmail kaygusuz

Hacı Bektaş Veli’nin kurduğu Dergâh, Sünniliğin medreseleri karşısında, günün bilimlerinin ışığı altında ve çağını  aşarak, Bâtıni-Alevi öğretisinin kurallarının öğretilip uygulandığı Halk Üniversitesi konumu kazanmıştı. Eğitim ve öğretiminde Anadolu’da çoğunluğu oluşturan Türkmen halkların dilini, öz Türkçeyi kullanmıştır.  Kuşkusuzdur ki, başta Bereket Hacı ve çevresi olmak üzere, Malya yenilgisinden sonra yapılan Babai kırımından kurtulmuş bulunan Baba İlyas halifelerinin ve  Bacıyani Rum örgütünün  büyük katkıları vardı. Ama asıl Hacı Bektaş’ı kucaklayıp bağrına basan Sulucakarahöyük’te yerleşmiş Çepni Türkmen topluluğunun el ve gönül birliğini, bu yerleşim biriminde yeni toplumsal yapılanmanın oluşmasında en ön sıraya almak gerektir.


Buna karşılık Velâyetame’de olsun, Baba İlyas Menakıbamesi’nde olsun Hacı Bektaş Veli ile ilişkisi olan (Hünkâri, Çepni, Hacı Bereket, İbrahim Hacı gibi) topluluklar ve kurucularının adları geçtiği halde, bazılarının iddia ettiği sözde kendisinin mensup olduğu “Bektaş ya da Bektaşlu” topluluğundan neden  tek söz edilmiyor? Edilmemesi doğaldır, çünkü sadece bir isim bezerliğinin ötesinde bir ilgisi yok. Bektaş, Bektaşlu-Bektaşlı, Bektaşoğulları adlarıyla anılan bu topluluk Rişvan Ekrad Taifesi’ne bağlıdır, yani bir Kürd topluluğudur.   Olasılıkla Rişvan Kürd aşiretinden bir kişinin, bir önderin adını taşıdığı için topluluk bu adlarla  anılıyordu.

Bu Türkmen topluluklarının geniş emeksel katkılarıyla Sulucakarahöyük’te yapılan üretime dönük çalışmalar, bölgenin koşullarına uygun yeni uygulamalar Dergâh’ın ekonomik düzeyini yükseltirken, inançsal, eğitimsel ve kültürel etkinlikleri de o derece artırıyordu. Hacı Bektaş Veli, batıni dai’si olarak bağlı bulunduğu Alamut İmamı’nın Hüccet’i Şemseddin Muhammed ile 1243’te Anadolu’ya gelişine kadar da gizli ilişki içindeydi. Velayetame’de farklı biçimde de anlatılmış olsa, zaten Mevlana’ya gitmeden önce Hacı Bektaş’la buluştuğu bilinmektedir.   

Yedinci İmam Musa Kazım’ın soyundan Seyyid İbrahim-i Sani oğlu Seyyid Muhammed Bektaş’ın, Sulucakarahöyük’te kurduğu Hacı Bektaş Veli Seyyid Ocağı en fazla 20 yıl içerisinde Hünkâr Dergâhı’na, sözcük anlamıyla “Ulu Padişah Kapısı”na dönüştü. Alevi-Bektaşi inançsal birliğinin merkezi oldu.Velâyetname’ye göre bu dönem içinde 360 halife ve 36 000 derviş yetişmiş. Bunlar siyasal dağılmışlık içindeki Anadolu’nun çok sayıda beylik topraklarına yayılarak yerleşerek çerağ uyandırıp cemlerini-cemaatlarını yönetmektedirler.

Çok daha önceden gelmiş Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde yaşamakta olan Seyyid Ocakları’nın pirleri de Hünkâr Hacı Bektaş’ı büyük Mürşid ve Serçeşme olarak tanıyıp, Hünkâr Dergâhı’na bağlanmışlardı. Hünkâr Hacı Bektaş Veli “bir olalım” diyerek, inançsal, toplumsal birliğin yanısıra; ezici çoğunluktaki Türkmen boy ve oymaklarını yönlendiren inançsal önderleri yetiştiren Seyyid Ocakları örgütlenmelerini de birleştirerek merkezileştirip, dağınıklığı ve bireyselliği geri plana çektirince  “diri olmayı”, canlı ve sağlıklı  kalmayı gerçekleştirmiş.  Öbür yandan yerleştiği bölgede tarımda, zanaatta ortaklaşa üretime/bölüşüme, sosyal dayanışma ve ticarete ağırlık kazandırarak üçüncü ilkesi “iri olmayı”, yani ekonomisini güçlendirerek büyümeyi de sağlamıştır.  Öyle ki, Hakka yürümesinin ardından onun adına  bin koyun, yüz sığır kesilip halka şölen veriliyor. Yedinci ve kırkıncı gününde ise o ana kadar beslenen konuklara helva dağıtılıyor. Bunlar gösteriyor ki Dergâh aynı anda  25-30 bin kişiye yemek verecek, doyuracak durumdadır.

Hünkâr Hacı Bektaş siyasetini, döneminin öznel ve nesnel koşulları içerisinde, Mogol istilasıyla yıkılan yokolan kurumların restorasyonunda birlik sağlama üzerinde denedi. Baba Bektaş, geldiği Babai ihtilalci geleneğini, varolan koşullar içinde uygulamaya gitmemiştir, yani bu kendisine bağlı geniş Alevi Türkmen halk kitlesini bir iç isyana yöneltmedi. Çünkü önce dış düşman tehlikesinden kurtulmak gerekiyordu. Kısacası, istilacılardan memleketin kurtarılmasını öne almak amacı güdülmüştür. Bu nedenle bağımsızlık siyaset güden Selçuklu prensi İzzeddin II. Keykavus’u, Mogol korumalığındaki işbirlikçi yönetime kentleri köyleri yakıp yıkan, ezeli düşman Mogollara karşı savaşmaya yönlendirerek onun yanında yer aldılar.

Hünkâr Hacı Bektaş Veli’nin ölümünün ardından Bacıyan-i Rum kadınlar örgütlemesinin (eski) başkanı ve eşi Kadıncık Ana adıyla tanınan Kutlu Melek(Fatma Nuriye) bir süre posta oturarak Hünkâr Dergâhı’nı yönettiği bilinir. Yine Aşık Paşa’dan gelen bilgilere ve Abdal Musa Velayetnamesi’ne göre Kadıncık Ana emaneti, yani Dergâh yönetimini Abdal Musa Sultan’a devrettiğini  biliyoruz. Abdal Musa’nın kendisine ardıl olarak Seyid Ali Sultan’ı (1310?-1402/12) gösterdiği üzerinde kanıtlar vardır Kızıl Deli Sultan ile torunu, yani Mürsel Bali oğlu Balım Sultan (ö.1518) farklı konumlarda tarih sahnesinde yerlerini aldılar.
Özellikle 1525 Baba Zünnun 1527-8 Kalender Şah(Çelebi) Osmanlı zulmüne karşı, Kızılbaş başkaldırı hareketleri  Dergâh çevresinde oluşan siyasal birlikten kaynaklanmıştı.  Osmanlı yönetimi hem  bunlardan hem de önceki yıllarda kurulmuş olan Kızılbaş Safevilerle  ilişkilerden  dolayı Dergâhı kapattı. Hacı Bektaş soyundan gelen Seyyid ailelerin önderleri öldürüldü, kalanları dağıtıldı.  

Anadolu’daki nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan geniş  bir kitlenin bulunduğu  kutsal yerin kapatılmış olmasının daha büyük başkaldırılara neden olacağı endişesiyle, Osmanlı  üç yüzyıl önce yaşamış olan Hacı Bektaş Veli’yi  mücerred /evlenmemiş gösterip (!), çocuksuz olduğuna ferman  buyurarak, 1551’de Paşa unvanlı Sersem Ali Baba’yı (ö.1559) Dergâh’ın başına atadı ve kendisine bağlı yeni bir Bektaşi kolu (Babagan) yarattı. Dergâh Hacı Bektaş evlatlarının elinden alındı. Ama çok değil 20 yıl sonra Osmanlının bu Hünkâr Dergâhı’na elkoymasına karşı çok geniş bir protesto  hareketi görüyoruz. Şah İsmail adıyla ortaya çıkan bir Alevi halk önderi, 50 bin kişinin başında Hacı Bektaş Dergâhı’nı ziyaret ederek, kurbanlar kesip kazan kaynatarak toplu Hac tapınması ve büyük Görgü Cemi gerçekleştirmiştir.  Bizce, Lala Mustafa Paşa tarafından 1578’de ezilmiş Düzmece Şah İsmail hareketinin asıl bu bağlamda  özel bir önemi vardır. Sürgün edilen, dağıtılan ya da kaçma durumunda kalmış olan Hacı Bektaş Veli evlatlarının Bağdad, Kerbela ve Necef’te Hacı Bektaş Tekke’leri kurdular. Buralarda 17.yüzyılın başlarında Dede Garkın ve Şah İbrahim seyyid ocaklarına mensup Dede’lere “icazetnameleler” verdikleri ve mektuplar yazdıklarını görüyoruz.

Aynı yüzyılın sonlarında Osmanlı yönetimi, Hacı Bektaş Dergâhı’nı bağı-bahçesi,   köyleri ve arazileriyle birlikte, aileden birinin başkanlığında bir çeşit ayrıcalıklı vakıf tımarı biçiminde kurumlaştırıp, tümüyle denetimi altına aldı. Bu kere ikili Dergâh postnişinliği sürdürürken fermanlarda Çelebi ailesinden olanlar da “El Şeyh....evlad-ı Hacı Bektaş-i Veli” sıfatıyla tanınıp Hacı Bektaş soyundan geldiklerini onaylanmış oluyordu. Artık Osmanlı çıkarları  gereği, Hacı Bektaş Veli’nin çocuksuzluğu siyasetinden vazgeçmiş görünüyor. Yaratılan ılımlı (Babağan) Bektaşiliğe sokuşturulmuş Şeriat ögelerini kabula zorlanarak, yolu sürdürmeye yetkin dedelere verdiklere “İcazetname”lere “ günde beş vakit namaz ve Ramazan’da teravih kıldırma” koşulları bile koydurulmuştu. Hacı Bektaş Seyyid Ocağı, soyun yaşaması yokolmaması adına “takiye”ye sığınarak 1826 yılına kadar bu  ikilem içinde Hünkâr Dergâh’ının önderliğini sürdürmeye çalıştı.

Bununla birlikte  izleyen yaklaşık yüz elli yıl içinde, Hünkâr Dergâhı’nda birlik tamamıyla bozulmuştur; hem Osmanlı’nın teşvik ve yardımlarıyla, hem de bu dönemdeki İran Safevi Şah’larının iki yüzlü siyasetiyle Seyyid Ocakları teker teker Dergâh’tan kopmaya ve bağımsız hareket etmeye başladılar, yol ve erkanlar denetimsiz kaldı. Osmanlı yönetimi, Nakıb-ül Eşraflık kurumunun Kerbela ve Necef  kolları bol keseden Evlad-ı Resul şecereleri, Seyyidlik beratları dağıtması ve yenilemesini kolaylaştırdı. Seyyidlere tanınan ufak-tefek ayrıcalıklar Ocaklara bağlı aileleri cezbediyor ve bir yandan da şecere yeniletene talip içine öncelikle gitme Cem-cemaat yapma hakkı doğduğu için rekabet ve rüşvet alıp yürümüştür. Bu bölünme ve ayrılmalar daha kendi zamanında başlamış olmalı ki, Safevi soylu olmasına rağmen Hünkâr Dergâhı’na bağlı ve Pir Sultan Abdal’ın talibi büyük Kızılbaş ozanı Dede Kul Himmet (ö.17.yy.ilk yarısı) bir nefesinde şöyle söylemektedir:

Bektaş-i Veli'nin yolun bilmeyen  
Gündüzü karanlık gece sayılır
......
Evladı Mürsel'dir, tutmazsa damen
Anlardan ıraktır din ile iman
Her kim Ali evlada ederse güman
Yüz bin emek çekse hiçe sayılır
...
Kul Himmet'im bu manaya erenler
Zamanının İmamını bulanlar
Hazret-i Hünkâr'ı mürşit bil
Bir niyazı yüz bin hoca sayılır

Osmanlı yönetimi  korkunç baskı-zulüm ve düşmanca siyasetiyle birliği parçalama ve Seyyid Ocaklarını birbirini düşürmekle de yetinmedi. 1826’da yeniçeri kırımıyla bilinen tüm Alevi-Bektaşi tekkelerini, Dergâhlarını kapattı.  Bu büyük kırımın arkasından Hacı Bektaş Veli Dergâh’ı yine Hacı Bektaş evlatlarının elinden alınıp, Nakşibendi’lere verilerek asıl hedef olan Sünnileştirmeğe gidilmiş. İdamla yargılanan son postnişin Seyyid Hamdullah Çelebi (1767-1836) Amasya’ya sürgün edilmiştir. O yaşamının son yıllarını sürgünde geçirirken, Alevi-Bektaşi toplumu olaya seyirci kalmamış dönemin koşullarına uygun biçimde davranarak, Anadolu’nun her köşesinden, bağlı bulundukları Dergâh postnişi Mürşid’lerinin sürgün cezasının kaldırılıp, yeniden postuna-makamına oturtulmasını; Hacı Bektaş Dergâhı’nın Hacı Bektaş Veli evlatlarına geri verilmesini  talebeden  ve her biri yüzlerce imzalı mektuplar göndermişlerdir Padişah’a. Bu eylem, olay gerçekleşinceye dek sürmüştür. Buna karşı Hacı Bektaş evlatlarını eleştiren ve Dergâh’ı yadsıyan Ocak Dede’lerinden bu duruma sevinenler, bu eylemlere yardımcı olmayanlar da  bulunuyor olmalıydı ki, kendisi Hasireti mahlasıyla yazdığı aşağıdaki nefesinde kırgınlığı ve kızgınlığını ilenerek çıkarmaktadır sanki:

Hünkâr Hacı Bektaş nesl-i Ali’den
İkrar almayanda iman mı vardır
....
Lanet olsun batıl yola gidene
Münafık ilmine amel edene
Hünkâr evladını inkar edene
Mahşer kapısında rıdvan mı vardır
...
Hasireti’m ikrar iman Ali’ye
Sırr-ı settar Hacı Bektaş Veli’ye
Ona şek getiren Mervan kulu ya
Ehlibeyt’ten gayri daman mı vardı  


[1] Bkz. Cevdet Türkay, Osmanlı İmparatorluğunda OYMAK, AŞİRET ve CEMAATLAR, Istabul-1979, s.239-40.

[2] Hacı Bektaş ve Şemsi Tebrizi ilşkileri konusunda geniş bilgi için bkz. İsmail Kaygusuz, “Şemseddin Muhammed Tebrizi (1183/4-1247/8)-Şems’in Tarihsel, İnançsal ve Siyasal Sorunsalının Çözümü Üzerine Bir Deneme”, Anadolu Bilgeleri, Su Yayınları, İstanbul, 2005, 1.Bölüm.